Kriter > Dış Politika |

ABD’deki Halkbank Davasında FETÖ İzi


Her şey ABD Temsilciler Meclisinde etkili bir grup milletvekilinin 2013 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Hazine Bakanı Jack Lew’a yazdıkları bir mektupla başladı. Ağırlıklı olarak muhalefette olan Cumhuriyetçilerin imzaladığı mektupta Türkiye’nin Halkbank aracılığıyla ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları deldiği belirtiliyordu.

ABD deki Halkbank Davasında FETÖ İzi

Her şey ABD Temsilciler Meclisinde etkili bir grup milletvekilinin 2013 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Hazine Bakanı Jack Lew’a yazdıkları bir mektupla başladı. Ağırlıklı olarak muhalefette olan Cumhuriyetçilerin imzaladığı mektupta Türkiye’nin Halkbank aracılığıyla ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları deldiği belirtiliyordu. Yaklaşık yedi ay sonra FETÖ’cü polisler 17 Aralık darbe girişimine başladığında arka planda konuyu yakından takip eden bir ABD yönetimi vardı.

O dönem Türk medyasına isminin gizli kalması şartıyla konuşan ABD’li yetkililer İranlı iş adamı Rıza Sarraf konusunda Türkiye’yi uyardıklarını söylemişti. Bir yetkili Türkiye’nin çok tirajlı bir gazetesine şöyle demişti:

“Kargo uçaklarıyla tonlarca altın taşınıyorsa eğer, bunun gümrük yetkililerinden, devletten habersiz olma ihtimali yoktur. İran’ın ambargoları bu ticaretin etrafından dolanarak deldiğine dair somut delillere ulaşmıştık. Bunları Halkbank’a ve MASAK’a bildirmiştik.”

İşte Eylül başında eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan için ABD’de tutuklama emri çıkartılmasını sağlayan süreç böyle başladı. Bu süreç Türkiye’de devlet içi mücadelede teşne olarak kullanıldığı gibi yurt dışında da Türkiye aleyhine bir koz olarak tedavüle sokuldu ve kullanılmaya devam ediliyor. Peki bu noktaya nasıl geldik ve ABD’nin bu dosyada Türkiye vatandaşlarına yaptığı suçlamalar ne anlama geliyor?

Bunun için biraz geçmişe gitmek gerekiyor. 17 Aralık fezlekesine göre o zaman FETÖ’nün yönlendirdiği “yolsuzluk” gerekçeli polis soruşturması 2012 yılında başlıyor. Sarraf dosyasıyla ilgili FETÖ mü ABD’yi bilgilendirdi, yoksa ABD mi bu konuda sık sık Ankara Büyükelçiliğine giderek brifingler veren polisleri uyardı bunu şu an kestirmek oldukça güç. Fakat ortada somut bir gerçek var. ABD, Türkiye’nin doğal gaz ticareti için İran’a altınla ödeme yaptığının farkındaydı ve bu durumdan oldukça hoşnutsuzdu.

Her ne kadar ABD’nin İran’la yapılan finansal işlemlere karşı uyguladığı yaptırımları sadece Amerikan hukukunun bir ürünü olsa da ABD elinde tuttuğu uluslararası finans sistemiyle tüm dünyayı kendi hukuki yargılama alanına sokabiliyor. Bunda da ABD Kongresinin ABD Başkanı ve yargısına son otuz yılda tanıdığı yetkiler başat rol oynuyor. 11 Aralık 2011’de ABD’de çıkarılan Savunma Bütçesi Yasası’na koyulan maddeler ile ABD Kongresi, ABD hükümetine İran’la doğal gaz ve petrol almak için finansal işlemler içerisine giren tüm dünyadan her türlü kişi, banka ve kuruma yaptırım uygulama yetkisi verdi. 2012 ve 2013’te çıkarılan diğer yasa ve başkanlık kararnameleri bu yetkileri artırdı. Bunun sonucunda ortaya ABD’nin finansal ilişki kurulmasını tüm dünya için yasakladığı İran devletine ait banka, şirket ve kuruluşlar listesi çıktı. Bu yaptırımların ABD hukuku dışında uluslararası hukukta bir karşılığı olmadığı gibi hiçbiri BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmış da değil.

Çağlayan’la İlgili Yeni İddianame

Zafer Çağlayan adı ABD’de geçen yılın Mart ayından beri devam eden Rıza Sarraf davasına ilk kez açık bir şekilde 6 Eylül’de eklendi. Çağlayan’ın İran’la ticaretin devam edeceğine dair yaptığı bir açıklama 2013’teki ABD Kongresinden çıkan mektupta da vardı. Yani Çağlayan bir süredir radardaydı. Bu yılın Mart ayında da Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla daha önce pek çok kez giriş-çıkış yaptığı ABD’den ayrılırken havalimanında tutuklanmıştı.

Öncelikle şunu vurgulamak gerek. Açılan Rıza Sarraf davası tamamen ABD’nin dünyaya dayattığı hukukun ihlali davası. Meselenin yolsuzlukla ilgisi olmadığı gibi ABD’nin bu yolsuzlukları umursadığı da pek söylenemez. ABD’de bu konuyu takip edenlerdeki hakim kanı Amerikan devletinin Halkbank’ın yaptırımları deldiğini bildiği ve bu süreci uzun süreden beri araştırdığı şeklinde. 17 Aralık sonrası tüm belge ve bilgileri yurt dışına çıkaran FETÖ üyelerinin bunları ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ve dolaylı ilişki içerisinde oldukları New York Güney Bölgesi Eski Savcısı Preet Bharara’ya ulaştırmış olmaları oldukça mümkün. 2015 Aralık’ta ABD’deki Büyük Jüri tarafından onaylanarak mühürlenen Sarraf iddianamesi ve ardından yürüyen yargı sürecinden anladığımız, 17 Aralık dosyası Bharara’nın soruşturmasına kaynak teşkil eden ana dokümanlardan biri. Hatta Bharara yargılamalar sırasında bu dosya daki dinleme kayıtlarını ve ifadeleri de ek delil olarak mahkemeye sundu. Bharara’nın bu göreve gelmesine eski patronu New York’lu Demokrat Senatör Chuck Schumer sağlamıştı. Schumer FETÖ bağlantılı kuruluş ve kişilerden binlerce dolar maaş aldığı gibi FETÖ’nün Washington’daki çatı kuruluşu Türk-Amerikan İttifakı’nın (TAA) toplantılarında da sık sık boy gösteriyordu. Schumer bugünlerde Senato’daki Demokratların lideri haline gelerek ABD’deki en önemli siyasi pozisyonlardan birini elde etmiş durumda.

Bu açıdan davaya bakan hakim Richard Berman meselesine de değinmek gerek. 17 Aralık sonrası FETÖ bağlantılı Yüksel-Karkın-Küçük Avukatlık Bürosu tarafından düzenlenen bir uluslararası sempozyuma katılan Hakim Berman burada yaptığı konuşmada 17 Aralık sürecinin yarıda bırakılmasını eleştirmişti. Sempozyum sırasında FETÖ ile ilişkili Cihan Haber Ajansı’na konuşan Berman burada da zamanın başbakanı Erdoğan’ı Anayasa’ya saygı duymamakla suçlamıştı. Berman açıklamalarında 17 Aralık sonrası hükümetin yaptığı müdahaleyi “oyun devam ederken kuralların değiştirilmesi” olarak nitelemişti. Konuyla ilgili 2014’te ihsas-ı rey yapan bu hakim başından beri Sarraf ve Çağlayan dosyasına bakıyor. Sarraf’ın savunma ekibinin ilk celsede İstanbul’a gittiğini söyleyen hakime neden redd-i hakim yapmadıkları ise henüz kimse tarafından çözülebilmiş değil.

Savcılık Ne Diyor?

Sarraf’ın ekibi başından beri bu ticari ilişkinin ABD ile ilgisi olmadığını vurguluyor. Sarraf ABD vatandaşı değil ve para transferleri de ABD’de yapılmamış. Dolayısıyla ABD ile bir ilgisi yok argümanını öne sürüyorlar. 17 Aralık dosyasındaki iddiaları kendi imkanlarıyla araştıran FBI ve savcılık makamı savunmanın dile getirdiği bu iddiaları kabul etmiyor. Uzun süre elinde pek çok para transferine dair delil olduğunu söyleyen savcılık nihayet bunların bir kısmını Çağlayan’ı ekleyerek güncellediği iddianamenin içine koydu. Savcılığa göre Sarraf ve ekibi gerçekleştirdikleri altın ihracatıyla elde ettikleri parayı ABD finansal sistemini kullanarak İran devletine ait satın almalar ve ödemeler yapmak için harcıyorlardı. Savcılık aynı zamanda ABD’nin yaptırımlarına dahil olmayan İran’ın temel ihtiyaçlarına yönelik satın almaların da yapılan asıl para transferlerini örtbas etmek için kullanıldığını, sahte belgeler yoluyla uluslararası finansal sisteme erişim sağlayarak İran’a para transferi yapıldığını öne sürüyor. Buradaki ana sorun Sarraf’ın bu transferler için ABD bankalarını muhbir banka olarak kullanması ve bu para transferlerinin çoğu kez ABD bankaları tarafından şüpheli olarak görülerek durdurulması. Türk-İranlı iş adamı aldığı uyarılara rağmen bu  ticarete devam ederek sadece yaptırımları delmekle değil kara para aklamak ve ABD bankacılık sistemini aldatmakla da suçlanıyor. İddianame “üst düzey Türk yetkililer” ve Zafer Çağlayan’ın bilgisi dahilinde Sarraf’ın doğal gaz ve petrol satın almalarının karşılığı olarak bu hizmetleri İran’a sağladığını iddia ediyor. Yani iddianame Türkiye Cumhuriyeti devletinin İran ile yaptığı bu alışverişi bir suç olarak değerlendiriyor.

Elbette Sarraf burada bir aracı ve iddianamede yer alan Türkiye’nin İran’la yaptığı ticaret ile ilgisi olmayan pek çok finansal işlemin de sahibi durumunda. Savcılık bu yüzden Sarraf ve avukatlarının “bu ABD’yi ilgilendirmez” argümanını desteksiz buluyor. Çünkü ellerinde onun ve ekibinin ABD finansal sistemi ve bankalarını ABD para birimiyle kullanarak İran’a mal ve hizmet alımı yaptığını gösterdiğini düşündükleri kanıtlar var. Ayrıca bu işlemler yapılırken karmaşık finansal hareketlerle ABD bankacılık sisteminin aldatıldığını iddia ediyorlar.

Bundan Sonra Ne Olacak?

Türkiye’nin itirazlarına rağmen ABD’deki bu dava sürmeye devam edecek. Özellikle Ekim sonu ya da Kasım başı jürili yargılamanın başlamasıyla Sarraf ve diğer tutukluların ifadelerinin değişme ihtimali var. Özellikle istenen onlarca yıllık cezaları düşününce bu kişilerin savcılık ile anlaşma yoluna gitmek istemeleri oldukça normal. Kaynaklar savcılığın 150’den fazla kişi için daha önce Avrupa Birliği ülkelerine tutuklama emri gönderdiğini söylüyor. Bu rakamın tam olarak ne olduğu belirsiz fakat isimlerin büyük bir bölümü FETÖ’nün 17 Aralık dosyasına koyduğu isimlerle aynı.

Türkiye tarafının kendi egemenlik haklarına müdahale olarak gördüğü bu davayı, Trump yönetimi üzerinde baskı kurarak durdurma ihtimali de yüksek değil. Trump’ın iç politikada geçirdiği zor günler, üzerindeki Adalet Bakanlığı soruşturması ve ABD kurumlarıyla medyasının sert muhalefeti yeni başkanın çalışma alanını zaten sınırlamış durumda. Trump’ın yürüyen bir davaya doğrudan müdahil olması düşünülemez. Fakat davanın sonlanması durumunda Trump bu kişileri affetme yetkisine sahip. Başka bir yol ise ikili anlaşma olabilir. Fakat iki ülke arasında imzalanacak bir anlaşma yoluyla bu meselenin halli gibi bir çözüm yolu da şu an için çok mümkün görünmüyor.

 

Dava Uluslararası Hukuka Aykırı

Hasan Yücel (SETA Washington)

İlk olarak İran’a karşı alınan yaptırım kararları, BM kapsamında veya herhangi çok uluslu bir çatı altında alınmadığından devletler hukuku pratiğinde pek karşılık ve destek bulmamakta ve tek taraflı nitelikte uygulanmaktadır. Amerikan hukukunda iddia edilen suçun temelini teşkil eden bu yaptırımların meşruluğu ise bu nedenle tartışmalıdır.

ABD’nin cezai yetkisinin, savcılar tarafından temel yetki prensipleri ile bağdaşmaz nitelikte uygulandığı söylenebilir. Genel yetki prensipleri olan ülkesellik ve vatandaşlık prensipleri uygulanmamış ve istisnai olarak dar anlamda koruma prensibi uygulanarak bir ülkenin vatandaşına başka bir ülkedeki çeşitli davranışlardan dolayı suç isnat edilmiştir. Bu prensibin uygulanışının bu zamana kadar absürt sonuçlara yol açtığı tarihteki yargılamalara bakılarak anlaşılabilir. Doktrinde çokça tartışılan bu prensibin başka devletlerin egemenlik haklarına tecavüz etmeden dar anlamda yorumlanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Somut olayda iddia edilen suçun, ABD’nin olmazsa olmaz bir çıkarına ya da koruduğu bir değere zarar vermediği açıktır.

Cezai sorumluluğun şahsiliği ilkesi gereği, devletler tarafından yürütülen işlemlerden ötürü kişilere, devlet tarafından gerçekleştirilen eylemlerin konusu suç teşkil etse bile bu kadar kolay bir şekilde suç isnat etmek mümkün değildir. Nitekim burada devlet işlemi, İran ile Türkiye arasında yapılan ticari işlemdir. Bu kişilerin burada rol oynadığı iddia edilse bile, bu işlemlerde karar alıcı makamda değillerdir ve bizzat kendi otoriteleri ile işlem gerçekleştirmemişlerdir. Kısacası bu işlemlerde birincil rol oynamadıkları için devletler arasında yapılan bu işlemlerden dolayı cezai sorumlu addedilmeleri uluslararası normlara uygun değildir.

Amerikan hukukuna baktığımızda ise devlet işlemlerinden dolayı şahısların, şirketlerin ya da herhangi bir kuruluşun sorumluluğundan bahsedilemez. Amerikan yargısında devletlerin işlemlerinden dolayı yargılanmasının mümkün olmadığını kabul eden bir doktrin (Act of State doctrine) mevcuttur. Bu doktrine göre her devlet diğer egemen devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı göstermek durumundadır. Herhangi bir dava konusu olarak ulusal mahkemelere getirmemesi gerekir. Somut olayda doğalgaz ve petrol alım ve satımı ile ilgili olarak bir devlet işleminin mahkemeye kişilerin işlediği bir suç olarak getirilmesi kabul edilemez. Ayrıca doğal hukuk bakımından da incelendiğinde benzer sonuca ulaşmak mümkündür.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası