Kriter > Dış Politika |

Çevrelenmesine Gerek Kalmayan Rusya ve Iskartaya Çıkan Avrupa


ABD yönetimi, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’yi kişisel olarak hedef alırken bir yandan da Ukrayna’yı, nadir bulunan toprak elementleri başta olmak üzere tüm yer altı kaynaklarına el koyacağı bir barışa zorluyor. Ancak burada meseleyi yalnızca Ukrayna ölçeğinde değerlendirmek, karşı karşıya olunan paradigma değişiminin tüm cephesini görmeyi engelleyecektir. ABD, Ukrayna politikasını değiştirerek, Avrupa güvenlik mimarisini de baştan aşağı sarsıyor.

Çevrelenmesine Gerek Kalmayan Rusya ve Iskartaya Çıkan Avrupa

ABD’nin yeni yönetiminin, Birinci Soğuk Savaş vesilesiyle Avrupa’da edindiği kurumsallaşmış müttefikleri ile yeniden şekillenen ilişkilerine dair dinamikleri değerlendirmemin istendiği bu yazıyı yazmaya başladığım 22-23 Şubat günleri, aynı zamanda ABD’nin Atlantik ötesi ilişkilerini belirleyen dramatik bir olayın da 79’uncu yıldönümüne tesadüf etti. 22 Şubat 1946 günü Moskova saatiyle 21 sıralarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ndeki ABD Büyükelçiliği’nden Washington’daki Dışişleri Bakanlığı binasına tarihin en uzun telgrafı akmaya başlamıştı. 8 bin vuruşluk bu telgraf, Birinci Soğuk Savaş’ta ABD politikalarının temel parametrelerini belirleyecek ve gönderen kişinin ismi ile anılacaktı: “Kennan Telgrafı”.

Özetlemek gerekirse Moskova’daki ABD Büyükelçiliği’nde maslahatgüzar olarak görev yapan John F. Kennan bu telgrafta, Sovyet lideri Stalin’in politikalarına karşı izlenmesi gereken politikayı tarif etmekteydi. Acilen SSCB’ye yönelik bir çevreleme politikası inşa edilmesi gerektiğini savunan Kennan’ın görüşleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkesinde başbakanlık koltuğunu kaybetmiş olan İngiltere eski Başbakanı Winston Churchill tarafından da yalnızca 15 gün sonra desteklenecekti. ABD ziyaretinin Missouri ayağında bir konuşma yapan Churchill, 5 Mart 1946 günü, “bugün Baltık Denizi’nden, Adriyatik’e kadar Avrupa’da demir bir perde yükselmektedir” cümlesiyle, Stalin’in yaklaşan Batı Berlin ablukasını haber vermişti. Bu gelişmelerin üzerinden 45 yıl geçtikten sonra önce Demirperde yerle bir oldu ardından Sovyetler Birliği dağıldı. 1999’dan sonra Putin’i liderliğe getirerek NATO ve Avrupa Birliği’nin doğuya ilerleyişine set çekmeye çalışan Rusya Federasyonu, önce Gürcistan’da, ardından Ukrayna ve Donbas’ta kâh hibrit savaş kâh sert güç metotlarına başvurarak ayakta kalmaya çalıştı. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın 24 Şubat 2022’de açılan ikinci perdesinden de ayakta kalmayı başararak çıkacak gibi görünüyorlar.

 

Teslim Olan Yalnızca Ukrayna mı?

Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturmadan önce Ukrayna-Rusya Savaşı’nı 24 saatte bitireceğini iddia etmişti. Bu iddia, öngörülen kadar kısa sürede olmasa bile yeni ABD Başkanı’nın ilk 100 gün icraatları içerisinde hayata geçmeye yakın. ABD yönetimi, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’yi kişisel olarak hedef alırken bir yandan da Ukrayna’yı, nadir bulunan toprak elementleri başta olmak üzere tüm yer altı kaynaklarına el koyacağı bir barışa zorluyor. Ancak burada meseleyi yalnızca Ukrayna ölçeğinde değerlendirmek, karşı karşıya olunan paradigma değişiminin tüm cephesini görmeyi engelleyecektir. ABD, Ukrayna politikasını değiştirerek, Avrupa güvenlik mimarisini de baştan aşağı sarsıyor. Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın ifade ettiği gibi “Ukrayna’yı teslim olmaya zorlamak, Batı’nın Rusya’ya teslim olması” anlamına mı gelecek? Polonya demişken 23 Şubat Pazar günü Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın, 10 dakikalık görüşme için Trump’ın kapısında bir buçuk saat bekletilmesi, Beyaz Saray’ın Avrupa algısının boyutunu ortaya koyması açısından çarpıcıydı.

 

Değişen, ABD’nin Rusya Algısı mı?

79 yıl önce George F. Kennan’ın Moskova’dan yolladığı telgraf, Washington’daki karar vericilerin zihninde, Sovyetler Birliği’ni çevreleme fikrine dair projelere ilham vermişti. NATO, Bağdat Paktı, daha sonra CENTO gibi örgütlenmeler, Sovyetler Birliği’nin ve onun yaydığı komünizm tehdidinin farklı coğrafyalarda bloke edilmesi fikrinin eyleme dönüşmüş halleriydi. Trump yönetiminin bugün gerek Ukrayna’ya gerek Avrupa’daki müttefiklerine yönelik muamelesi, acaba artık “Rusya’ya yönelik bir çevreleme” politikasının gereksizliğinden mi kaynaklanıyor? Elektronik devrimi başaramadığı için Birinci Soğuk Savaşı yitiren, Ukrayna’yı işgal edecek askeri kapasitesi olmadığı anlaşılan, yapay zekâ alanında da kayda değer birikimi olmayan, ideoloji silahı da elinden alınan Rusya, artık Washington için bir tehdit olarak algılanmıyor mu? Nükleer silahlara sahip olması da artık Rusya’nın bir “süper güç” olarak kategorize edilmesi için yeterli gelmiyor olabilir mi? Bu soruların yanıtları etraflıca irdelendiğinde elde edilecek sonuçlar, gelişmelere yalnızca Donald Trump’ın kişisel fikirlerinin yön vermediğine, meselenin özünde ABD’nin 21. yüzyıl büyük stratejisindeki değişikliklerin yattığına işaret edebilir. Yıllık borç faizi ödemesi 1 buçuk trilyon dolara ulaşan, acilen 2 trilyon dolarlık bütçe açığını kapatmak mecburiyetiyle karşı karşıya olan Amerika Birleşik Devletleri, artık asalak olarak gördüğü Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki müttefiklerini karşılıksız olarak desteklemek istemiyor. Dahası, Avrupa kıtası, artık ABD yönetimi için partner ya da müttefik olmaktan ziyade savunma sanayii ve enerji sektörü için pazar olarak değerlendiriliyor.

Trump'ın açıklamaları sonrasında Ukrayna madenlerinin durumu mercek altında, AA İNFO
Trump'ın açıklamaları sonrasında Ukrayna madenlerinin durumu mercek altında. (Omar Zaghloul / AA, 12 Şubat 2025)

 

ABD’nin Bir Sonraki Adımı NATO’dan Kurtulmak Olabilir

ABD, Eylül 2021’de Avustralya ve İngiltere ile kurduğu AUKUS İttifakı’ndan başlayarak, hatta daha geriye gidersek Mayıs 2018’de Pasifik Donanma Komutanlığı’nın ismini, Hint-Pasifik Donanma Komutanlığı olarak değiştirmesinden bu yana kendisine başka “çevreleme hedefleri” belirlemiş bulunuyor. Ve bu hedefin adı Çin. Avrupa’nın istikrarsız hükümetlerini ve Almanya gibi, Amerikan askeri şemsiyesine sığınırken Rusya ile enerji alışverişi yapan iki yüzlü ülkeleri, bu hedef için motive etmekle vakit kaybetmek istemeyen ABD, kaynaklarını ve vaktini kendisine bölgesel ittifaklar kurmak ya da yeni iş birlikçileri bulmak için kullanıyor. Hindistan ve Japonya’yı AUKUS ittifakına katmak için çaba harcarken, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Girit’teki Suda limanı ve Kıbrıs’ın güneyindeki Andreas Papandreu Hava Üssü’nün kullanımı için özel anlaşmalara girişiyor. Filipinler’i irili ufaklı üslerle donatırken, Çin ile deniz sınırlarında sorunlar yaşayan geçmişin düşmanı Vietnam’ı dahi ortağı haline getirmeye çalışıyor. Altıncı nesil savaş uçağını sergileyen, yeni nesil hipersonik füzesinin varlığını ilan eden, yapay güneş teknolojisinde başa oynayan, DeepSeek ile yapay zekâ sektöründe ve New York borsasında deprem oluşturan Çin, artık çevrelenmesi gereken asli hedef haline gelmiş durumda. Bu hedef ile mücadele etmek için, Çin’i pazar olarak görerek küstürmek istemeyen Avrupa ile yol yürümek artık ABD açısından mümkün değil.

Bu veriler ışığında ABD bakış açısından Çin Halk Cumhuriyeti’nin küresel hegemonya mücadelesinde bir numaralı hedef haline gelmesi son derece mantıklı. Pekin yönetimi önce SSCB’yi, ardından Avrupa ve ABD’yi sollayan teknolojik ve endüstriyel gelişimini 50 yıldan kısa bir zaman dilimine sığdırdı. Üstelik bu yarışa çok gerilerden ve dezavantajlı olarak başlamasına rağmen. Sovyetler Birliği 15 Ekim 1957’de Çin Halk Cumhuriyeti ile gizli bir askeri anlaşma imzalayarak müttefikine nükleer bomba modelleri ile bu teknolojiyi geliştirmesini sağlayacak bilgileri vermeyi taahhüt etmişti. Ancak, Sovyet lideri Kruşçef’in ABD ile kriz çıkartarak yakınlaşmaya yönelik politikaları neticesinde 20 Haziran 1959’da Moskova, Pekin ile yaptığı anlaşmadan tek taraflı olarak çekildi. Dahası, hatalı merkezi planlamalar ve doğal afetler nedeniyle şiddetli bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan Çin’deki Sovyet teknisyenleri 1960’ta çekildi. Sovyetler Birliği, komünist blokun liderliği mücadelesi uğruna Çin’i yarım kalmış endüstri projeleri ile baş başa bıraktı. Pekin yönetimi Sovyetlerden yediği bu darbelerden şikayet etmek yerine gerilemedi ve 16 Ekim 1964’te ilk nükleer silah denemesini gerçekleştirdi. O tarihten bu yana Çin, gerek bilim insanlarının gayretleriyle gerek casusluk faaliyetleriyle kendisinden esirgenen her teknolojik kabiliyete ulaştığı gibi, hasımlarını geride bıraktı.

 

Almanya ve Avrupa İlk Defa Bağımsız Olabilir

Çin’i çevrelemek için artık Grönland, Panama Kanalı ve Kanada, ABD açısından Fransa, Almanya ya da Macaristan’dan daha önemli. ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevrelemek adına Avrupa’yı bir kenara itmesi ise belki de İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana gerçek anlamda bağımsız olamamış Almanya’nın liderliğinde gerçek bir Avrupa Birliği’nin doğumuna da vesile olabilir. 23 Şubat’ta Almanya’daki genel seçimlerin ardından ortaya çıkan tablo, aşırı sağın yakaladığı çıkış ivmesi itibarıyla bir istikrarsızlık girdabına yol açabileceği gibi, atılacak kararlı adımlar, süreci tam aksi yöne taşıyabilir. Seçimden birinci sırada çıkan Hıristiyan Demokrat Birlik partilerinin Başbakan adayı Friedrich Merz, Washington’ın müdahalelerini Moskova’dan gelenlerle kıyaslayarak, maruz kaldıkları muamelenin daha az dramatik, sert ya da çirkin olmadığını vurguladı. Merz, Bismarck ya da Konrad Adenauer’in sergilediği türden bilge bir liderlik ortaya koyabilirse, Avrupa Birliği Birinci Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra ilk kez rüştünü ispatlayabilir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası