Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 18 Eylül 2024 tarihli özel oturumunda İsrail'in Filistin topraklarındaki yasa dışı işgalini bir yıl içerisinde sona erdirmesi çağrısı yapan bir karar aldı. Bu karar esasen, Uluslararası Adalet Divanı’ın (UAD) 19 Temmuz 2024’te açıkladığı ve İsrail’in işgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki eylemlerini konu alan hukuki görüşüne dayanıyor. UAD’nin söz konusu kararı, devletler için tavsiye niteliğinde olsa da, Genel Kurul’un bu karara dayanarak ve büyük bir çoğunlukla işgale karşı süre belirterek bir karar alması tarihi bir öneme sahip.
Uluslararası Yargı ve İsrail’in Eylemleri
İsrail’in 1948’te kuruluşunun bizatihi kendisinin oluşturduğu hukuk ihlalleri bir yana, ilanından bu yana gerçekleştirdiği eylemler de ağır uluslararası hukuk ihlallerine yol açmış ve açmaya devam etmektedir. Uluslararası siyasi mekanizmaların durduramadığı ya da durdurmadığı İsrail’e karşı hukuki süreçler de çoğu kez işlememiştir. Kuruluşunda olduğu gibi sonrasında başta ABD olmak üzere bazı başat güçlerin karşılıklı çıkar üzerinden İsrail’e tanıdıkları bu ayrıcalıklı statüye rağmen, özellikle BM ve az sayıda devlet, İsrail’e karşı istisnai de olsa bazı hukuki süreçlerin işletilebilmesini sağlamış ve sağlamaktadırlar.
2003’te BM Genel Kurulu’nun bir danışma görüşü talebi ile İsrail’in eylemleri ilk kez UAD önüne getirilmiştir. BM Genel Kurulu 8 Aralık 2003’te aldığı karar ile “İşgal altındaki Filistin topraklarında İsrail’in duvar inşasının hukuki sonuçları”nın ne olduğuna dair Divan’dan hukuki görüş talep etmiştir. Hukuki görüşleri BM organları için bağlayıcı olan Divan, 9 Temmuz 2004’te açıkladığı istişari görüşünde İsrail'in Filistin halkının kendi kaderini tayin (selfdeterminasyon) hakkını ve insan hakları hukuku kapsamındaki bireysel haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir.
Nispeten yakın zamanda İsrail’e karşı başlatılan ikinci hukuki süreç, Filistin Devleti’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden (UCM) 13 Haziran 2014'ten itibaren “işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere” işlenen suçları soruşturmasını talep etmesi ile başlamıştır. Filistin bu talebini 1 Ocak 2015’te yapmış, daha sonra da UCM Statüsü’ne taraf olarak soruşturmaların devam etmesini talep etmiştir. Ön incelemesinden sonra savcı, 3 Mart 2021’de, Filistin Devleti'ndeki duruma ilişkin soruşturmanın açıldığını duyurmuş, I Numaralı Ön Yargılama Dairesi ise, 5 Şubat 2021'de verdiği kararla yargı yetkisinin Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Gazze ve Batı Şeria dahil Filistin’in işgal altındaki toraklarını da kapsadığına karar vermiştir. Dolayısı ile Mahkeme’nin yargı yetkisi İsrail’in Gazze’ye 7 Ekim 2023’ten bu yana gerçekleştirdiği saldırıları da kapsamaktadır.
İsrail’e yönelik başlatılan üçüncü hukuki süreç, BM Genel Kurulu’nun UAD’den bir kez daha danışma görüşü talep etmesi ve bu talebini 20 Ocak 2023’te Divan’a iletmesi ile başlamıştır. Türkiye’nin de görüşlerini sunduğu bu hukuki süreç, 19 Temmuz 2024’te UAD’nin görüşünü açıklaması ile tamamlanmıştır. Talebinde Genel Kurul, BM Şartı da dahil olmak üzere uluslararası hukukun kural ve ilkelerini, uluslararası insancıl hukuku, uluslararası insan hakları hukukunu, Güvenlik Konseyi, Genel Kurul ve İnsan Hakları Konseyi’nin ilgili kararlarını dikkate alarak İsrail'in 1967'den bu yana işgal altında tuttuğu Filistin topraklarının uzun süreli işgalinden, yerleşiminden ve ilhakından, demografiyi değiştirmeyi amaçlayan önlemler de dahil olmak üzere doğan hukuki sonuçlarının neler olduğunu sormuştur.
UAD’nin 19 Temmuz 2024’te açıkladığı ve “İsrail'in Doğu Kudüs dahil İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki Politika ve Uygulamalarından Kaynaklanan Hukuki Sonuçlar”a ilişkin danışma görüşünde Divan, bir kez daha Filistin ülkesinin sınırlarını, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkını teyit etmiş, İsrail’i işgalci güç olarak nitelendirerek, derhal bu işgale son vermesi gerektiğini, İsrail’in uzayan işgal dolayısıyla ortaya çıkan tüm zararlardan da sorumlu olduğunu belirtmiştir. Diğer devletler bakımından ise uluslararası hukuka aykırı İsrail eylemlerini tanımama, destek olmama, bilakis hukukun gerçekleşmesine yardımcı olma yükümlülüklerini hatırlatmıştır.[1]
İsrail’e karşı en önemli yargısal süreç ise, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin 29 Aralık 2023'te, İsrail'in Gazze Şeridi'nde 7 Ekim 2023’ten bu yana gerçekleştirdiği saldırılarla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme (Soykırım Sözleşmesi) kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği iddiasıyla UAD önünde başlattığı süreçtir. Başvuruda ayrıca Divan’dan, "Filistin halkının Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki haklarına daha fazla, ciddi ve telafisi mümkün olmayan zarar gelmesini önlemek" ve "İsrail'in Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak" amacıyla geçici tedbirlerin belirtilmesini de talep etmiştir. Divan şu ana kadar 26 Ocak 2024, 28 Mart 2024 ve 24 Mayıs 2024’te İsrail’in alması gereken önleyici tedbirleri içiren kararlar almıştır.
Kararlarında Divan, sivillere saldırıların durdurulmasını, soykırıma yol açacak türden eylemlerin yapılmamasını, insani yardımların sivillere ulaşmasının engellenmemesini ve Refah’a yönelik askeri operasyonların derhal durdurulmasını emretmiştir. İsrail’in günümüze kadar bu kararlardan hiçbirisine uymadığı görülmektedir. Türkiye’nin de Güney Afrika Cumhuriyeti lehine müdahil olma başvurusunda bulunduğu Divan önündeki yargı süreci devam etmektedir.
Genel Kurul’un Tarihi Kararı
BM Genel Kurulu, UAD’nin yukarıda bahsedilen ve 19 Temmuz 2024’te verdiği danışma görüşü üzerine, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline 12 ay içinde son verilmesini talep eden bir karar tasarısını ele almak için 17 Eylül’de başlayan olağanüstü özel bir oturum düzenlemiştir.
Filistin Devleti tarafından sunulan metnin[2] maddelerine göre Genel Kurul, İsrail'in İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda uzun yıllardır devam ettirdiği yasa dışı varlığını, kararın kabulünden itibaren en geç 12 ay içinde sona erdirmesini, tüm yeni yerleşim faaliyetlerini derhal durdurmasını ve tüm yerleşimcileri İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndan tahliye etmesini talep etmekteydi. Metinde ayrıca, Genel Kurul’un, İsrail'in işgalinin 1967'de başlamasından bu yana ele geçirdiği toprakları iade etmesini ve yerinden edilen Filistinlilerin evlerine dönmelerine izin vermesini talep edilmekteydi. Metin, Genel Kurul’un İsrail'in uluslararası hukuk kapsamındaki tüm yasal yükümlülüklerine gecikmeden uymasını da talep etmekteydi.
Karar tasarısı diğer devletlerden, İsrail'in İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndaki yasa dışı varlığını yasal olarak tanımamalarını, İsrail tarafından meydana getirilen yasa dışı durumun sürdürülmesine yardımcı olan ticaret veya yatırım ilişkilerini durdurmalarını ve engellemelerini talep etmekteydi.
Genel Kurul’da yapılan görüşmelerde, Genel Kurul Başkanı Philémon Yang’ın da (Kamerun) ifade ettiği gibi, hem İsrail hem de Filistin için kalıcı barışın temelini, “adalet ve hukukun üstünlüğü” oluşturacaktır. Bu bağlamda Gazze’de devam eden durum nedeni ile gerçekleşen ölümler ve yaşanan diğer insani dramların da gözden uzak tutulmaması gerekmektedir.
Filistin Devleti Daimi Gözlemcisi, kontrolsüz, caydırılmamış İsrail dokunulmazlığının, yalnızca daha fazla Filistinlinin öldürülmesine, sakatlanmasına ve gözaltına alınmasına yol açacağını ve Filistin sorunu için adil bir çözümün, barış için olmaz ise olmaz bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Temsilci, “Biz sizden daha fazlasını istemeyen ancak daha azını kabul edemeyen bir milletiz” ifadelerini kullanmıştır.
Metne şaşırtıcı olmayan bir şekilde karşı görüş ifade eden İsrail temsilcisi, “Belki unuttunuz, ancak bu savaşı biz başlatmadık ve biz seçmedik” diyerek esasen sanki her şey 7 Ekim’de başlamış ve İsrail’in Gazze’de öteden beri ve özellikle de 7 Ekim’den bu yana yürüttüğü insani kıyımın sözüm ona bir mazereti olabilecekmiş gibi bir izlenim vermeye çalışmıştır. Yine beklendik bir şekilde HAMAS’ı ve eylemlerini “terörizm” olarak niteleyerek 7 Ekim 2023'te gerçekleşen eylemleri “terörizm” olarak niteleyip kınanmasını talep etmiştir.
İsrail yönetimi, 19 Temmuz 2024’te UAD tarafından verilen kararı dahi “kusurlu” olarak niteleyerek kendi çıkar dünyası dışında adaleti ve hiçbir kurumu tanımadığını bir kez daha göstermiş oldu. Hatta muhtemel BM Genel Kurulu kararını “diplomatik terörizm" olarak niteleyecek kadar ileri gitmiş, Genel Kurul üyesi devletlerin ezici çoğunluğunu bu yakışıksız ifade ile bir nevi itham etme “cesaretini” göstermiştir. İsrail temsilcisi 2015’ten bu yana Genel Kurul’un İsrail’i kınayan 155 kararına karşı diğer bütün ülkelerin kınandığı karar sayısının 88 olmasını sanki İsrail’e karşı taraflı bir tutummuş gibi sunmuş ancak temsilci bu gerçeği ifade ederek aslında adaletin ibresinin İsrail’in anlayış ve uygulamalarının tam tersini gösterdiğini de ifade etmiş oldu.
Nitekim Genel Kurul görüşmeleri esnasında birçok üye devlet, Mahkeme tarafından verilen tavsiye görüşünün uygulanmasının, İsrail'in yasa dışı varlığını sona erdirmesi ve yerleşim faaliyetlerini durdurması anlamına geldiğini vurgulayarak desteklerini açıklamışlardır.
İslam İşbirliği Teşkilatı adına konuşan Kamerun temsilcisi, “İsrail’in Filistin’in yasa dışı işgaline son vermek için pratik önlemlerin alınmasının zamanı geldi” vurgusunu yapmıştır. Bağlantısızlar Hareketi (Non-Aligned Movement-NAM) adına konuşan Uganda delegesi, İsrail tarafından İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda yürütülen politikaların ve önlemlerin uluslararası hukukun ciddi ihlallerini oluşturduğunu belirterek İsrail'i, özellikle Dört Numaralı Cenevre Sözleşmesi’ni de içerecek şekilde yasal yükümlülüklerine tam olarak uymaya çağırmıştır. Arap Grubu (the Arab Group) adına konuşan Suriye temsilcisi, İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği suçları ve İsrail'in Lübnan ve Suriye'ye yönelik devam eden saldırganlığını kınadıklarını, kendi devleti adına da “İsrail bölgemizdeki istikrarsızlığın ana nedeniydi ve hâlâ öyle” görüşünü ifade etmiştir.
İran temsilcisi, İsrail “rejiminin” temsilcisinin bugün yaptığı açıklamada yasa dışı işgale değinmemesinin “şaşırtıcı olmadığını” oysa bu “toplantının birincil odağının” İsrail’in işgali olduğunu hatırlatarak her şeyin sanki geçen yıl başlamış gibi sunulmaya çalışıldığına dikkat çekmiştir. Bu bağlamda İran temsilcisi, Filistin Devleti’nin sadece BM’ye tam üye olarak kabul edilmesinin yetmediğini, aynı zamanda tüm üye devletlerin İsrail’in BM üyeliğini Kurucu Antlaşma’nın 6. maddesi uyarınca yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini ifade etmiştir.
Mısır temsilcisi İsrail’in “çok ileri gittiğini” vurgulayarak 40 binden fazla insanı öldürdüğünü, 94 binden fazla Filistinliyi yaraladığını ve bu yetmezmiş gibi insani yardımların ulaştırılmasını engellediğini vurgulamış, Şili delegesi ise üst düzey İsrailli yetkililerin, Gazze'de yaşayan herkesin öldürülmesi çağrısına dikkat çekmiştir. Portekiz temsilcisi, Gazze'deki benzeri görülmemiş insani felaket için derin endişelerini dile getirmiş, Malezya temsilcisi, Filistinli çocukların hiçbir çocuğun deneyimlememesi gereken dehşetlere maruz kaldığını vurgulamış ve Gazze'deki savaşın, 1948 Nakba'sından bu yana Filistinlilere karşı gerçekleştirilen en kötü vahşet olduğunu belirtmiştir.
Türkiye’nin BM temsilcisi Büyükelçi Ahmet Yıldız, Filistin Devleti'nin Genel Kurul'a sunduğu ilk karar tasarısı olması ve "Filistin halkının adalet arayışında önemli bir adımı simgelemesi" nedeniyle yaklaşan oylamanın "tarihi" öneme sahip olduğunu vurgulamış, sunulan metnin kabul edilmesi halinde, Filistin’de uzun süredir devam eden adaletsizliklerin düzeltilmesi adına oluşan geniş uluslararası toplum desteğinin sembolü olacağını ifade etmiştir.
ABD temsilcisi, yine şaşırtıcı olmayan bir yaklaşımla metni, Filistin halkının acısını hafifletmek için “hiçbir şey yapamayacak sembolik bir jest” olarak küçümseyen açıklamalar yapmış, hatta delegeleri metne karşı oy kullanmaya çağırmıştır. ABD’nin çözüme giden yoldan ne anladığına dair bilgiler de içeren açıklaması, esasen her zamanki gibi adalet anlayışından yoksun, İsrail’in adaletsiz uygulamalarını yasallaştırmaya çalışan unsurlarla dolu olmuştur. İsrail-Filistin çatışmasının “barış için toprak” yaklaşımına dayandırılması gerektiğini öne sürerek, İsrail’in işgal ettiği toprakları yasallaştırmayı amaçladıklarını açıkça ifade etmiş oldu.
Açıklamalardaki bir kısım unsur da ABD’nin “dostlar alışverişte görsün” babından süslü ifadeler içeren ama altında adaletsizlikler bulunan yaklaşımlara işaret etmektedir. Örneğin, çözümün “iki taraf arasındaki müzakereler yoluyla” bulunmasını savunan ABD, bunun esasen mazlumla saldırganı baş başa bırakarak saldırganın istediğini almasını sağlama yöntemi olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Yine ABD şaşırtıcı olmayan bir şekilde HAMAS’ı terörist ilan ederken UAD’nin görüşünü de dayanaksız bir şekilde “tek taraflı” olmakla itham etmiş, yani adaletin önünü tıkamada İsrail ile birlikte hareket etiğini bir kez daha göstermiştir.
UAD önünde İsrail’e karşı soykırım davası açan Güney Afrika Cumhuriyeti temsilcisi, Genel Kurul’un söz konusu oturumunun konusu olan görüşü bizzat talep eden organ olduğunu hatırlatarak, “Bunu yaptık çünkü BM Üye Devletleri olarak birbirimizi sorumlu tutma ve Mahkememiz ile Örgütümüzün yasal kararlarına ve görüşlerine saygı gösterilmesini ve uygulanmasını sağlama sorumluluğumuz var" diyerek esasen önemli bir hususun altını çizmiş oldu. Zira UAD’de danışma görüşü Genel Kurul tarafından talep edilmekte ve Divan’ın görüşleri BM organları için bağlayıcı bir niteliğe sahip olmaktadır.
Bir gün sonra, 18 Eylül’de devam edilen oturumda karar önerisi ezici bir çoğunlukla kabul edilmiştir.[3] Böylelikle, BM Genel Kurulu, İsrail'in Filistin topraklarındaki yasa dışı işgalini bir yıl içinde sona erdirmesi çağrısı yapan bir kararı büyük çoğunlukla kabul etmiş oldu. Bağlayıcı olmayan karar, 124'e karşı 14 karşı oyla kabul edilmiş, 43 ülke çekimser kalmıştır.
Karşı oy kullanan ülkeler Arjantin, Çekya, Fiji, Macaristan, İsrail, Malavi, Mikronezya, Nauru, Palu, Papua Yeni Gine, Paraguay, Tonga, Tuvalu ve ABD olmuştur. Görüldüğü gibi karşı oyların çoğunluğu, adı pek duyulmamış küçük ülkelere aittir. Fransa, Finlandiya ve Meksika da dahil olmak üzere birçok ABD müttefiki, karar lehine oy kullanmışlardır. Avustralya, Avusturya, İtalya, Kanada, Hindistan, Hollanda, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin karşı oy kullanmayıp çekimser kalmaları, alınan karara, bütün baskı ve manipülasyonlara rağmen uluslararası kamuoyunun desteğinin ne derece güçlü olduğunun önemli bir göstergesi olmuştur.
Bütün bu özellikleri ile karar, Filistin Devleti’nin oylama sonrasında ifade ettiği gibi "tarihi"dir. Ancak, arkasındaki destek ile kurulduğundan bu yana hukuku uygulamamayı ulusal politikası haline getirmiş İsrail, uluslararası kamuoyunun gittikçe güçlenen sesine ne kadar daha direnecektir? Bundan sonra İsrail’e ve bu bağlamda ABD’ye düşen, İsrail’in işgaline ve eylemlerine uluslararası kamuoyunda bu derece karşı durmasına rağmen, işgalin ne kadar daha götürülebileceğinin sorgulanmasıdır. Sıklıkla vurguladığımız gibi İsrail’in saldırganlığının, adaletsizliğinin ve suçlarının durdurulmasının en güçlü yolu, bu eylemler karşısında insani koalisyonun güçlendirilmesi olacaktır.
[1] “Legal Consequences Arising from the Policies and Practices of Israel in the Occupied Palestinian Territory, Including East Jerusalem”, UAD, 19 Temmuz 2024, https://www.icj-cij.org/sites/default/files/case-related/186/186-20240719-adv-01-00-en.pdf, (Erişim tarihi: 10 Temmuz 2024).
[2] Belge A/ES-10/L.31/Rev.1
[3] Bakınız, https://news.un.org/en/story/2024/09/1154391