Ortadoğu siyasetinde son birkaç yıldır öne çıkan ittifaklar arasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan yakınlaşması dikkat çekmektedir. Bu ittifak özellikle 2015’te Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın hayatını kaybetmesi ve ardından Kral Selman’ın iktidara gelmesini izleyen süreçte hızlı bir derinleşme sürecine girmiştir. Bunda Kral Selman’ın oğlu Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan siyasetinde başat aktör haline gelmesi ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’le yakın bir koordinasyon içerisinde olması büyük rol oynamıştır.
Bir yönüyle BAE’nin başını çektiği bu ittifak, kısa süre içerisinde Mısır ve Bahreyn’i de içerisine alarak bir eksen olarak karşımıza çıkmıştır. Her ne kadar birçok kırılganlığı barındırsa da BAE-Suudi ekseni, bölgesel politikalarda ortak hareket etmiş, Yemen’den Libya’ya, Türkiye, İran ve Katar karşıtlığına ve İsrail’le yakınlaşmaya kadar birçok alanda aynı dış politika çizgisini izlemiştir.
Suud’da Değişim Sinyalleri
Bu eksenin ortak hareket ettiği dış politika konularının başında Türkiye karşıtlığı gelmektedir. Bu durum 2016’da Türkiye’de yaşanan darbe girişimini izleyen süreçte çok daha keskin bir hal almıştır. Öyle ki bu eksenin Birleşik Arap Emirlikleri’nin darbe girişimini desteklemek amacıyla bazı finansal araçları da kullandığı birçok defa uluslararası alanda dile getirilmiştir. 2017’de Riyad ve Abu Dabi’nin öncülüğünde Katar’a karşı başlatılan abluka sürecinde de Doha yönetiminin Türkiye ile olan iş birliği gerekçe gösterilmiş ve Türkiye’nin bu ülkedeki askeri üssünün kaldırılması talep edilmiştir. BAE-Suud eksenli ittifak, izleyen süreçte de Türkiye karşıtı politikalarını devam ettirirken, Doğu Akdeniz, Afrika Boynuzu, Libya, Suriye, Irak ve son dönemde de Mağrib bölgesinde bu yönde politikalar izlemeyi sürdürmüştür.
Öte yandan esasında bu ittifak üyelerinin özellikle Türkiye karşıtlığı bağlamında tam anlamıyla örtüşen bir motivasyona ve karşıtlık politikasının izlenmesi konusunda farklı iradelere sahip olmadığı da görülmektedir. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye’ye karşı tam anlamıyla ve her veçhesiyle bir cephe açmışken, Suudi Arabistan’ın Abu Dabi’den bu anlamda belirli konularda ve belirli dönemlerde farklılaştığı söylenebilir. Bu durum BAE liderliğinin yaklaşımıyla ilintili olduğu kadar, Suudi Arabistan yönetimi içerisinde de Türkiye’ye karşı farklı yönelimlerin oluşunun bir sonucudur. Bu anlamda özellikle BAE ile yakın ilişkilere sahip aktörlerin Türkiye karşıtlığı konusunda keskin bir duruşa sahip olduğu bilinirken, Suudi müesses nizamının bu anlamda daha temkinli bir yaklaşımı benimsediği söylenebilir. Nitekim ilişkilerin geçmişine bakıldığında her ne kadar birçok farklılığa sahip olsalar da Türkiye ve Suudi Arabistan liderliklerinin karşılıklı iyi ilişkilere büyük önem verdiği ve bu dostane ilişkilere zarar gelmemesi için azami dikkat gösterdiği gözlemlenmektedir. Ancak 2018’de Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesini izleyen süreçte Türkiye’nin cinayetin sorumlularının adalet önüne getirilmesi konusunda net bir tutum izlemesi, Suudi yönetimi içerisindeki bir kısım aktörleri Ankara’ya karşı daha da sert bir tavır içerisinde olmaya itmiştir. Dolayısıyla Suudi Arabistan’daki Türkiye karşıtlığının yönetim çevrelerindeki belirli klikler tarafından yönlendirildiği ve bu nedenle bu durumun Suudi liderliğine ya da toplumsal aktörlere teşmil edilmemesi gerektiği vurgulanmalıdır.
Biden’a Hazırlık mı?
Bu kapsamda geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan bazı gelişmelerin özellikle ABD başkanlık seçimini Demokrat aday Joe Biden’ın kazanması sonrasında yaşanması, Suudi Arabistan’ın Biden dönemindeki politikaları hakkında da fikir verebilecektir. Türkiye ile ilişkiler konusunda, Türkiye’de yaşanan İzmir depremi sonrasında Kral Selman’ın “Türkiye’deki kardeşlerimize” ifadesini de kullanarak yardım yapılması talimatını vermesi önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilecektir. Suudi Arabistan’ın yardım talimatından önce BAE’nin aksine, Türkiye’ye başsağlığı dileyen ülkeler arasında da yer aldığını hatırlatmak gerekir. Bu ilk adımın ardından, Suudi Arabistan’ın dönem başkanlığında çevrimiçi video konferans yoluyla düzenlenen G-20 Zirvesi öncesinde Kral Selman ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşmiş ve iki lider G-20 Zirvesi'ne ilişkin değerlendirmelerin ardından, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi ve var olan sorunların halli konusunda görüş alışverişinde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kral Selman arasında diyalog kapısının açık bırakılması, iki ülke ilişkilerinin şekillenmesi konusunda da olumlu sinyaller olabileceğini göstermektedir. Bu anlamda yaşanan bir diğer gelişme de, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan’ın verdiği bir demeçte kullandığı ifadeler ile netleşmiştir. Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Türkiye ile “mükemmel” ilişkilere sahip olunduğunu belirtmiştir. Bunun yanında, bir süredir yarı resmi kaynaklarda da dile getirilen Suudi Arabistan’da Türk ürünlerine uygulanan boykot konusuna açıklık getiren Bakan, Türk ürünlerinin gayri-resmi anlamda boykot edildiğinin doğru olmadığını belirtmiştir.
BAE’nin Tercihleri
Türkiye ve Suudi Arabistan arasında yaşanan olumlu gelişmelere karşın BAE’nin Ankara’ya yönelik stratejisinde yapıcı bir tutuma halen rastlanılmamaktadır. Aksine, BAE’nin son dönemlerde, Türkiye ile sorun yaşayan ülkeler olan Yunanistan, Ermenistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini artırma ve diplomasi faaliyetlerini yoğunlaştırma yolunu tercih ettiği görülmektedir. Nitekim bu anlamda, BAE yetkilileri Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan’ı ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis’i ve beraberlerindeki heyetleri BAE’de ağırlamış ve iki ülke ile de ilişkilerin geliştirilmesi ve ortak çıkarların korunması hususlarında görüşmeler gerçekleştirmiştir. BAE, bu ülkeler ile ilişkilerini geliştirirken, aynı zamanda gerek Dağlık Karabağ savaşında Ermenistan yanlısı bir politika takip etmesi, gerekse Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile ortak hareket etmesi, Türkiye’nin bölgesel politikada hedef alındığını göstermektedir. Muhammed bin Zayid ile Kyriakos Mitsotakis’in görüşmesinin ardından BAE-Yunanistan arasında imzalanan çeşitli anlaşmalar ve ortak iş birliği bildirgesi, iki ülke arasındaki ortaklığı sadece reaktif politikaların gereklilikleri değil, bölgede istikrarsızlığın tetiklenmesi anlamında uzun dönemli bir fikir birliği olarak okunabilecektir. BAE, Yunanistan, Ermenistan ve GKRY’nın yanında son dönemde Fransa liderliği ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile de sıkı bir tutum birliğine girmiş ve Doğu Akdeniz, Dağlık Karabağ ve Libya konularında Fransa’nın istikrarsızlaştırıcı politikalarına destek vermiş ve bu anlamda bütün cephelerde Türkiye’nin karşısında durmuştur.
Görüldüğü gibi Suudi Arabistan ve BAE’nin son dönemdeki tutum değişiklikleri, Türkiye’ye karşı politikaları da etkilemektedir. Türkiye’nin yanında Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen’de de tutum birliğinden daha çok ayrılmaya ve ortaklıkta bir kopuşa doğru seyrettiği belirtilebilir. Nitekim, Şubat 2020’de BAE’nin Yemen’deki askerlerini çekmesi ile başlayan ilişkilerdeki soğukluk ve kısmi güvensizlik iklimi, özellikle BAE’nin bölgede İran’ı direkt olarak suçlayıcı retorik kullanmaması ile de ilgilidir. Bu anlamda Suudi Arabistan, BAE’nin Yemen’deki tutumlarının ve İran’a karşı politikalarının kendisine yüklediği yüklerden rahatsızdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde BAE’nin İran’a yönelik politikasının da Suudi Arabistan’ı rahatsız ettiği ve iki ülke arasındaki ittifakı zedeleyen bir durum olduğu söylenebilir.
Bunun yanında, son dönemde İsrail ile normalleşme hareketlerini başlatan ve bu anlamda Bahreyn ve Sudan gibi ülkeleri de yanına çeken BAE’nin Suudi Arabistan ile ortak vizyonu terk edip bölge liderliğine yönelik politika izlediği fikri Suudi Arabistan’da rahatsızlık oluşturmaktadır. Nitekim, İsrail ve BAE arasında yaşanan normalleşme sonrasında, Suudi Arabistan üzerinde normalleşme konusunda bir baskı oluşmuş ve Suudi Arabistan daha sonra İsrail ile normalleşme anlaşması imzalasa dahi bölge ülkelerinin ardından bu hamleyi gerçekleştirdiği için bölge liderliği politikası prestij kaybı yaşayacaktır. Bütün bunlar dikkate alındığında, normalleşme konusunda da Suudi Arabistan’ın BAE’ye karşı rahatsızlık hissettiği belirtilebilir.
Yumuşak Zeminde Netleşen Cepheler
Ortadoğu’da son yıllarda bölgesel sonuçları dikkate alındığında en önemli ittifaklardan bir tanesinin Suudi Arabistan ve BAE arasında olduğu belirtilebilir. Fakat her müttefiklik ilişkisi gibi, Suudi Arabistan ve BAE ittifakı da kendi içinde sorunlar barındırmaktadır. Nitekim, son dönemde yaşanan gelişmeler sonrasında bu ittifakın sorunları daha fazla gün yüzüne çıkmış ve ülkelerin bireysel dış politika hamleleri bu ittifak üzerinde zedeleyici etki doğurmuştur. Bu durum ve ayrışan ajandalar göz önünde bulundurulduğunda BAE-Suudi Arabistan ittifakının önümüzdeki dönemde daha da zayıflayacağı belirtilebilir. İsrail normalleşmesi sonrası Arap halkları nezdinde prestijinde zedelenme yaşayan BAE’nin yalnızlaşma endişesi yaşaması da muhtemeldir.
Suudi Arabistan-BAE ittifakı içerisinde, bölgesel rekabet bağlamında Türkiye, İran ve Katar’ın hedef alınması, ittifak içerisindeki denklemlerde evrilen bir görüntü çizmiştir. 2017’deki Katar ablukası sırasındaki sert pozisyondan uzaklaşma eğilimindeki Suudi Arabistan’ın Körfez krizinin çözümü konusunda diyaloğa açık kapı bıraktığı gözlemlenirken, BAE’nin diyaloğu reddederek krizin çözümü yönünde bir adım atmaktan yana olmadığı görülmektedir. Bu durum BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf El-Utayba’nın kasımda İsrail’in INSS isimli düşünce kuruluşuna verdiği mülakatta da açık biçimde görülmektedir. Bu açıklamalar da göz önünde bulundurulduğunda BAE’nin Körfez’deki krizin çözümüne dair yapıcı bir tutum içerisinde olma ihtimalinin düşük olduğu söylenebilir.
İttifakın Türkiye’ye yönelik politikası bağlamında BAE ve Suudi Arabistan nezdinde farklı politikalar izlenmeye başladığı belirtilebilir. Yukarıda da bahsedildiği gibi son dönemlerde henüz yetersiz seviyede de olsa Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye yönelik olumlu girişimleri olmuş ve Türkiye de bu konuda diyaloğa açık olduğunu her fırsatta değerlendirmişti. Fakat BAE’nin, sorunlar karşısında çözüm odaklı bir stratejinin aksine sorunların parçası olma konusunda çaba sarf ettiği görülmektedir. BAE bu anlamda, Türkiye ile sorun yaşayan bölgesel aktörler ile sıkı iş birlikleri geliştirmeye çalışmakta ve bunu dile getirmektedir.
Türkiye’nin BAE’den beklentisi, çatışmacı dili ve eylemleri terk edip, yapıcı ve iş birlikçi bir tutum içerisinde olmasıdır. Türkiye halen BAE ve Mısır gibi bölgenin önemli aktörleriyle iş birliğine fırsat verme konusunda isteklidir. Bunun açık bir göstergesi Suudi Arabistan’ın olumlu ve yapıcı yaklaşımına karşı Ankara’nın da benzer bir tutum içerisinde olacağına dair işaretlerin verilmesidir. Türkiye söz konusu ülkelerle ilişkilerin olması gerektiği gibi dostane ve müttefiklik bağlamı çerçevesine oturtulması konusunda üzerine düşeni yapacaktır.