Halep dünyanın en eski şehirlerinden biri. Halep İslam medeniyetinin en önemli ve sembol şehirlerinden biri. Halep Osmanlı devletinin İstanbul’dan sonraki en büyük ve en önemli ticaret merkezlerinden biri. Halep Suriye’nin en çoğulcu şehri ve bir barış havzası. Farklılıkları içinde barındıran tam bir huzur ortamı. Ancak Halep şimdi Suriye krizinin en dramatik ve en kanlı cephesi. Aynı zamanda Suriye krizinin düğümünü çözecek Halep Suriye iç savaşında dört temel aktörden üçü tarafından parçalanmış bir şehir.
Bütün ihtişamlı eserleri yerle bir edilen ve ruhu gasp edilen bir şehir. Batısı Esed’in kontrolünde, doğusu ise Suriye muhalefetinin hakimiyetinde olan ancak Esed tarafından kuşatılan bir şehir.
İnsanlığa Karşı İşlenen Suç: Halep Saldırıları
Muhalefetin kontrol ettiği Doğu Halep, 22 Eylül’de Rusya destekli Esed rejiminin askeri birlikleri tarafından geniş ölçekli bir hava ve kara saldırısına maruz kaldı. Yaklaşık 300 bin insanın yaşadığı bölge sekiz gün süren yoğun bir bombardımana tabi tutuldu. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan 400’den fazla masum insan hayatını kaybetti, binden fazlası da yaralandı. Gözlemcilerin aktardığına göre muhaliflerin elindeki Doğu Halep nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı çocuklardan oluşuyor. Saldırılar sırasında napalm, fosfor, lazer güdümlü ve misket bombalarının kullanılmasıyla tam manasıyla bir insanlık suçu işlendi ve işlenmeye devam ediliyor. Yüz binlerce masum insanın hayatının ciddi bir risk altında olduğu Doğu Halep’teki kuşatmanın sürmesi durumunda korkunç bir felaketin yaşanma ihtimalinin yüksek olduğu ifade ediliyor. Uzmanlar mevcut şartlar altında en fazla birkaç aylık bir dayanmanın ancak mümkün olduğunu dile getiriyor.
Uluslararası kamuoyu insanlığa karşı işlenmekte olan bu suçlara ciddi ve somut bir tepki veremedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 25 Eylül’de bu saldırıları tartışmak üzere toplandı ancak Rusya’nın veto yetkisini kullanma tehdidi karşısında herhangi bir karar alınamadı. Batılı ülkelerin tipik kınama açıklamalarıyla yetinildi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun ve BM Suriye Özel Temsilcisi Stefan de Mistura yaşananların bir savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş suç olduğunu dile getirdi. ABD temsilcisi de saldırıların çok barbarca olduğunu ifade etti. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise yaşananların bir uluslararası hukuk ihlali olduğunu ve ahlaki olarak da kesinlikle kabul edilemeyeceğini ifade etti.
Bu insani dram konusunda Müslüman dünyadan ise yine her zaman olduğu gibi etkili bir tepki çıkmadı. Doğrusu Türkiye dışında Suriye krizini ciddiyetle izleyen neredeyse Müslüman ülke de kalmadı. Bazı ülke temsilcilerinin kınama ve endişe beyan eden açıklamalarından öte herhangi bir gelişme de yaşanmadı.
Körfez Ülkelerinin Tutumu
Suriye krizinde son yıllarda geri çekilme siyaseti izleyen ve dikkate değer bir maliyete katlanmaktan özenle kaçınan Körfez ülkeleri sadece kınama açıklamalarında bulundu. Muhammed Mursi’nin Mısır’da iktidara gelmesinden bu yana Suriye muhalefeti ile arasına mesafe koyan Körfez ülkeleri hem Esed’in gitmesini hem de Suriye muhalefetinin başarısızlığını istemektedir. Çünkü halkçı değişim dalgasının bölgede sınırlandırılması gerektiğini düşünmektedirler.
Körfez ülkeleri arasında en aktif siyaset yapan ülke olan Katar, insani yardım konvoyunun hedef alınması ve rejim güçlerinin masum insanları vurmasının Esed’in siyasi bir çözümü ciddiye almadığını gösterdiğini vurguladı. Katar Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamada, krizin sona erdirilmesi ve Suriyelilerin acılarının dindirilmesi için kapsamlı ve kalıcı bir siyasi çözümün bulunması gerektiği ifade edildi. Katar medyası da yaşananları bir savaş suçu ve soykırım olarak nitelendirdi. Ayrıca yaşananlardan Esed rejimi ile Rusya sorumlu tutuldu. Katar medyası Esed ve müttefiklerinin siyasi bir çözüm için çalışmadıklarını da belirtti.
Körfez ülkeleri arasında en net tepkilerden biri Kuveyt’ten geldi. Kuveyt Bakanlar Kurulu saldırıların başlamasından bir hafta sonra insani yardım konvoyları ve masum insanların vurulduğu bombardımanı kınadı ve bu suçları durdurmak için uluslararası toplumun harekete geçmesi çağrısında bulundu.
Resmi bir açıklamanın işitilmediği Suudi Arabistan’da sadece Büyük Alimler Konseyi Genel Sekreterliği masum insanlara karşı yürütülen saldırıları kınadı.
Arap isyanlarının başından itibaren bölge halkları aleyhine bir siyaset izleyen Birleşik Arap Emirlikleri ise sadece taraflara diplomatik girişimleri yeniden başlatmaları çağrısında bulundu. Masum sivillerin
öldürülmesi konusunda bir kınamayı bile fazla gördü.
ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler Halep’in düşmesi durumunda ülkedeki dengelerin Esed, İran ve Rusya lehine değişeceğini bildikleri için kendileri bir şey yapmadan Körfez ülkelerinin daha fazla müdahil olmalarını talep etmektedir. Batılı ülkeler Suriye muhalefeti konusunda Körfez ülkelerinin daha aktif bir siyaset izlemelerini ve muhalefete daha fazla destek vermelerini beklemektedir. Kendi sorunlarıyla uğraşmak zorunda bırakılan Körfez ülkeleri ise bu endişeleri paylaşmaktan uzaktır. Örneğin Suudi Arabistan enerjisinin büyük kısmını daha hayati ve stratejik olarak gördüğü Yemen krizine aktarmaktadır. Dolayısıyla Suriyeli muhaliflere ağır ya da hafif silah verme imkanı ve isteğini büyük ölçüde kaybetmiş durumdadır. Haklı olarak muhaliflerin elinde uçaksavar gibi ağır silahların olması halinde hava bombardımanının kolay olmayacağı düşünülmektedir.
İran’ın Duruşu
Devrimden bu yana kendisini mazlum ve mustazafların temsilcisi olarak pazarlayan İran ise altı yıldır maddi ve manevi imkanlarıyla desteklediği Esed rejiminin bu insanlık dışı saldırılarına karşı çıkmak şöyle dursun destek vermektedir. Son dönemde bile hala Esed’e yardım etmek üzere Suriye’ye ordu birlikleri, devrim muhafızları ve Şii milislerini göndermeyi sürdürmektedir. Bütün bunları da Esed rejimi altında yaşamak istemediklerinden dolayı terörist olarak ilan ettiği masum kadınları ve çocukları öldürmeye azmettirmiş bulunmaktadır. ABD’li askeri yetkililerin yaptıkları açıklamalara göre şu an için 3 bin civarında İranlı savaşçı Halep’te Esed safında savaşmaktadır.
İran, yaptığı yardımlar yeterli olmayınca kendine yakın olan bölgesel aktörlerin de desteğini Esed rejimi için seferber etmektedir. Bu aktörlerden birincisi Irak’tır. 2003 yılındaki ABD işgalinden bu yana İran’ın dümen suyunda bir siyaset izleyen Irak yönetimi ve halkı da benzeri bir tutumla Suriye’ye Şii milis göndermektedir. Halep’e yönelik gerçekleştirilen son saldırılar sırasında Iraklı Şii Milis el-Nucaba Hareketi’nin lideri Ekrem el-Kabi’nin bizzat şehirde masum Suriyelilere yönelik saldırıları yönettiği iddia edilmiştir. Afganlı milislerle birlikte Halep’te savaşan Şii milis sayısının 400’ü geçtiği belirtilmiştir. Suriye’de Esed’i destekleyen ikinci İran yanlısı bölgesel aktör ise Hizbullah’tır. Suriye krizi sonrasında sivilleri hedef alan Hizbullah’ın, savaştığı İsrail’den hiçbir farkı kalmamıştır.
Şu ana kadar yaklaşık 600 bin insanın hayatını kaybetmesini tevil ettiğini düşünen İran bugün yaşananlar karşısında da rahatlıkla aynı tutumu sürdürmektedir; masum çocukların enkaz altında kalması ve kullanılması yasak silahlarla bedenlerinin parçalanmasının tevili ne kadar mümkünse... Tabii ki kendileri dışında buna inanan kimse kalmadığını da çok iyi biliyorlar. Ancak İran devlet yetkilileri ve halkı bilmeli ki masum insanların hayatlarının kaybedilmesine yönelik bu duyarsızlığın yanı sıra katliama katkı sunmak ve ortak olmak ne Suriye krizini çözüme kavuşturacak ne de İran’ın bölgedeki kazançlarını kalıcı hale getirecektir.
Bölgesel ve küresel güçlerin neredeyse tamamı Suriye halkının kanları ve cesetleri üzerinde jeopolitik ve stratejik hesaplamalar yapmaya devam etmektedir. Son hafta içinde Halep’te yaşanan katliamlar, bu krizin daha da derinleşeceğini ve harlanan ateşinin pek çok bölgeyi de yakacağını göstermektedir. Yaraları ve mevcut fay hatlarını derinleştiren gelişmelerin devam etmesi durumunda müdahil aktörlerin hiçbirisinin kazançlı çıkmayacağı bir kaosun bütün taraflara yüksek maliyetler getireceğini beklemek gerekecektir.