Kriter > Dış Politika |

7 Ekim Sonrası Yemen ve Ortadoğu Siyasetinde Husiler


Uluslararası toplumun ve bölgesel aktörlerin tanımadığı Husiler, onlarca yıldır yüzleştikleri meşruiyet krizini aşmak için 7 Ekim’den itibaren söylem ve eylem stratejisinde yeni bir üslup benimsedi. Bu süreçte İran merkezli “Direniş Ekseni” vurgusundan Gazze’yi merkeze alan bir dili dolaşıma sokan Husiler, gerçekleştirdikleri saldırılarla bölgesel ve küresel siyasette ilk defa bu kadar önemli bir yer edindiler.

7 Ekim Sonrası Yemen ve Ortadoğu Siyasetinde Husiler
Yemen'de on binlerce kişinin katılımıyla İsrail’in işgal ve saldırılarına maruz kalan Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerle dayanışma gösterileri düzenlendi. (Mohammed Hamoud / AA, 30 Ağustos 2024)

19 Kasım 2023’te Yemen’deki Husilerin Gazze’deki direnişe destek vermek maksadıyla başlattığı saldırılar, 7 Ekim sonrası değişen Ortadoğu denklemine yeni bir boyut ekledi. İşgal devletinin kontrolü altındaki topraklara, Kızıldeniz’deki İsrail gemilerine ve İsrail limanlarına giden gemilere atılan füzeler, savaşın sınırlarının genişleme ihtimalini çok güçlü şekilde gündeme taşıdı. Husiler sürece müdahil olana dek tüm hesaplar ve tahminler, Gazze’nin geleceği ve Hizbullah’ın savaşta daha aktif bir rol üstlenip üstlenmeyeceği üzerinden yapılmaktaydı. Beklenmedik bir anda Yemen’in Gazze’ye desteğini ortaya koymak için aktif bir rol üstlenmesi, Aksa Tufanı Operasyonu ile başlayan bölgedeki sistemik kırılmanın etkisinin derinleşerek artacağını tüm dünyaya gösterdi.

Yemen topraklarında işgal devletine karşı Gazze ve Güney Lübnan’ın yanında yeni bir cephenin açılmasının sadece Tel Aviv’i ilgilendiren bir sorun olmayacağı aşikardı. Uluslararası gemi taşımacılığının en önemli rotalarının başında gelen Kızıldeniz-Süveyş Kanalı hattında Husilerin saldırıları nedeniyle yaşanan aksaklıklar, küresel ekonomi ve tedarik zincirine darbe vurma potansiyelinden ötürü tüm dünyanın dikkatini bir anda bu bölgeye çevirmesiyle sonuçlandı. Düzenledikleri saldırıların stratejik öneminin gayet farkında olan Husiler, bu hamlelerini bölgesel ve küresel alanda çeşitli kazanımlar elde etmek ve İran vekili şeklinde anılan bir yapı algısından kurtulmak için kullanmaya gayret ettiler. Saldırıların oluşturduğu küresel maliyetin artmasını engellemek ve Husi yapılanmasına göz dağı vermek niyetiyle, ABD ve İngiltere savaş uçakları, Hudeyde Limanı ve birçok stratejik merkezi vursa da Husiler, izledikleri siyasetten geri adım atmayarak bölgesel ve küresel aktörlere bu konudaki ciddiyetlerini gösterdiler.

Husilerin saldırılarının, Gazze’deki soykırıma karşı eyleme geçme iradesini ortaya koymanın yanında bir başka anlamı ise, Yemen siyasetinde uzun süredir devam eden açmazdan kurtulmak ve bir meşruiyet zemini oluşturmaktır. Yemen siyasetindeki tartışmalı konumlarından ötürü Arap dünyasından umdukları karşılığı bir türlü bulamayan Husiler, işgal devletine karşı başlattıkları mücadeleyle bölgede yeni bir pozisyon edinmeyi amaçlamaktadırlar. 2015’ten beri başkent Sana’yı kontrol etmelerine rağmen tanınma sorunu yaşayan Husiler, Gazze’deki direnişe aktif katkı sunarak Ortadoğu ülkelerinde halkların zihnindeki olumsuz algıları yıkmaya çalışmaktadırlar. Gelinen nokta itibarıyla Husi saldırılarının bölgenin siyasal iklimini büyük oranda değiştirdiği dikkate alındığında, hareketin Yemen’deki istikrarsızlaştırıcı rolü ve İran ile ilişkilerinin neredeyse gündem dışı kaldığı da görülmektedir.

 

Husiler’in Yemen’de Yükselişi

Yemen’in önemli Zeydi alimlerinden bilinse de aslında Şiiliğin on iki imam inancını benimseyen ve Caferi akidesine yakın Carudiyye mensubu Bedreddin el-Husi liderliğinde gelişen Husi Hareketi, 1990’lardan itibaren ülke siyasetindeki etkisini ciddi şekilde artırdı. Klasik Zeydi alimlerle ciddi ihtilaflar yaşayan Bedreddin el-Husi, İran rejiminden aldığı destekle konsolide ettiği kitleyle geleneksel Zeydi öğretisine ve merkezi yönetime karşı bir strateji izlemeye başladı. El-Husi, kurduğu İnanan Gençler (eş-Şebab el-Mü’min) yapılanması ile başta Saada bölgesi olmak üzere ülkenin birçok yerinde yeni bir siyasi ve itikadi dil kurmaya çalıştı. Hareketin ruhani lideri vasfıyla kendisini takip edenlerin siyasal alanda güçlü ve aktif bir yer edinmesini arzulayan Bedreddin el-Husi, oğlu Hüseyin el-Husi’nin öncülüğünde Hak Partisi’nin (Hizb el-Hak) kurulması direktifini verdi. Siyasi parti yoluyla ülkedeki Zeydilerin desteğini almayı uman Bedreddin el-Husi, akidevi farklılaşma ve Tahran yönetimiyle yakın ilişkileri nedeniyle toplumda beklediği karşılığı bulamadı.

Partinin lideri Hüseyin el-Husi, 1993 ve 1997 seçimlerinde Saada bölgesinden vekil seçilerek mecliste yer aldı ve özellikle de toplumsal alandaki en güçlü rakibi şeklinde tavsif edilebilecek Müslüman Kardeşler çizgisinden gelen Islah Hareketi’nin baskılanmasına yönelik Ali Abdullah Salih rejimine zımni destek verdi. Ülkede güçlü ve Sünni bir İslamcı yapılanmanın ilerleyen dönemlerde büyük sorunlar doğuracağını düşünen el-Husi, 1990’lar boyunca kendi yapılanmasını Yemen’deki en geniş toplumsal tabana sahip hareket haline dönüştürmek için birçok pragmatik hamle gerçekleştirdi.

2000’lerin başında Hüseyin el-Husi’nin Salih rejimi ile yürüttüğü siyasette köklü bir değişim meydana geldi. Önceleri dengeyi koruyan hatta Islah’a karşı görece ittifak kuran bu iki aktörün arasındaki ilişkinin başkalaşması, Husi milisleri ile Yemen ordusu arasında çatışmaları tetikledi. Hüseyin el-Husi’nin 2004’te öldürülmesinin ardından yerine geçen kardeşi Abdülmelik el-Husi, Salih rejimi ve Yemen ordusuyla çatışmayı 2010’a kadar aktif biçimde devam ettirdi. Ülkenin istikrarsızlaşmasında bu zaman zarfında ciddi rol oynayan Husiler, 2011’deki halk devrimi sonrası ortaya çıkan fırsat boşluklarını değerlendirerek Yemen’i kontrol etmeye yönelik radikal adımlar attılar. Demokratikleşme sürecinin Husi Hareketi’nin hedeflerine ulaşmasında engel teşkil etmesi, Abdulmelik el-Husi ile devrik lider Ali Abdullah Salih arasında şartlar doğrultusunda pragmatik bir ittifaka kapı araladı.

Devrimin kazanımlarını ortadan kaldırmak ve eski statükoya dönmeyi isteyen Salih ile ülkenin siyasal, ekonomik ve toplumsal kırılganlığının daha çok arttığı bu dönemi lehine çevirmeyi isteyen Husiler, 2014’te başkenti ele geçirmek için ortak hareket ettiler. Husilerin 2015’te Sana’yı kontrol altına almasının ardından ülke topraklarındaki hakimiyetini İran desteğiyle artırma girişimi, Yemen’de Suudi Arabistan-İran rekabetini derinleştirdi. 2017’de bir baskınla Ali Abdullah Salih’i öldüren Husiler, böylece Yemen’deki en güçlü yapılanma olduklarına dair tüm dünyaya önemli bir mesaj verdi. Uluslararası toplumun ve bölgesel aktörlerin tanımadığı Husiler, yıllardır yüzleştikleri meşruiyet krizini aşmak için 7 Ekim’den itibaren söylem ve eylem stratejisinde yeni bir üslup benimsedi. Bu süreçte İran merkezli “Direniş Ekseni” vurgusundan Gazze’yi merkeze alan bir dili dolaşıma sokan Husiler, gerçekleştirdikleri saldırılarla bölgesel ve küresel siyasette ilk defa bu kadar önemli bir yer edindiler.

Husiler, Kızıldeniz'de İsrailli iş adamına ait
Yemen'deki İran destekli Husiler, 19 Kasım'da , Kızıldeniz'de İsrailli iş adamına ait "Galaxy Leader" isimli kargo gemisine el koyarak El Hudeyde iline bağlı as-Salif kıyılarına götürmüştü. Gemi, Yemen'in Kızıldeniz açıklarında demirli halde duruyor. (Mohammed Hamoud / AA, 12 Mayıs 2024)

 

Husi Saldırılarının Stratejik Kodları

Husi Hareketi, ruhani bir lider etrafında toplanan bir kitle yapılanmasından ziyade güçlü bir ideolojiye sahip siyasi hareket görümü vermek için 2011’den itibaren Ensarullah ismini kullanmaya başladı. Şüphesiz bu adım, Husilerin tarihsel seyrinde dikkat çeken bir dönüm noktasıydı. Bedreddin el-Husi’nin İran’a yakınlaşması ve Kum merkezli bir teopolitik anlayışı temsil etmesi, Yemen’deki Zeydilerle Husiler arasındaki mesafeyi artıran ilk temel faktördü. Hüseyin el-Husi’nin başlattığı merkezi otoriteye karşı ayaklanma sonrası 2000’lerin ikinci yarısında şiddetlenen çatışmalar ise toplumsal krizi derinleştirmesinden mütevellit Yemen halkında harekete karşı olumsuz bir tavrın oluşmasına yol açan ikinci ana saikti. Bu nedenle, Husi yöneticileri, kendilerine yeni bir kimlik atfederek bölge denkleminde daha önemli bir konum elde edebilmek için, Hizbullah’ın Lübnan’daki stratejisinden mülhem yeni bir yöntemi hayata geçirmeye çalıştılar. Ensarullah adlandırması ile Husi Hareketi’ne yönelik olumsuz imajın yerine Amerika ve İsrail karşıtı mücadeleyi önceliği haline getiren bir direniş yapılanmasının ikame edilmesi amaçlandı. Özellikle Husiler’in ana sloganına odaklanıldığında, hareketin kimlik inşası ve meşruiyet kazanma isteğine dair emareler açıkça göze çarpmaktadır: “Allahu Ekber. Amerika’ya Ölüm. İsrail’e Ölüm. Lanet Yahudilerin Üzerine Olsun. Zafer İslam’ındır (Allahu Ekber. el-Mevt li Amerika. el-Mevt li İsrail. el-La’ne al’el Yehud. en-Nasr li’l İslam)”.

İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim sabahı işgal altındaki topraklara başlattığı operasyonun ardından Gazze direnişinin yanında aktif bir biçimde yer alacaklarını defaatle dillendiren Husi yöneticileri, işgal devletinin katliamlarına karşı mücadelenin parçası olmaktan imtina etmeyeceklerini tüm dünyaya duyurdular. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın işgal devletiyle aktif şekilde savaştıklarını belirten açıklamalarına rağmen Hizbullah’ın süreçteki kontrollü stratejisi, Husiler’e Gazze direnişi bağlamında oldukça geniş bir hareket alanı tanıdı. Hizbullah ve İran’ın ciddi bir samimiyet testinden geçtiği bu zaman diliminde, ülkenin yüzleştiği ağır ekonomik sorunlara ve derinleşen toplumsal kırılganlığa rağmen Yemen’den işgal devletine karşı yükselen güçlü ses, özellikle Arap dünyasında tahmin edilmeyecek düzeyde bir yankı uyandırdı. Siyonist yönetime destek maksadıyla İsrail limanlarına giden her türlü gemiyi hedef alacaklarını duyuran Husiler, Babu’l Mendeb ve Kızıldeniz’deki saldırılarıyla küresel ekonomi politiği tetikleyici bir etki de meydana getirdiler. Bu bağlamda Husiler, Arap dünyasındaki liderlerin eylemsizliği ve İran-Hizbullah ekseninin izlediği aşırı temkinli “bekle-gör” stratejisi nedeniyle yakaladıkları fırsatı, Ortadoğu siyasetinin meşru aktörüne dönüşmek için oldukça işlevsel ve etkin bir şekilde kullandılar.

Husilerin Aksa Tufanı sonrası izledikleri siyaset mercek altına alındığında, davranış biçimini belirleyen iki ana unsur öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, baskın Arap milliyetçiliğinin ve Kudüs’ün kutsallığının motive ettiği kimliksel ve ideolojik bağlamdır. İslami referanslar ve Arap kimliğine yapılan atıflar, Yemen halkının mücadeleci kodlarını harekete geçirmekte ve ellerindeki tüm sınırlı imkana rağmen Filistin’in yanında yer almaktan niçin geri durmadıklarını sarih bir şekilde açıklamaktadır. Bunun yanı sıra Husilerin saldırılarını açıklayan ikinci husus ise uzun yıllardır görmezlikten gelinen bir siyasi yapının kendi öznelliği üzerinden değerlendirilmesi ve tıpkı Hizbullah gibi belirleyici bir aktör olarak muhatap alınma arzusudur. Ortadoğu ya da Müslüman dünyada toplumsal zeminin Husiler’e yönelik artan teveccühü göz önünde bulundurulduğunda, hareketin hayata geçirdiği stratejide şu an için başarıya ulaştığı dikkatlerden kaçmamaktadır.

Yemen siyasetindeki istikrarsızlaştırıcı rolünü unutturarak Gazze direnişine verdiği destekle kendilerine yeni bir sayfa açan Husiler’in önümüzdeki süreçte izleyecekleri stratejiler, bölge siyaseti kadar küresel siyaseti de doğrudan şekillendirecek bir noktadadır. Ülkenin coğrafi konumunun hayatiyeti nedeniyle ABD-İngiltere blokunun Yemen’e karşı toptan bir savaşa girişmekten uzak durması, Aden Körfez, Babu’l Mendeb ve Kızıldeniz hattında artacak gerilimin küresel maliyetinin fazlalığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu durumun farkında olan Husiler, bu tarihi fırsatı kaçırmayarak saldırıları devam ettirmek suretiyle küresel meydan okumalarını sürdürmektedir. Bu yolla sadece küresel ve bölgesel güçlere mesaj vermeyen Husiler, aynı zamanda İran ve Hizbullah’a da neler yapabildiklerini göstererek kendilerinin öznelliğini vurgulamakta ve özgünlüklerini öne çıkararak Tahran’ın kontrolü dışında hareket etmeyen yapı algısını ortadan kaldırmaktadırlar. Husilerin önümüzdeki dönemde atacağı adımlar, 7 Ekim sonrası izledikleri stratejinin nereye varacağına dair bizlere daha somut ipuçları verecektir. Bununla birlikte mevcut koşullar dahilinde vurgulanması gereken husus ise Husi Hareketi’nin artık incelenirken Aksa Tufanı öncesinden ziyade sonrasındaki hamleleri üzerinden değerlendirileceği gerçeğidir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası