Ortadoğu’da öne çıkan dış politika aktörlerinin bölgesel tansiyonu ve rekabeti azaltma amacıyla son yıllarda yürüttükleri normalleşme süreçleri, bazı olumlu gelişmeleri de getirmekle beraber, bölgesel düzeyde beklenen sonuçları üretmekte tam anlamıyla başarılı olamadı. 2020’nin yaz aylarında Türkiye ve Mısır arasındaki görüşmelerle başlayan bu normalleşme dalgası, Eylül 2020’de imzalanan ve Körfez ülkeleri ile İsrail arasında normalleşme sürecini amaçlayan İbrahim Anlaşmalarıyla devam etti. Daha sonra Türkiye ile İsrail arasında da bir normalleşme süreci yaşanırken, son olarak da İran ile Suudi Arabistan arasında yürütülen görüşmelerin bölgesel bir uzlaşı ve sükunet ortamı doğurması beklenmekteydi. 2024’ün ilk günleri itibariyle normalleşme süreçleri, söz konusu beklentilerin aksine Filistin-İsrail çatışmasının merkezinde olduğu ve bölgesel tansiyonun son yılların en yüksek seviyelerinde gerçekleştiği bir siyasi konjonktürü ortaya çıkardı.
Öyle ki İsrail-Filistin çatışmasının oluşturduğu belirsizlik ortamı ve kriz nedeniyle özellikle Akdeniz ve Levant bölgesinde artan küresel askeri hareketlilik, çatışmanın Lübnan, Suriye ve daha ötesindeki ülkelere yayılma riski ve yine bu krizle ilintili olarak Yemen’deki Husilerin Kızıldeniz’deki seyrüsefer güvenliğini ciddi biçimde tehlikeye atan girişimleri ve Ürdün ve Mısır gibi ülkelerin giderek daha fazla askeri argümanları dillendirmeleri, çatışmanın derinleşme ve genişleme perspektifini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda Hizbullah üzerinden Lübnan’ın güneyinde İsrail ile devam eden çatışmalar da çatışmanın genişleyebileceğini göstermektedir. Bu noktada 2024’ün Ortadoğu özelinde belirleyici politika alanlarından birisi İsrail-Filistin çatışması olmaya devam edecektir. Öte yandan Körfez ve Kuzey Afrika bölgelerinde de gerek İsrail-Filistin çatışması gerekse bölgesel ve küresel aktörlerle ilişkiler ve diğer siyasi ve ekonomik dinamikler bağlamında yaşanabilecek bazı süreçler, dış politika gündemini oluşturabilecektir.
2024’te İsrail-Filistin Sorunu
İsrail-Filistin çatışmasının 2024’te hangi yöne evrileceği, çatışma dinamikleri ile bölgesel ve küresel aktörlerin tutumlarına bağlı olarak belirlenecektir. Bu noktada Netanyahu hükümetinin Gazze’deki katliamı ve yol açtığı yıkımı derhal sonlandırması, İsrail’in bu süreçten çok daha büyük zarar görmemesi adına kritik önemdedir. Çatışma ortamının devamı İsrail ve müttefikleri açısından Ortadoğu’da geri dönüşü zor ve tamiri mümkün olmayan sonuçları ortaya çıkarabilecek potansiyeldedir. Küresel kamuoyu, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yürüttüğü saldırıların sorumlularının uluslararası hukuk önüne çıkarılması ve Gazze’nin yeniden imarı sürecinin başlatılabilmesi için saldırıların sonlandırılmasını beklemektedir.
İzleyen süreçte, Gazze ve çevresinin yeniden yapılandırılması, bölge siyasetinin ve uluslararası siyasetin başlıca gündemlerinden birisi olacaktır. Yeniden yapılandırılma sürecinde yardımlar, Filistin halkına destek veren ülkeler ve uluslararası kuruluşlar tarafından sağlanabilir. Özellikle sağlık hizmetleri, altyapı hizmetleri ve temel ihtiyaçların temini burada önem kazanacaktır.
Bir diğer önemli mesele ise İsrail iç politikası ile ilgilidir. İsrail'de halkın Gazze’ye yönelik saldırılara verdiği tepki ve Netanyahu hükümetinin hamleleri, ülkenin askeri ve dış politikasını etkileyebilir. Filistin'de ise farklı grupların güç dengesi değişebilir ve bu durum, onların barış görüşmelerine ve direniş şekillerine etki edebilir. Nitekim Filistin içerisindeki grupların tek bir grup çatısı altında birleştirilme süreci, 2024’ün önemli konularından birisi olacaktır.
2024’te bu çatışma sürecine ilişkin Türkiye, Katar, Mısır gibi aktörlerin çabaları barış görüşmelerini tekrar başlatmaya yarayabilir. Bu süreçte, ABD, Avrupa Birliği ve Arap ülkelerinin tutumları çok önemli olacaktır. Ayrıca hem İsrail hem de Filistinli gruplar, güvenlik ve askeri stratejilerinde değişiklik yapabilirler. İsrail 7 Ekim’de yaşadığı saldırıların ardından oluşan güvenlik zafiyetini gidermek adına, savunma ve istihbarat kapasitesini güçlendirirken, Filistinli gruplar ya askeri güçlerini yeniden yapılandırabilir ya da şiddetsiz direniş yöntemlerine yönelebilir.
Aynı zamanda, yoğun saldırılar nedeniyle Gazze ve Batı Şeria'da ekonomik ve sosyal sorunlar artabilir. Bu da halkın yerel yönetimlere ve İsrail-Filistin ilişkilerine karşı tutumunu etkileyebilir ve daha fazla halk hareketine yol açabilir. Son olarak, Mısır ve Ürdün gibi komşu ülkelerin ve diğer bölgesel güçlerin çatışmaya müdahale şekilleri de önem taşıyacak. Bu ülkeler, geçmiş dönemlerde olduğu gibi 2024’te de barış çabalarında daha aktif rol alabilir ve bölgesel/uluslararası çabalara katılabilir.
2024’te Körfez Bölgesi
2024’te Körfez siyasetindeki en önemli yapısal meselelerden birisi, Körfez ülkelerinin bölgesel ortaklıkları/ittifakları devam ettirme ve bu eğilimlere yenilerini ekleme istekleri üzerine olacaktır. ABD ve Çin arasındaki küresel nüfuz mücadelesinin Ortadoğu’ya yansımalarının cereyan ettiği kritik bir nokta olan Körfez bölgesinde, ülkelerin bu nüfuz mücadelesi içerisinde aldıkları pozisyon, 2024’te de önemli olacaktır. Bölgedeki önemli yapısal siyasi meselelerden bir tanesi de normalleşme süreçleri olacaktır. Körfez’in İsrail ile normalleşme ilişkilerini, 2024 içerisinde, İsrail-Filistin meselesi üzerinden yeniden gözden geçirmesi mümkün olacaktır. Dolayısıyla burada temelde Suudi Arabistan, Katar ve Umman gibi ülkelerin İsrail ile normalleşme süreçleri, takip edilmesi gereken meseleler olarak ortaya çıkabilir.
Ekonomik anlamda, petrol bağımlılığından uzaklaşmayı amaçlayan ekonomik kaynakların çeşitlendirilmesi çabaları öncelikli olmaya devam edecektir. Teknoloji, yenilenebilir enerji ve turizm sektörlerinde Körfez içerisindeki rekabetin artacağı tahmin edilebilir. Körfez aynı zamanda yenilenebilir enerji çabalarını, küresel iklim değişikliği ile mücadele stratejileri içerisinde de anlamlandırmaya devam edecektir. Bu çerçevede ilgili sektörler Körfez ülkelerinin ekonomileri açısından önemli sektörler olmaya devam ederken, aynı zamanda Körfez’in küresel kapitalist ekonomik sistemdeki etkisini hissettiren sektörler olma ihtimali de kuvvetlenebilir. Aynı zamanda petrol fiyatları, küresel talebin ve jeopolitik gelişmelerin etkisiyle bölgenin ekonomik durumu açısından hayati bir rol oynamaya devam edecektir. OPEC+ ülkeleri çerçevesindeki üretim kısıtlaması anlaşmasının sürmesi, petrol gelirlerinin Körfez ülkeleri açısından önemli olmaya devam edeceğini göstermektedir.
Bu sene, Körfez’de ülkelerin savunma yeteneklerinin modernleştirilmesi ve çeşitlendirilmesine odaklanılarak, bölgedeki askeri harcamaları artırabileceği bir dönem olabilir. ABD’nin bölgedeki güvenlik sağlayıcı rolünü ne kadar devam ettirebileceği sorusu ise diğer küresel güçler ile Körfez’in savunma bağlarının güçlenip güçlenmemesi durumunu belirleyebilecektir. Ayrıca Yemen’de devam eden iç savaşın dinamikleri ve İran’ın askeri yeteneklerine yönelik Körfez yaklaşımları da askeri açıdan bölgedeki belirleyici dinamiklerden olacaktır. Bunun yanında 2024’te gerek savunma ortaklığı gerekse güvenlik ilişkileri çerçevesinde, Türkiye-Körfez ülkeleri ilişkilerinin güçleneceği tahmin edilebilir. 2023 ve önceki yıllardaki savunma ve güvenlik anlaşmalarının 2024’te de geliştirilmesi ve özellikle savunma sanayi ürünlerinin ortak üretimleri ve teçhizat tedariki anlaşmalarının artarak devam etmesi mümkün gözükmektedir.
2024’te Kuzey Afrika ve Mağrip
Kuzey Afrika bölgesi yönelik 2024’teki beklentileri üç alt başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar; siyasi dinamikler, ekonomik gelişmeler ve toplumsal yapı ile bağlantılı olan güvenlik sorunlarıdır.
İlk olarak 2024, bölge ülkelerinin siyasi dönüşüm süreçlerine öncülük edebilir. Bazı bölge ülkelerinin demokratikleşme çabaları ve yönetişim reformlarına ağırlık vermesi beklenirken; siyasi kutuplaşma, yolsuzlukla mücadele ve kurumların kapasite eksikliği, bu girişimlerin önündeki engeller arasında sayılabilir. Bu anlamda Mısır’da Abdülffetah el-Sisi’nin üçüncü kez devlet başkanı seçildiği Aralık 2023 seçimleri, bir taraftan yönetimde istikrarın korunmasını sağlarken, diğer taraftan muhalif hareketlerin yeniden tetiklenmesine sahne olmuştur. Bundan hareketle Mısır siyaset sahnesinin 2024’te muhalif seslere yönelik sınırlamalar ve uluslararası toplumla ilişkiler bağlamında yeniden test edileceğini söylemek mümkündür. Cezayir’de ise Hirak hareketinin etkisiyle siyasi reform taleplerinin devam etmesi beklenmektedir. Abdülmecit Tebbun yönetiminin bu taleplere yanıt vermek ve geniş çaplı siyasi katılımı sağlamak adına bazı adımlar atabileceğini söylemek yanlış olmaz. Ekonomik kalkınma ve siyasi istikrara odaklanan Fas için Batı Sahra meselesi öncelikli gündem olarak yerini tutmaya devam edecektir. Ekonomik açıdan bölgesel entegrasyona önem veren Kral 6. Muhammed, son olarak Ekim 2023’te Sahel bölgesi ülkelerini Atlantik’e bağlayan projesini duyurmuştu. Bu girişimleri de merkeze alarak Mağrip bölgesinin hem siyasi hem de ekonomik anlamda uluslararası dengeleri de içine alan bir Cezayir-Fas rekabetine tanıklık etmesi beklenebilir.
İkinci başlık, küresel ekonomik koşulların ve bölgesel ticaretin canlanmasının bölge ekonomileri üzerindeki etkileri ile alakalıdır. Yatırımların artması ve ekonomik çeşitliliğin teşvik edilmesi, sürdürülebilir kalkınma için kritik olacaktır. Ancak, yüksek işsizlik oranları, genç nüfusun ekonomiye entegrasyonu ve kaynakların adil dağılımı gibi sorunlar, ekonomik istikrarın önündeki başlıca engeller olarak kalacaktır. Enerji kaynaklarına yönelik uluslararası ilgi, bölge ülkelerinin enerji politikalarını ve dış ilişkilerini şekillendirecek temel faktör olmaya devam edecektir. Buna paralel olarak Tunus, ekonomik reformlar ve turizm sektörünün canlanmasıyla ekonomik büyüme kaydedebilir. Ancak, genç işsizlik ve siyasal sorunların ortaya çıkardığı sosyal huzursuzluk riskleri devam etmektedir. Libya’da Abdülhamid Dibeybe liderliğindeki Milli Birlik Hükümeti (MBH) ise 2021’de ertelenen seçimlerin ardından ülkenin yaşadığı siyasi belirsizliğin ekonomik alana yansımalarını asgari düzeyde tutmayı hedeflemektedir. Petrol rezervlerine dayalı ekonomisiyle Libya, ulusal birlik ve istikrarın sağlanması halinde ekonomik kalkınma evresine girebilir. Ancak ülkenin farklı bölgelerindeki silahlı gruplardan kaynaklı iç çatışmalar, yakın geçmişte olduğu gibi 2024’te de ekonomik kalkınmayı ve siyasi diyalog sürecini tehdit eden unsurların başında gelmektedir. Öte yandan Mısır’da yeniden seçilen Sisi’nin ekonomik reformları genişletmesi ve mega projeleri hayata geçirmesi beklentiler arasındadır. Nitekim ekonomik büyümenin 110 milyon nüfuslu ülkede toplumun geniş kesimlerine fayda sağlaması gerekmektedir.
Son olarak toplumsal ve güvenlik odaklı perspektiften bakıldığında, Kuzey Afrika’da toplumsal hareketlerin ve genç nüfusun taleplerinin, siyasi ve toplumsal gündemi etkilemesi muhtemeldir. Genç işsizlik, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi temel toplumsal sorunlar, hükümetlerin karşı karşıya olduğu zorluklar arasında yer alacaktır. Güvenlik alanında ise terörizmle mücadele, sınır güvenliği ve iç çatışmalar, bölgesel istikrar için önemli riskler oluşturmaya devam edebilir. Ayrıca, göçmen ve mülteci akınları, hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde güvenlik ve insani sorunların çözümünde önemli bir gündem maddesi olarak kalacaktır. Bu noktada Sahel bölgesi, Mağrip ile paylaştığı geniş sınırlar sebebiyle bölge güvenlik mimarisine doğrudan ya da dolaylı olarak etki etme potansiyeline sahiptir. Buradaki devlet dışı silahlı aktörlerin (DDSA) genişlemesi, yalnız güvenlik sorunlarına değil toplumsal yapının bozulmasına ve ekonomik etkileşimlere de zarar verebilir. Benzer şekilde Libya’da siyasi istikrarın sağlanıp sağlanamaması, toplumsal barış için hayati önem taşımaktadır. Farklı ideolojik, ekonomik ya da siyasi motivasyona sahip milis grupların ülke siyasetine mutlak yönde sirayet ettiği bir senaryo, bu atmosferi negatif yönde etkileyecekken, uluslararası toplumun daha aktif bir siyaset izlemesi, barış ve istikrar süreçlerini hızlandıracaktır. Mısır’da ise İsrail-Filistin savaşına paralel olarak patlak veren sınır sorunları 2024’te hem güvenlik hem de siyasi bağlamda öncelikli gündem maddesi olarak yerini koruyacak, Sina Yarımadasındaki güvenlik tehditlerine yönelik terörle mücadele faaliyetleri yükselme eğilimine girecektir.
Sonuç Yerine
Son on yılda Suriye, Libya ve Yemen gibi lokal çatışma süreçlerine sahne olan Ortadoğu coğrafyası, 2023’te İsrail’in Gazze’de yürüttüğü saldırılarla bölgesel bir krizin eşiğine gelmiştir. İsrail’in orantısız güç kullanımına karşı Arap kamuoyunda yükselen yoğun tepki ve özellikle Türkiye, Katar ve İran gibi aktörlerin bu durum karşısındaki sert tutumları, krizin İsrail-Filistin bağlamından çıkarak, İsrail’e karşı İslam dünyasından topyekun bir tepkinin önünü açmıştır. Batılı ülkelerin İsrail’e kayıtsız destekleri de İslam dünyasının önde gelen aktörlerini, Filistin’e destek konusunda daha net tavır almaya itmiştir. İsrail’in kara savaşında HAMAS’ın askeri kanadı karşısında üstünlük gösterememesi ve büyük kayıplar vermesi, Tel-Aviv yönetimi üzerinde savaşın sürdürülebilirliği konusunda giderek daha büyük baskı oluşturmaktadır. Buradan hareketle yoğun Batı desteğine rağmen İsrail’in Gazze’den siyasi ve askeri kazanım elde edemeden geri çekilmesi, Ortadoğu’da yeni bir dönemin başlangıcı olabilecektir. On yıllardır oluşturulmaya çalışılan İsrail’in yenilmezliği algısının yıkılması, Arap kamuoyları açısından psikolojik bir zafer olarak değerlendirilecek ve bu kitleler, yönetimlerine İsrail’e karşı daha sert politikalar izlemeleri konusunda baskı oluşturacaklardır.
Bunun yanında Körfez’den Mağrib’e kadar Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında siyasi ve ekonomik meseleler, yönetimlerin ve toplumsal kesimlerin gündemlerini oluşturmaya devam edecektir. Bu noktada bölgesel bir huzur ortamının sağlanması, kalkınma ve siyasi istikrar konularında gelişme kaydedilmesinin başlıca gereklilikleri olarak söylenebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Ortadoğu’nun önde gelen aktörleri arasındaki normalleşme süreçlerinin devam etmesi kritik öneme sahiptir. Bu normalleşmeler; demokrasi, ekonomi politikaları, ticari etkileşimler ve savunma sanayi teknolojileri gibi alanlarda tecrübe paylaşımlarını da beraberinde getirecek, bu da uzun vadeli bölgesel kalkınma stratejisinin hayata geçirilebilmesini kolaylaştıracaktır.