Tarihsel süreç içinde Azerbaycan, Türkiye açısından hep öncellikli konumda yer almıştır. Gerek Safevi devleti döneminde gerek Hanlıklar döneminde gerekse Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde Azerbaycan, Osmanlı Devleti ile hep yoğun bir şekilde irtibat içinde olmuştur. Bu iki halk, en zor dönemlerinde bile birbirinin yanında durmayı ve birbirini desteklemeyi bilmişlerdir. Türk-İslam alemi için büyük önem arz eden Çanakkale Savaşı’nda Azerbaycan halkı içinde bulundukları zor duruma bakmayarak, Türkiye’ye ciddi maddi ve manevi destek vermiş ve bununla da yetinmeyerek çok sayıda gönüllü bizzat savaşa iştirak etmiştir. Aynı şekilde Osmanlı Devleti, en zor döneminde Rus ve Ermenilerin Bakü’yü işgali üzerine Nuri Paşa Komutasında Kafkas İslam Ordusunu göndermiş ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin yanında yer alarak birlikte tarihi bir zafere imza atmışlardır. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin lağvedilerek, Azerbaycan SSC’nin kurulması ve Osmanlı Devleti’nin yıkılıp yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla her iki kardeş toplum için yeni bir dönem başlamış olmasına rağmen, iki ülke arasında sınırlı şekilde olsa da yine kardeşlik ilişkiler devam edegelmiştir. Kardeşlik ilişkilerini asla unutmayan Türkiye-Azerbaycan halkı, fırsat buldukça kucaklaşmayı başarmışlardır.
Türkiye, SSCB’nin dağılmasıyla yeniden bağımsızlığını kazanan Azerbaycan’ı ilk tanıyan ülke olmuş ve yeni dünya düzeni içinde yer edinmesi konusunda kendisine rehberlik etmiştir. Yine, Ermenistan’ın Karabağ işgali ve Azerbaycan’a saldırması sonrasında da Azerbaycan’a en çok desteği veren ülke olmuştur. Bağımsızlık sonrası dönemde, konjonktürel duruma göre ilişkiler, farklı yoğunlukta seyretmiş olsa bile iki ülke arasındaki ilişki, hep sıcaklığını korumuş, kardeş ülkelerin dış politikasında her zaman öncelikli yer almıştır. İkinci Karabağ Savaşı süreci ve sonrasında ise Türkiye, Azerbaycan’a en üst düzeyde kardeşlik elini uzatmış ve mevcut imkanlarını açıkça kardeş ülke yararına kullanmaya çalışmıştır. Bu süreçte Türkiye ile Azerbaycan arasında kurulan derin ve kapsamlı ilişkiler ağı, iki ülkenin iş birliği alanlarını artırmış ve stratejik ortaklık düzeyine ulaştırmıştır. İki ülke arasından kapsamlı stratejik iş birliği ise hem bölgesinin barış ve istikrarı hem de Türk dünyasının geleceğinin şekillenmesinde anahtar rol oynayacaktır.
Hanlık Dönemi
Safeviler sonrası İran’da kısa süren ancak etkili bir otoriteye sahip olan Nadir Şah’ın ölümünden (1747) sonra Azerbaycan’da Hanlıklar Dönemi başlamıştır. Azerbaycan’ın farklı bölgelerinde hüküm süren hanlıklar (Karabağ-Şusa, Nahçıvan, Bakü, Gence, Şirvan, Şeki, Revan, Kuba, Hoy) arasında başlayan hakimiyet mücadelesi sonucu bölge kaosa sürüklenmiş ve Karadeniz’e inme politikası izleyen Rusya’nın işgaline zemin hazırlanmıştır. Bu coğrafyada 1804’ten itibaren İran ile Rusya arasında başlayan mücadele sürecinin, Rusya lehine sonuçlanmasıyla 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması, hem coğrafi hem de etnisite yönünden Azerbaycan’ı ikiye ayırmıştır. Bölgeyi istikrarsızlığa sevk eden ve etkileri günümüzde de hâlâ yoğun olarak yaşanan bu antlaşmayla, Rusya himayesinde Ermenistan devletinin kurulması temeli atılmıştır.
Bilindiği üzere Azerbaycan, coğrafi konumu sebebiyle tarih boyunca Osmanlı, Rus ve İran devletlerinin ilgi alanı içerisinde yer almıştır. Bölgenin Müslüman ve Türk unsurları üzerinde Osmanlı Devleti ve İran'ın nüfuz sağlaması daha kolay olurken; Rusya da, Hristiyan unsurlar olan Gürcüler ve Ermeniler vasıtasıyla bölgeye hâkim olma mücadelesi vermiştir. Azerbaycan Türklerinin, hanlıklar şeklinde teşkilatlanmaları ve birbirleriyle mücadele etmeleri sebebiyle, aralarında bir birlik meydana getiremedikleri ve tek bir devlet olamadıkları görülmektedir. Azerbaycan'daki bu dağınık durum, Osmanlı Devleti, İran ve Rusya'nın bölgeye müdahale etmelerine temel teşkil etmiş; hanlıklar da bu büyük devletlerden birinin himayesi altında hareket etmeyi kendi politikalarına uygun bulmuşlardır. Bu sebeple söz konusu dönemde Azerbaycan'da istikrar sağlanamamıştır.
İran’ın giderek zayıfladığı ve Rusya’nın bölgeyi işgale hazırlandığı dönemde hanlıklar, Osmanlı Devleti’yle iyi ilişki kurmak ve gerektiğinde himayesine girmek istemişlerdir. Arşiv belgelerinde de anlaşıldığı üzere, bu dönemde hanlıklar, farklı konularda Osmanlı Devleti ile yoğun iletişim içine girmişlerdir. Osmanlı Devleti ile Azerbaycan hanlıklarının karşılıklı ilişkileri, özellikle 1768-1774’te yaşanan Rusya-Osmanlı Savaşı döneminde daha da yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Rusya-Gürcistan ittifakına karşın Osmanlı Devleti, Azerbaycan hanlıkları ile Dağıstan’daki Beylerle ittifak kurmuştur. Osmanlı kimi zaman da İran saldırılarına karşı bazı hanlıklarla iş birliği içine girmiştir. Buna karşın Osmanlı Devleti’nin hanlıklara yaptığı maddi yardıma karşın silah ve mühimmat yardımı yapmadığı görülmektedir. Osmanlı-Rus Savaşı’nın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasıyla da Güney Kafkasya’da güçlenen Rusya karşısında Osmanlı Devleti’nden yeterli yardım alamayan hanlıklar, birer birer Rusya işgaline uğramışlardır. Buna karşı farklı coğrafyalarda mücadele eden Osmanlı Devleti sessiz kalmış, sadece perde arkasında bölge ile ilişkilerini sürdürmüştür. Bu dönemde bölgeye gönderilen gönüllülerin izine günümüzde de rastlamak mümkündür.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Dönemi
Türk devletçilik tarihi açısından özel bir yere sahip olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, 28 Mayıs 1918’de Tiflis’te ilan edilmiştir. Türk tarihinde parlamentolu cumhuriyet yönetim şekline dayalı ilk devlet olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan Osmanlı Devleti olmuştur. Batum’da 4 Haziran 1918’de yapılan “Osmanlı İmparatorluğu ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında Dostluk Mukavelesi” birinci maddesinde; Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında daima bir kardeşlik ve dostluğun var olacağı vurgulanmış, dördüncü maddesinde ise Osmanlı'nın Azerbaycan’a siyasi-askeri yardım bakımından yardım etmesi hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Azerbaycan Cumhuriyeti tarafından istenildiğinde Osmanlı Devleti intizam ve asayişi temin etmek için bu ülkeye asker gönderebilecekti. 12 Haziran’da Bakü Sovyeti ordusu Bakü’den Gence’ye hareketa başlayınca Azerbaycan hükümeti, Osmanlı Devleti’nden yardım isteğinde bulundu ve 16 Haziran’da hükümeti Tiflis’ten Gence’ye taşıdı. 17 Haziran’da Feteli Han Hoyski başkanlığında ikinci hükümet kurularak, 19 Haziran’da Azerbaycan’da savaş durumu ilan edildi.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurulması ve ardında hükümetin Tiflis’ten Gence’ye taşınması, Azerbaycan için yeni bir dönemin başlaması anlamına gelmekteydi. Güney Kafkasya bölgesinde Osmanlı devleti ile müttefik demokratik laik bir Türk devletinin kurulmuş olması, bölgenin jeopolitik yapısı üzerinde köklü bir değişim demekti. Zira Bolşevikler, Almanlar, İngilizler ve Ermeniler, petrol bakımından zengin olan Bakü’nün Türklerin eline geçmesine razı değillerdi. Bakü’deki Menşevik ve Taşnaklardan oluşan Sentrokaspi hükümeti, İran’da bulunan İngilizleri yardıma çağırınca, burada Ermeni, İngiliz ve Ruslardan müteşekkil bir kuvvet oluşturulmuştu. Temel hedef Gence ve Bakü’yü işgal etmek ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin varlığına son vermekti. Buna karşın Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Batum Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak Osmanlı Devleti’nden yardım talebinde bulundu. Osmanlı Devleti, yardım talebini olumlu karşılayarak Nuri Paşa komutasında müteşekkil Kafkas İslam Ordusu’nu bölgeye gönderdi. Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa, 25 Mayıs 1918’de Gence’ye gelip karargâhını kurarak ordu teşkili için faaliyetlere başladı. Azerbaycan’ın tamamını işgal etmek ve Gence’deki hükümeti dağıtmak isteyen Stephan Şaumyan ve Taşnakçı Ermeniler topladıkları ordu ile Kafkas İslam Ordusu’na yönelik harekata giriştiler. 27 Haziran 1918’de Göyçay yakınlarında başlayan savaş Kafkas İslam Ordusunun galibiyetiyle sonuçlandı. Bu galibiyetin verdiği moral ile taarruzlarına devam eden Kafkas İslam Ordusu, 15 Eylül 1918’de Bakü’yü Ermeni işgalinden kurtardı. Bakü’nün işgalden kurtarılması sonrasında da 17 Eylül’de Azerbaycan hükümeti başkentini Gence’den Bakü’ye taşıdı.
Bu dönem Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasından eğitimden diplomasiye, savunmadan devlet idaresine kadar çok yönlü bir ilişki kurulmuştur. Günümüzde Türkiye-Azerbaycan arasındaki birçok alanda iş birliğinin kaynağı bu dönemde atılmıştır. Kardeş ülkeler arasında Şuşa Beyannamesi ile müttefikliğe giden yolu, 4 Haziran 1918’de imzalanan “Osmanlı İmparatorluğu ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında Dostluk Mukavelesi”ne dayandırmak mümkündür. Azerbaycan’ın güvenliği ve asayişi söz konusu olduğunda Osmanlı'nın Azerbaycan'a siyasi-askeri yardım yapmasının önünü açan mukavelenin 4. maddesi, Şuşa Beyannamesine de ilham kaynağı olmuştur.
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Dönemi
Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte bölgede yalnız kalan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, ancak 23 ay yaşayabilmiştir. 27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ı işgal eden Kızıl Ordu, parlamento ve hükümeti feshederek, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ne son vermiştir. 28 Nisan 1920’de ise Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu dönem Osmanlı Devleti dağılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin teşekkül süreci başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojik olarak şekillenmesinde Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin elit kadrosunun önemli katkıları olmuştur. Mesela bu aydınlardan biri olan Ahmet Ağaoğlu, 1921 ve 1924 anayasalarının çalışmalarına Anayasa Komisyonu üyesi olarak katılmış, CHP'nin ilk program ve nizamnamesini hazırlayanlar arasında yer almış, Ankara Hukuk Fakültesinin kuruluşunda görev almış ve aynı zamanda TBMM milletvekilliği yapmıştır. Aynı şekilde Türkiye’yi tüm Türklerin ana yurdu olarak tanımlayan ve Türkçülük hareketin ilk önderlerinden olan Dr. Hüseyinzade Ali Turan Bey de dönemin kurucu kadrosunun önemli ideologları arasındadır. Aynı şekilde Azerbaycan toprağını vatan eden Mehmet Emin Resulzade’nin de Atatürk üzerinde fikri anlamda önemli etkileri olmuştur.
Neredeyse aynı dönemde kurulan Azerbaycan SSC ile Türk Cumhuriyeti iki zıt blokta yer almalarına rağmen iki ülke arasında sınırlı şekilde olsa da dostane ilişkiler devam etmiştir. Kardeşlik ilişkilerini asla unutmayan kardeş iki toplum, fırsat buldukça kucaklaşmayı başarmışlardır. Azerbaycan’ın SSCB ile bütünleşmesinin öncülüğünü yapan Neriman Nerimanov ile Türkiye’de milli mücadeleyi sürdüren Atatürk arasındaki dostane ilişki, Azerbaycan ile Türkiye kardeşliğinin her türlü ideolojik düşüncenin üstünde yer almıştır. Nerimanov, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne maddi yardımda bulunmuş, SSCB’nin üst yönetim kadrosunun Ankara ile iş birliği yapmaları konusunda çaba harcamıştır. İki liderin, tüm ideolojik farklılıkları bir tarafa bırakarak, ortak milli kimliklerine sahip çıkmaları ve zamanı geldikçe birbirlerine yardımcı olmaları, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin günümüzde stratejik derinlik kazanmasının temelini oluşturmuştur.
Bağımsızlığın Yeniden Sağlanması Dönemi
Türkiye, SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını yeniden ilan eden Azerbaycan’ı ilk tanıyan ve diplomatik ilişki kuran ülke olmuştur. Azerbaycan’ın Türkiye ile tek komşu Türk Devleti olması ve tarihsel süreçte dostane ilişkilerinin kesintisiz devam etmiş olması, iki ülke arasında çok yönlü ilişkilerin kurulmasına yol açmıştır. Azerbaycan’ın bağımsızlığına yeniden kavuşmasından bu yana geçen 30 yılı aşkın süre göz önüne alındığında, iki ülke arasındaki ilişkilerin önemli aşama kat ettiğini söylemek mümkündür. Bağımsızlığın yeniden ilanından günümüze kadar iki kardeş ülke arasındaki ilişkilerin seyrini dört aşamaya ayırarak incelemek mümkündür.
Birinci aşama (1991-1993): 18 Ekim 1991’de bağımsızlığını yeniden ilan eden Azerbaycan ile Türkiye arasında çok samimi ilişkilerin kurulduğu; duygu yüklü, romantik ve ideoloji yoğunluklu bir dönem olmuştur. Sahip olduğu enerji kaynaklarının yanı sıra Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılan yolda jeopolitik konuma sahip olan Azerbaycan, Türkiye’nin bölgesel ve küresel etkinliği açısından önemli bir fırsat oluşturmuştur. Türkçülük düşüncesi ön planda olan Elçibey’in Türkiye’yi merkeze alan, bölgesel dengeyi gözetmeyen, Rusya ve İran karşıtı bir tavır içeren dış politikasının, Azerbaycan’ı birçok iç ve dış istenmeyen durumla karşı karşıya bırakması, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin hedeflenen düzeye çıkmasına imkan sağlamamıştır.
İkinci Aşama (1993-2007): Bu aşama Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin romantik aşamadan realist aşamaya geçtiği dönem olmuştur. İki ülke ilişkilerin şekillenmesinde, liderler arasındaki ikili ilişkiler de kilit rol oynamıştır. Aliyev’in iktidara gelmesiyle izlediği denge politikası, başlangıçta Türkiye aleyhine politika izlendiği yorumuna neden olmuş ve iki ülke ilişkilerinde bir soğuma yaşanmıştır. Ancak Haydar Aliyev ile Süleyman Demirel arasındaki geçmişe dayanan dostluk ilişkisi, kısa sürede iki ülkenin ilişkilerine samimiyet kazandırmayı başarmıştır. Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in Türkiye ve Azerbaycan için kullandığı “bir millet, iki devlet” sözleri ilişkilerde temel prensip olmuş, ilişkilerin seyri bu ilke çerçevesinde yürümüştür. Bu dönemde ilişkiler, Azerbaycan’ın bağımsızlığının korunması, Karabağ sorununun çözümü, Kafkaslardaki gelişmeler ve ülkelerarası karşılıklı iş birliğini geliştirme hususları üzerinde yoğunlaşmıştır. İki ülke, uluslararası camiada birbirini koşulsuz desteklemiş, ekonomik ve ticari ilişkilerde önemli gelişmeler sağlanmış, özellikle Bakü Tiflis Ceyhan (BTC) Boru Hattı Projesi, bu ilişkileri stratejik iş birliğine dönüştürmüştür. Bu döneme damgasını vuran önemli bir gelişme de 1996 ve 1997 arasında Azerbaycan ve Türkiye arasında askeri yönde anlaşmalar imzalanması oluşmuştur. Bu ilişkiler sonucu, 5-8 Mayıs 1997’de Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Aliyev, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek "devlet nişanıyla” onurlandırılmıştır. Haydar Aliyev’in vefatı ile Cumhurbaşkanı seçilen İlham Aliyev de babasının politikalarına devam etmiştir.
Üçüncü Aşama (2007-2020): İlişkilerin kurumsallaştığı bu dönem, Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin bitmesiyle dış politikanın tamamen AK Parti tarafından belirlendiği 2007’den başlayarak İkinci Karabağ Savaşı’nın başladığı 2020’ye kadar süren bir dönemdir. Temelleri önceki yönetimler tarafından atılmakla beraber, İlham Aliyev ve Recep Tayyip Erdoğan’ın çabalarıyla şekillenen bu dönem, çok boyutlu iş birliğinin gerçekleştiği bir dönem olmuştur. Bu döneme damgasını vuran en önemli anlaşma ise doğal gaz anlaşması olmuştur. Şahdeniz 2 yatağından çıkarılan doğal gazın Türkiye ve Avrupa'ya iletilmesini sağlayan, Güney Kafkasya Boru Hattı, Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı'ndan (TAP) oluşan Güney Gaz Koridoru inşası, iki ülke arasındaki ilişkileri, stratejik boyuta taşımıştır. Böylece ilişkilerini stratejik müttefiklik üzerinde kuran Türkiye ile Azerbaycan, BTC Petrol Boru Hattı, TANAP, Bakü-Tiflis-Kars Demir Yolu Hattı gibi projelere imza atarak, ilişkilerini üst düzey projelerle güçlendirmişlerdir.
Bu dönemde askeri ve güvenlik alanında da iş birliği düzeyi artırılarak devam etmiştir. 2010’da imzalanan “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” ve “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”nin oluşturulması, iki ülkenin ilişkilerini söylemsel düzeyden eylemsel boyuta taşımıştır. Bu dönemde askeri teçhizat ve teknoloji alanında da stratejik iş birliği yapılmış, Türkiye üretimi İHA ve SİHA’larla birlikte, Altay tankı ve Atak helikopteri Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin envanterine alınmıştır.
Dördüncü Aşama (2020 ve sonrası): İki ülke ilişkilerin stratejik müttefiklik seviyesine yükseldiği bu dönem 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı ve sonrası dönemdir. Bu dönemde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, stratejik derinlik kazanarak iki ülke arasındaki iş birliği düzeyi zirveye taşınmıştır. İki ülke ilişkisinde adeta “bir millet, tek devlet gibi hareket eden iki devlet” prensibi hayat bulmuştur. İkinci Karabağ Savaşı sürecinde Türkiye ve Türk halkı, Azerbaycan’a en üst düzeyde ve en yüksek sesle siyasi ve manevi destek vermiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Azerbaycan yalnız değildir.” şeklinde özetleyebileceğimiz açıklamaları, üçüncü güçlerin bu savaşa müdahil olmasını engellemiştir. Zafer sonrası Erdoğan ve Aliyev, 15 Haziran 2021’de Şuşa’da “Şuşa Beyannamesi”ni imzalayarak iki ülke arasındaki ilişkileri daha üst düzeye çıkarmış ve kardeş ülkeleri “stratejik müttefik” ülkeler haline getirmiştir.
Türkiye-Azerbaycan İlişkilerinde Geleceğe Yönelik Bakış
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini çok yönlü iş birliğine dayanan, mevcut iş birliğinin derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması esasına odaklanan, bölgenin barış ve istikrarını önceleyen, birlikte Türk Devletleri Teşkilatı’nı şekillendirme ve küresel politikanın oluşumunda daha etkin rol almak hedefinde olan bir anlayış şeklinde özetlemek mümkündür. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin geleceği, iki ülke ilişkilerini müttefiklik düzeyine çıkaran Şuşa Beyannamesinde yer almaktadır. Başka bir ifadeyle Şuşa Beyannamesi, iki ülke ilişkilerinde rehber yol haritası niteliğindedir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Haziran 2023’te Azerbaycan ziyareti sırasında, iki lider yaptıkları basın toplantısında, Şuşa Beyannamesi ile müttefiklik seviyesine yükseltilen ilişkileri her alanda geliştirme kararlılığında olduklarını ve beyannamede yer alan tüm konuları uygulamaya geçireceklerine ilişkin taahhütleri de iki ülke ilişkilerinin seyri hakkında yeterli fikir vermektedir.
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin geleceğini şekillendiren Şuşa Beyannamesi, kardeş ülkelerin ikili ilişkileri yanında, Ermenistan’a, Kafkasya’ya ve Türk dünyasına yönelik ilişkilerine de projeksiyon tutmaktadır. İkili ilişkilerin “stratejik ittifak” düzeyine çıkarıldığını ilan eden beyanname, bir taraftan iki ülke arasında var olan kardeşliğin güçlü bir şekilde mühürlenmesi ve bu mührün dünyaya deklare edilmesi anlamını içerirken, diğer taraftan da Türk dünyasının birlik ve refahına hizmet edecek çabaların artırılması hususunu vurgulamaktadır. Ayrıca beyanname, Ermenistan’ın saldırgan politikalar izlemeye devam etmesi ihtimaline karşı Türkiye-Azerbaycan güvenlik iş birliğine dikkat çekmekte, bölge devletleriyle ilişkilerin güçlendirilmesi, Kafkasya’da istikrar ve güvenliğin pekiştirilmesi ve uzun vadeli barışın sağlanmasına yönelik çabaların önemine değinmektedir. Sonuç olarak, Türkiye-Azerbaycan iş birliğinin senedi olan Şuşa Beyannamesi bölgesel dengeleri etkileyen, bölgesel istikrarı destekleyen ve Türk dünyasını da yakından ilgilendiren bir manifesto niteliğinde olup, aynı zamanda Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerinin gelişip derinleşmesini sağlayacak uzun vadeli bir plan hükmündedir. Sonuç olarak Azerbaycan-Türkiye ilişkileri, orta ve uzun vadede Güney Kafkasya’da ve Türk dünyasında referans alınacak bir ilişki modeli niteliğindedir.