Kriter > Dış Politika |

Amerika Büyük Bir Şaka


Amerika Büyük Bir Şaka Enis Batur’un seneler önce yazdığı ABD seyahatnamesinin adıydı. Kitabının bir bölümünde Batur hiç görmeyenlerinin dahi ABD’yi ne kadar fazla tanıdığını vurgulamıştı.

Amerika Büyük Bir Şaka

Amerika Büyük Bir Şaka Enis Batur’un seneler önce yazdığı ABD seyahatnamesinin adıydı. Kitabının bir bölümünde Batur hiç görmeyenlerinin dahi ABD’yi ne kadar fazla tanıdığını vurgulamıştı. Herkese aşina bir yerdi burası. Herkesin hakkında söyleyeceği şeyleri olan bir ülke. Kimileri için bir rüya, kimileri içinse her şeyin arkasında olan bir güç. Yarattığı sosyal, kültürel ve ekonomik etki ile adeta herkesin hayatına bir yerlerden girmiş bir coğrafya. Onun için herkesten biraz fazla tanıdık muamelesi görür ABD. ABD’den bu sebeple beklentiler de farklıdır ya da farklıydı.

Son yıllarda zihin kalıplarımızdaki bu ABD fazlasıyla kafa karıştırmaya başladı. Beklentileri karşılayamadığı gibi eskisinden daha muğlak bir hale dönüştü. ABD’yi anlamaya çalışanlar her kritik dönemeçte yeni bir şok yaşar oldular. Aslında çok da bilmediğimiz bir düzenek ile karşılaşmaya başladık. Dışa bakışında ve güvenlik algılayışında garip gelişmeler meydana gelmeye başladı. Senelerdir devam eden ABD’nin gerilemesi tartışmasında şimdiye dek eğitimin hali, altyapının dökülmesi ve rakiplerin gelişmesine odaklanılmıştı. Ama bunları aşan ve birçoklarının beklemediği şeyler yaşanmaya başladı. Kasım ayında seçimlerde ortaya çıkan sonuç başka bir ABD’nin varlığını, Rusya ile ilgili sonu gelmez dedikodular yer yer sistemin acziyetini, kabine üyeleri ile başkan arasında yaşanan ve kamuoyuna yansıyan görüş ayrılıkları ise temel mekanizmaların işleyemeyişini gözler önüne serdi.

Süper Gücün Basiretsizlikleri

Aslında bazılarına göre bunların hepsinin kendine göre açıklamaları vardı. Bir şekilde bu durumlar ve sorunlar rasyonelleştirilebiliyordu. Ancak mesele dünyanın süper gücü olan bir ülkeden bu yaşananların hiç beklenmiyor oluşuydu. Birçokları ABD’yi nedense hiç böyle bilmedik dediler. Ama aslında ABD, tarihinin büyük bir kısmında bu tip sorunlarla boğuşmuş bir ülkeydi. Savunma politikalarında kendi kendini sürüklediği bataklıklarla dolu olan, farklı kurumları arasındaki mücadelenin bazen devlet politikasının önüne geçtiği, yaşadığı dış politika krizleri sonrası kendisine en çok “İran’ı kim kaybetti?” ya da “Neden bizi sevmiyorlar?” tarzı sorular sormayı seven bir mekanizma. Tüm doğal kaynakları, dünya lideri üniversiteleri, inovatif enerjisi ve çekici gücüne rağmen mesele dış politika ve güvenliğe geldiğinde arka arkaya gelen basiretsizlikler içinde boğuşan bir güç.

2001’de Steve Jobs’un ilk iPod’unu piyasaya sürerek devrimsel bir süreci başlattığı yıl bir grup güvenlikçinin fikriyle Guantanamo Kampı’nı kurarak kendi liderliğini yaptığı normları yıkıyordu ABD. Dokuz bilim Nobel ödülünün sekizinin kendi üniversitelerinde çalışan hocalar tarafından alındığı 2003 yılında bir grup ideoloğun aklıyla Irak’ı işgal ederek tarihindeki en büyük fiyaskolardan birini yaşadı. 2004 yılında Facebook ve Firefox’un başladığı, NASA’nın Mars’ta ilk kez eskiden suyla temas eden taşları bulduğu yıl Abu Garib hapishanesindeki işkence görüntüleri yayılan bir ülke. Bazen bu farklı alanlarındaki asimetri ve tezat kötü bir şaka gibi geliyor insana. Tıpkı Enis Batur’un dediği gibi. Bazen daha da fazla kafa karıştırıyor.

ABD Hepimizi Birer Komplocuya Dönüştürüyor

ABD’nin politikalarına yüklemek istediğimiz anlamlar bizi neredeyse birer komplocuya dönüştürüyor. Aslında hepimiz biraz haklıyız. Eski başkan yardımcısının küresel ısınma konusundaki filmi için Nobel Barış Ödülü’ne layık görülüp yeni başkanının Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiş olması, hiçbir şey yapmadan Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Obama’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük trajediyi kayıtsız ve umarsızca izlediği bir durum var karşımızda. Anlamak anlamlandırmak konusunda zorluk yaşamamız olağan geliyor.

Sorun şu ki bu kadar yetişmiş insan gücüyle bu kadar sakar bir güvenlik siyaseti ve dış politika stratejisini kimse beklemiyor. Uygulanan her stratejinin uzun vadeli hedefler ışığında farklı etkenler göz önünde bulundurularak gerçekleşeceğine dair bir garip iyimserlik hali hakim hepimiz üzerinde. İzlenen yanlış ilişki biçimlerini bazen gerektiğinden fazla açıklamaya çalışıyoruz.

Türkiye bunu son üç-dört senedir yapıyor. ABD’nin ikili ilişkilerde izlediği politikaları anlamlandırmaya ve bir şekilde yanlışları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bundan üç sene önce ABD’nin YPG’ye askeri destek sağlamaya başlamasından bu yana Türk tarafı YPG’nin PKK ile aynı örgüt olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ayrıca YPG’ye mühimmat yardımı ve eğitim desteğinin Türkiye’nin güvenliği için risk teşkil ettiğini ve bir terör örgütünün başka bir terör örgütü ile ortadan kaldırılmasının sorunlu bir durum olduğunu ABD’ye açıklamaya çalışıyor. Aslında ABD başkentinde birçok yetkili de durumun az çok farkında. Uygulanan planın çıkış stratejisinin olmaması, bölgedeki etnik dengeleri rahatsız etmesi ve Türkiye gibi bir ülkeyle ilişkileri bu denli kötüleştirmesi gerçekte oldukça sıkıntılı bir tablo. Ancak ABD’li yetkililer onlara hiç yakıştırılamayan bir çaresizlik içinde bu politikaya devam ediyor.

Koskoca ABD YPG’den başka partnerinin olmadığını söyleyerek önemli bir stratejiyi bir terör örgütünün operasyonlarına rehine olarak bırakıyor. Diplomasi ve uluslararası ilişkilerin kitaplarını yazan, paradigmalarını belirleyen ve söylemi şekillendiren bir ülke kariyerist birkaç yetkilinin DEAŞ ile savaş planının peşine düşerek yarım yüzyıllık ittifakları sarsıyor. Aynı şekilde ne 15 Temmuz darbe girişiminin Türk toplumu ve hükümeti üzerinde yaşattığı travma ne de FETÖ’nün Türkiye için niye tehdit haline geldiği konusunda empati duymak istemiyor. Türkiye’nin bu konudaki talepleri karşısında sergilenen umarsızlığın ve güven ilişkilerinde yarattığı hasarın da farkında değilmiş gibi davranıyor. Bu olanlara rağmen Türkiye’den normal bir iletişim ve ilişki içinde hiçbir şey olmamış gibi davranmasını bekliyor. Büyük bir müttefikten beklenen ittifak ve güvenlik ilişkisinin kurulamamasının yaratacağı güven erozyonunu önemsemiyor görünüyor.

Türkiye ise şimdilerde daha dikkatli bir iyimserlik ile yaklaşıyor olanlara. Türkiye Kosova operasyonunu gerçekleştiren ABD’den Suriye’deki sivillerin de can güvenliği açısından bir güvenli bölge planına evet demesini bekledi. Tıpkı Suriye’deki kimyasal silah saldırısından sonra ABD’nin öncüleri arasında olduğu uluslararası bir norma ve verdiği “kırmızı çizgi”ye sahip çıkmasını beklediğinde olduğu gibi. Ya da tıpkı Mısır’daki darbeden sonra birkaç sene önce “tarihin doğru tarafı”nda yer almak olarak adlandırdığı, ondan birkaç sene önce de rejimleri yıkarak demokrasi getirmeye çalışan bir ülkeden en azından darbeyi kınamasını beklediği gibi.

ABD Her Geçen Gün Daha Fazla Kaybediyor

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı şaşkınlıklar yerini önce kırgınlığa bıraktı. Ancak ABD yönetimi için durum kontrolden çıkmış gibiydi. ABD’li yetkililer seneler öncesinin komplo teorilerine malzeme sağlamak istiyormuşçasına PKK’lılarla fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmaya başladılar. ABD’li askerlerin YPG armalı üniformaları Türkiye’de toplumsal hafızada yıllarca kalacak bir yer elde etti. Tam da ilişkilerin bundan sonra daha kötüleşemeyeceği düşüncesi içindeyken geçtiğimiz ay içerisinde bu sefer ABD elçiliğinden yapılan bir açıklamayla Türk vatandaşlarına Türkiye’de vize işlemlerinin durdurulduğu açıklandı. Bu noktada sebebin ne olduğunun çok da önemi kalmadı. ABD tüm istihbari savaşlarında ve ABD seçimlerine müdahale konusunda son zamanlarda yapılan soruşturmalarda Rusya’ya yapılmayan veya başka NATO müttefikine uygulanmayan bir durumu Türkiye’ye ve Türk vatandaşlarına uygulamış oldu. Kamuoyunda PKK ve FETÖ konusunda ABD’ye duyulan kızgınlık ve karar verme mekanizmalarında hissedilen güvensizliğin üzerine tuz biber olacak bir adımdı bu.

Vize meselesiyle bunu öneren ve uygulayan yetkililerin tam olarak ne elde etmek istediklerini bilmiyoruz. Tıpkı daha önceki adımlarında ABD’yi anlayamadığımız gibi. ABD’nin bu noktada Türkiye’de ikili ilişkiler ile ilgili olarak ciddi bir duygusal kırılmayı başardığını söylemek sanırım artık zor olmayacak. Son yıllarda bazı yetkilileriyle kamu diplomasi felaketlerine yol açan ABD bunun yeni bir örneğini sergiledi. Verilen kararın siyasi boyutu ikili görüşmeler ve karşılıklı mesajlaşmalarla bir şekilde yönetilip halledilebilir. Ancak attığı bu adımın Türk halkının farklı kesimlerinde ABD’ye karşı oldukça geniş bir olumsuz atmosferi durum dış politika yapıcılarını da uzun vadede ciddi bir baskı altına alacak.

Durum böyle devam eder ve ABD’nin tepkileri ile ilgili bu denli kafa karışmaya devam ederse Washington’ın senelerdir müttefiklerinin güvenilirliğini sorgulayan tavrının yerini artık ABD’nin güvenilirliğini sorgulayan bir hava alacak. Öngörülemez ve müttefiklerine bu denli hoyrat davranıyor olması gelecekte kurmak isteyeceği ittifak ilişkilerini de etkileyecek. Yaptıklarından duyulan şaşkınlık ve kızgınlık bunların birer kötü şakadan farklı olarak algılanmasına yol açacak. Herkes Batur’un kitabının tam isminde olduğu gibi Amerika büyük bir şaka, sevgili Frank, ama ona ne kadar gülebiliriz? sorusunu sormaya başlayacak. Asıl ABD gerilemesi işte o zaman hızlanacak. ABD’nin müttefiklerini cezalandırmak için seçtiği araçlar kendini köşeye sıkıştırdığı ve artık güvenilmekte zorluk çekilen bir süper güç olarak adlandırılmaya başladığı zaman. Vize krizinin alacağı şekil köprüden önceki son çıkış olabilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası