Kriter > Dış Politika |

ABD-İran Geriliminin Yansımaları


ABD’nin Irak’tan ve Ortadoğu’dan çıkmak gibi bir niyetinin olmadığı gerçeği Süleymani suikastı ile iyice ortaya çıkmıştır. ABD’nin Irak’tan ve bölgeden çıkartılması üzerine bir söylem benimseyen Tahran’ın ise sıcak çatışma yerine “dişe diş göze göz” şeklinde vur kaç saldırılarla yetineceği olası görünmektedir.

ABD-İran Geriliminin Yansımaları

2017’de Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte İran-ABD ilişkilerinde deprem nitelikli olumsuz gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelerin zirveye ulaştığı nokta, 3 Ocak 2020’de Devrim Muhafızları Ordusu'nun Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Amerika’nın düzenlediği suikast ile öldürülmesidir. İlişkilerin bu noktaya gelmesinden önce yaşanan olaylara kısaca bakıldığında, kırılma noktasının ABD’nin 2015’te yürürlüğe giren nükleer anlaşmadan 2018’de çekilmesinin olduğu aşikardır. Sonrasında 5 Haziran 2018’de ortaya çıkan Katar krizi ile devam eden krizler zinciri, İran’a uygulanan yaptırımların İran’ın iç siyasetini ve ekonomisini hiç olmadığı kadar olumsuz etkilemesiyle devam etmiştir. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle yürürlüğe giren yaptırımlar, özellikle petrol sektörünü hedef almıştır. Haziran 2018’de günde 2,8 milyon varil olan İran’ın petrol ihracatı Haziran 2019’da günde 0,3 milyon varile düşerek durma noktasına gelmiştir. ABD, uluslararası müttefikleriyle birlikte Ortadoğu petrol nakil hatlarını güvence altına alacak uluslararası bir gözlem misyonu oluşturmak istemiştir.

 

Çatışmaların Başlangıcı

Burada ilginç olan nokta İran-ABD ilişkilerinde yaşanan krizlerin 2019 itibarıyla farklı bir boyut kazanmış olmasıdır. Diğer bir deyişle, İran ve ABD/İngiltere arasında önceden vekaletler aracılığıyla yaşanan çatışma 2019’da doğrudan taraflar arasında bir çatışmaya evrilmiştir. ABD, Mayıs 2019’dan itibaren dünyanın en önemli petrol nakil hatlarından biri olan Hürmüz Boğazı’nda tankerlere düzenlenen bir dizi saldırıdan İran’ı sorumlu tutmuş, İran ise Haziran’da ABD’ye ait bir insansız hava aracını hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Körfez’de vurarak düşürmüştür. İran ile İngiltere arasında da ilişkiler Temmuz 2019’da alevlenmiştir. Suriye'ye petrol taşıdığı şüphesiyle 4 Temmuz'da İran'a ait petrol tankeri İngiltere’nin denizaşırı toprağı olan Cebelitarık’ta alıkonulmuştur. 2,1 milyon varil petrolün bulunduğu gemiye, Suriye'ye petrol taşıyarak Avrupa Birliği'nin (AB) bu ülkeye yönelik yaptırımlarını deldiği gerekçesiyle el konulmasına çok geçmeden İran karşılık vermiştir. 19 Temmuz'da İran Devrim Muhafızları Hürmüz Boğazı geçiş kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle İngiliz bandralı "Stena Impero"ya el konulduğunu duyurduktan sonra İngiltere ve İran birbirlerini korsanlıkla suçlamıştır.

14 Eylül 2019’da, Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Suudi ARAMCO'ya ait iki tesise kimliği belirsiz bir saldırının gerçekleştirilmesi üzerine ABD ve Suudi Arabistan söz konusu saldırıdan İran’ı sorumlu tutmuş ve saldırıları “savaş sebebi” olarak tanımlamışlardır. Saldırıya uğrayan tesislerin Suudi petrol üretiminin yarısından fazlasını (5,7 milyon varil/gün), küresel petrol üretiminin ise yüzde beşini tek başına sağlıyor olması gözlerin İran’a çevrilmesine neden olmuştur. Suudi Arabistan’ın 11 Eylül’ü olarak nitelendirilen saldırılar sonrasında Trump’ın “Suudi petrolüne ihtiyacımız yok” açıklaması ABD’nin bölgedeki çıkarlarının İran ile sıcak bir savaşa girmeye değmeyecek kadar önemsiz olduğu izlenimi yaratmıştır. Ancak 1 Ekim 2019’dan itibaren Irak’ta sosyal medya üzerinden “haklarım için protesto ediyorum" etiketiyle paylaşılan mesajlarla başlayan hem İran hem de ABD karşıtı sokak hareketleri, ABD-İran çatışmasının boyutunu değiştirecek düzeyde ortaya çıkan gelişmelerin başlangıcını oluşturmuştur.

Irak’ta varlığını pekiştirmek isteyen İran, kendisine bağlı grupların Irak’taki ABD üslerine bazı taciz saldırıları gerçekleştirmesini sağlayarak hem dış hem de iç politikada yaptırımlarla zayıflayan imajını biraz olsun cilalamaya çalışmış, Irak’ta hakim gücün kendisi olduğunu kanıtlamaya gayret etmiştir. Ne var ki Ketaib Hizbullah örgütünün bir ABD vatandaşının ölümüyle ve dört ABD askerinin yaralanması ile sonuçlanan Irak’ın Kerkük bölgesinde bulunan koalisyon güçlerine ait bir üsse saldırması Washington’ın kırmızı çizgisinin ihlal edilmesi anlamına gelmiştir. Diğer bir deyişle bir Amerikalının öldürülmesi ABD’nin kırmızı çizgisidir ve bu çizgiyi geçen İran’a ABD tarafından çok geçmeden karşılık verilmiştir. Bu karşılık ABD’nin, 30 Aralık’ta Hizbullah tugaylarına saldırısıyla ve 24 militanın ölümüyle verilmiş ve sonrasında Irak’ta Amerikan karşıtı protestolar hız kazanmıştır. Ketaib Hizbullah gibi diğer Şii örgütlerin bir arada toplandığı şemsiye örgüt, İran destekli Haşdi Şabi’nin ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ni ateşe veren göstericilerin arkasında olmasına karşı ABD’nin verdiği yanıt bölgede hiç olmadığı kadar yankı uyandırmıştır. ABD’nin 3 Ocak’ta Bağdat’ta İran devrim Muhafızları, Kudüs Gücü ordusu lideri Kasım Süleymani’yi ve Ketaib Hizbullah’ın lideri Ebu Mehdi el-Mühendis’i bir suikastla öldürmesi İran açısından hem iç dengeleri hem de dış dengeleri sarsacak nitelikte olmuştur.

Kasım Süleymani'nin öldürülmesi sonrası Tahran Meydanı

Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından binlerce kişi Süleymani’yi anmak ve ABD’yi protesto etmek için Tahran meydanında bir araya geldi, 6 Ocak 2020

 

Güç Zehirlenmesi

İlk akla gelen iki soru şunlardır: İran hem ABD hem de İngiltere’yi karşısına alarak bu iki Batılı ülkeyle doğrudan çatışmayı neden tercih etmiştir? ABD, neden bölgede krizi tırmandırarak İran’ı çok sarsacak bir şekilde, ikonik bir siyasi şahsiyeti öldürerek İran’a ders vermek istemiştir?

Birincisi, sık sık maliyetli olduğu gerekçesiyle bölgeden çıkmak istediğine dair Trump’ın verdiği mesajlarla ABD’nin bölgede İran’a karşı caydırıcı bir güç olma politikaları birbiriyle çelişmiş, Tahran pek çok analiste göre Süleymani’nin bu şekilde bir suikastla öldürüleceğini tahmin etmemiştir. Bu durumun ortaya çıkardığı karışıklığın yaşandığı ortamda Washington ve Tahran sıcak bir çatışmanın içine girmişlerdir.

İkincisi, 2003’ten itibaren İran’ın Irak’ta tahmin edilenin üstünde bir nüfuz sahibi olması İran’ın güç zehirlenmesine neden olmuştur. İranlı yetkililerin sıkça dile getirdiği gibi Tahran-Bağdat-Beyrut Şii yayının oluşturulması özellikle İsrail’i rahatsız etmiştir. Ayrıca Tahran’ın dört Arap başkenti Şam, Bağdat, Beyrut ve Sanaa’yı kontrol etmekle övünmesi ise en çok Riyad’ın tehdit algısını en üst seviyeye çıkarmıştır. Örneğin Suudi Aramco saldırısından sonraki ilk Cuma hutbesinde Hamaney’in “Ortadoğu’daki tüm İran vekilleri birer aracı değil, İran’ın ta kendisidir” demesi dikkat çekicidir. Verda Özer’e göre, Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin açıkladığı gibi Süleymani öldürüldüğü sırada, üzerinde Suudi Arabistan’a iletilmek üzere İran tarafından yazılmış bir mektubu taşıyordu. Bu mektubun amacı ise Suudi Arabistan’ı İran ve Irak ile bir anlaşmaya ikna ederek -analist Can Kasapoğlu’na göre bir çeşit Versay Antlaşması- bölgede var olan İran-Körfez çatışmasını bitirmekti. Diğer bir deyişle, gerilimin bitmesi bölgede Amerikan güçlerine ihtiyaç kalmaması anlamına geleceği için böyle bir durum ABD’nin hiç istemeyeceği bir gelişme olacaktı. Süleymani’nin öldürülmesi bir anlamda Suudi Arabistan ve İran arasında var olan çatışmanın durma şansını ortadan yok etmek amaçlı olmuştur.

Üçüncü bir neden ise Mayıs 2018’de Pompeo’nun İran’ın Amerikan yaptırımlarına hedef olmaması için sıraladığı maddeler arasında yer alan “İran’ın Suriye’den kendi komutasındaki güçlerin tamamını çekmesi” şartını Tahran’ın yerine getirmemesidir. İran, özellikle Irak’ta gücünü perçinleyerek Suriye’deki askeri varlığını koruma yoluna gitmiştir. Başka bir neden ise İran devriminden sonra ABD Büyükelçiliği’nin 444 gün işgal altında kalmasının -rehine krizinin- ABD’de yarattığı travmanın benzerini yaratacak şekilde İran destekli protestocular tarafından ABD Büyükelçiliğinin ateşe verilmesidir. Seçimler arifesinde olan Trump’ın böyle bir duruma kayıtsız kalmayacağı çok açıktır.

 

Dişe Diş Göze Göz

Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de İran'ın direniş eksenini gerçekleştirerek büyük bir prestij kazanan Kasım Süleymani’nin Trump iktidara geldikten sonra öldürülmesinin bazı sonuçları olmuştur. Söz konusu suikast kısa vadede Trump’ın istediği gibi İran için sarsıcı/yıldırıcı bir etki yaratmıştır. Süleymani’nin toprağa verildiği anlarda İran’dan ABD’nin Irak’taki iki üssüne Erbil ve Ayn el Esad'a füze fırlatılmış ancak herhangi bir ABD’linin öldürülmediği bu saldırıyla İran, Zarif’in demecinde belirttiği gibi ABD ile çatışmayı verilen bu karşılıkla sonlandırdığını açıklamıştır. İran’ın verdiği bu karşılık iç siyasette Hamaney ve onun çevresini oluşturan şahin isimlerin söylemlerinin aksine oldukça cılız kalmıştır. Süleymani’nin cenaze törenlerinin iç siyasette devrim ruhunu konsolide edeceği umulurken, iki gelişme tam aksi bir durum yaratmıştır. Birincisi cenaze törenleri esnasında onlarca İranlının hayatını kaybetmesi, daha da önemlisi Ukrayna yolcu uçağının İran tarafından düşürüldüğünün ısrarla reddedilmesi ve sonrasında İran’ın uçağı düşürdüğünü itiraf etmesi Hamaney ve İran Devrim Muhafızları’na karşı İran kamuoyunda büyük bir tepki oluşmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler İran iç siyasetinde ikili yapının -Hamaney ve ona bağlı Devrim Muhafızları’na karşılık Ruhani ve Zarif’in başını çektiği ılımlı kanat arasındaki mesafenin- daha da göze batmasına neden olmuştur.

Suikasttan hemen sonra Trump, İran ile müzakere yapmak istediğini yinelemiş ve amacının herhangi bir rejim değişikliği olmadığını açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla Trump, İran’ı kendi istediği şartlarda tekrar bir anlaşma yapmaya zorlayarak, İran’ı içinde bulunduğu güç zehirlenmesinden kurtarmak ya da uluslararası ilişkilerde sıkça kullanılan “terbiye etmek/taming” gibi bir strateji izleme yoluna gitmiştir. Gelinen noktada ABD’nin Irak’tan ve bölgeden çıkartılması üzerine bir söylem benimseyen Tahran’ın bundan sonra İngiltere ya da ABD ile doğrudan bir sıcak çatışmaya girmeyeceği, onun yerine uzatılmış bir “dişe diş göze göz” şeklinde vur kaç saldırılarla yetineceği olası görünmektedir.

ABD’nin Irak’tan ve Ortadoğu’dan çıkmak gibi bir niyetinin olmadığı gerçeği Süleymani suikastı ile iyice ortaya çıkmıştır. Washington bundan sonra iki konuda stratejilerini belirleyecektir. Birincisi, arafta bekleyen Nükleer antlaşmayı bölgedeki askeri üstünlüğünü her fırsatta gözler önüne sererek ve İngiltere-Fransa-Almanya üçlüsünü yanına çekerek kendi istediği koşullarda yeniden yapılmasını sağlamak; ikincisi, İran’ın Suriye’den tamamen çekilmesini sağlamanın yanı sıra Tahran-Beyrut hattını kesmektir. 20 Aralık 2019’da Suriyeli sivillere destek gerekçesiyle “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası”nı imzalayan Trump yasa gereği Esed rejimi ile iş birliği yapan taraflara ağır yaptırımlar uygulanacağını duyurmuştur. Böylece Esed yönetiminin siyasi bir geçişe zorlanması ve İran’ın etkisinin kırılması amaçlanmıştır. Süleymani’nin öldürülmesinin ardından bölgede oyunun kuralları değişmiş, bu gerçeği Kudüs Gücü ve İran’ın Suriye’deki güçleri görmüştür. Süleymani’nin öldürülmesinin ardından Deyrizor, Bukamal ve Humus'taki üsler boşaltılarak çevre bölgelere taşınmıştır.

Kasım 2020 seçimlerine kadar Trump yönetiminin hem iç hem de dış siyaset açısından bölgede güçlü olduğunu göstermeye ihtiyacı olduğundan dolayı İran’ın Irak ve Suriye’de her hamlesine en sert bir biçimde karşılık vereceği ortadadır. Dolayısıyla İran’ın Mayıs 2019 ile 3 Ocak 2020 arsında izlediği ABD’yi birebir karşısına alarak güç gösterilerinde bulunma olasılığı bundan sonra oldukça zayıf görünmektedir. Onun yerine sıcak bir çatışmaya girmektense Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki aşiretlerin reislerinden oluşan heyetle yaptığı görüşmede olduğu gibi ABD kuvvetlerine karşı direnmek için halk gruplarının kurulması gibi eski geleneksel yollara başvuracağı daha muhtemel gözükmektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası