Kriter > Dosya > Dosya / Anayasa |

Vesayetten Arınmış Bir Anayasa


Türkiye’nin vesayetin her türlüsüyle mücadele açısından yirmi yılı aşkın bir süredir ciddi bir mücadele verdiği ve büyük oranda başarılı olduğu açıktır. Eski vesayet kurumları, halihazırda etkilerini ve güçlerini büyük oranda kaybettiler. Sistemin doğru ve demokratik usullere uygun şekilde işleyişine ket vuran unsurların eskisi kadar güçlü olmadıkları görülüyor. Ancak bunların kendileri için uygun şartları beklediğini söylemek de mümkün.

Vesayetten Arınmış Bir Anayasa
Genelkurmay başkanı iken 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirerek Devlet Başkanı olan Kenan Evren, 82 Anayasası'nın kabulü ile 7'nci Cumhurbaşkanı seçildi. Kenan Evren, darbe sonrası TBMM kapatıldığı için yemin etmedi. (Arşiv/AA)

Türk demokrasi tarihinin en önemli talihsizliklerden biri, 1961 ve 1982 anayasalarının, darbelerin ardından hazırlanmasıdır. Bu bakımdan her iki anayasa da darbelerin ürünüdür. İşin daha da kötü yönü ise 1982 Anayasasının 1970’lerde yaşanan kitlesel şiddet olaylarının da etkisiyle öncekine göre çok daha katı bir yaklaşımla ortaya çıkmasıdır. 27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti iktidarını deviren cunta, darbe sonrasına hazırlıksız yakalanmıştı. Ne yapacakları konusunda karara varamayan darbeciler, Ankara ve İstanbul üniversitelerinin özellikle hukukçu hocalarından, kendileri için bir yol haritası hazırlamalarını istediler. Oluşturulan komisyon, öncelikle o dönem yürürlükte olan 1924 Anayasası yerine yeni bir anayasa yapılması üzerinde durdu. Metnin demokratik ve özgürlükçü bir şekilde hazırlandığı savunulsa da 1961 Anayasasına ruhunu veren aslında vesayettir. Halkın seçilmiş meşru temsilcilerinin müesses nizamın önüne geçmemesi için 1961 Anayasası, çeşitli vesayet düzenleme ve mekanizmalarıyla dolduruldu. 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra aynı yıl ve 1973’te yapılan iki ayrı anayasaya değişikliğiyle söz konusu vesayet kurumlarının sistem içindeki ağırlığı giderek artırıldı. Sistemin iyice içe kapatılmasında, o dönem yaşanan şiddet olaylarından çok, darbeye rağmen 1961 seçimlerinden itibaren halkın vesayetçi zihniyetin beklentilerine cevap vermeyen tercihlerde bulunması etkili olmuştur. Daha açık bir ifadeyle müesses nizam, iktidarda kim olursa olsun gerçek kontrolü her zaman kendi elinde tutacağı bir sistem arayışındaydı. 27 Mayıs’la başlayan bu sürecin amacına ulaştığı ve sistem üzerine vesayet ağlarının örüldüğü görüldü.

1982 Anayasası, vesayetçi düzenlemelerin par excellence’ı, yani türünün en mümtaz örneği durumundadır. Bu anayasa, kendisinden önceki tüm vesayet unsurlarını ihtiva ettiği gibi bunlara yenilerini eklemiştir. Sistem üzerinde kurulan vesayetin birkaç temel üzerine oturduğu söylenebilir. İlk olarak sistemde cumhurbaşkanının yetkileri, parlamenter sistemde eşi görülmeyen şekilde artırılmıştır. Anayasayı onaylayan Milli Güvenlik Konseyinin cumhurbaşkanının kendileriyle uyumlu çalışacak ve aynı ideolojik formasyonu paylaşan kişiler arasından çıkacağını düşündüğü açıktır. Gerçekten de 1961 Anayasasının kabulünden sonra üç cumhurbaşkanı da emekli askerler arasından seçilmişti. Hatta cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan ve seçilme ihtimali bulunan isimlerin neredeyse tamamı da askerdi. 1980 darbesinden sonra yine bir asker, darbeyi yapan cuntanın başındaki Orgeneral Kenan Evren bu makama geldi. Dolayısıyla cumhurbaşkanının, yürütmenin geri kalanından farklı bir bakış açısına sahip olacağı ve “sistemi koruyacağı” beklentisi, somut birtakım temellere dayanmaktaydı. Ancak 1971 ve 1973’te yapılan anayasa değişikliklerine rağmen yasama ve yürütme üzerinde istenen türden bir denetimin sağlanamaması, hazırlanan yeni anayasada tedbirlerin sıkılaştırılmasını doğurdu. Bu nedenle 1982 Anayasasında cumhurbaşkanının rolü ve ağırlığı iyice artırıldı.

eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in veda ziyareti

Görev süresi dolan eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer dönemin Başbakanı Erdoğan’a makamında veda ziyaretinde bulunuyor. (Zekeriya Albayrak/AA, 24 Ağustos 2007)

 

Sembolik Görüntünün Perde Arkası

Her ne kadar cumhurbaşkanının sembolik yetkilere sahip bulunduğu söylense de icraatta böyle olmadığı bazı somut örneklerle gayet iyi anlaşıldı. Mesela 2000’de Cumhurbaşkanı seçilen Ahmet Necdet Sezer, özellikle AK Parti iktidarından sonra anayasanın kendisine verdiği yetkileri geniş şekilde kullandı. Mesela Sezer, AK Parti döneminde, aralarında anayasa değişikliklerinin de bulunduğu 50, tüm görev süresince de 65 kanunu veto etti. Cumhurbaşkanı tarafından Meclise geri gönderilen düzenlemeler arasında cumhurbaşkanının halk tarafından seçimine ilişkin anayasa değişikliğinin yanı sıra başörtüsü, katsayı, azınlık cemaat vakıflarını mülklerinin iadesi gibi daha sonra hayata geçirilen demokratikleşme adımları da bulunuyordu. Daha ilginç konu ise Sezer’in doğrudan yürütme yetkisinin kullanılmasına ilişkin toplamda 729, AK Parti iktidarında 447 atama kararnamesini imzalamamasıydı. Aynı kapsamda 21 Bakanlar Kurulu kararı da Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrildi. Böylece Cumhurbaşkanı hükümetin hangi bürokratlarla çalışması veya çalışmaması gerektiğini kendi belirlemiş oluyordu.

Yalnızca yürütme değil yargı da yürütme üzerinde vesayetçi bir etkiye sahip oldu. Anayasa Mahkemesi, anayasa kendisine böyle bir yetki vermemesine rağmen yerindelik denetimi yapmaktan veya “yürürlüğün durdurulması” gibi sonradan icat edilen bazı yetkiler aracılığıyla sistem üzerinde vesayet kurabildi. Mahkemenin siyasi partileri kapatma ve siyasetçilere yasak getirebilme yetkileri, vesayetçi anlayışın hukuk alanındaki yansımaları şeklinde belirdi. Söz konusu yetki, belirli durumlarda ideolojik temelli olarak kullanıldı. Aynı zamanda Mahkeme, özellikle parti kapatma kararlarının gerekçesinde de net şekilde görülebileceği gibi kendini, sistemin koruyucularından biri şeklinde konumlandırdı. Bunun yanında, bürokratik oligarşi de zaman zaman kendini siyasetin üzerine yerleştirdi.

28 Şubat sürecinde vesayet kurumları, etkilerini çok daha derinden ve travmatik şekilde gösterdi. İktidara gelen Refahyol koalisyon hükümetini devirmek için vesayet unsurları, görünür ve görünmez çok sayıda mekanizmayı devreye soktular. Bu dönemde yapılanlar, yalnızca hükümeti işbaşından uzaklaştırmakla sınırlı kalmadı ve özellikle dindar kesim üzerinde çok ağır baskılara kadar vardı. Milli Güvenlik Kurulu, sürecin merkezinde yer alırken cumhurbaşkanlığından eğitim teşkilatına kadar bir dizi kurum, kendi üzerlerine düşen görevi yerine getirdiler. Sonuçta, yalnızca hükümet görevden uzaklaştırılmakla kalmadı, toplum üzerindeki denetim de en üst seviyeye çıkarıldı. Hukuk alanında da vesayet kendini gösterdi. Anayasa Mahkemesi, önce Refah Partisi ardından da Fazilet Partisi’ni kapattı ve çok sayıda siyasetçiye yasak getirdi. Dolayısıyla 28 Şubat sürecinde 12 Eylül Anayasasının tüm vesayet kurumları, eş zamanlı şekilde hareket ederek demokratik siyaset alanını daralttılar.

O dönemde yaşananlar, fiili bir darbe olmadan da vesayet mekanizmalarını harekete geçirerek demokrasinin olağan akışının dışına çıkarılabileceğini gösterdi. Buradan hareketle, 12 Eylül Anayasasını yapan zihniyetin en baştaki kurgusunun başarılı olduğu anlaşıldı. Sistem içine milli iradenin tecellisini engelleyecek mekanizmaların yerleştirilmesi, darbenin yalnızca belirli bir dönemle sınırlı kalmayıp sürekli hâle gelmesine yol açmıştı. Aslında 1983’te demokrasiye geçildikten sonra ileride yaşanabilecek krizlerin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Ancak dönemin başbakanı Turgut Özal, süreci ustalıkla yöneterek farklı dönemlerde yaşanan krizlerin büyümesini engellemişti. Türkiye’nin en karanlık yılları olan 90’larda ise bürokratik oligarşinin kendine açtığı alan, 28 Şubat sürecine kadar uzandı. Bu dönemin rehabilitasyonu açısından ilk önemli gelişme ise 3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde AK Parti’nin iktidara gelmesiydi.

“Evet” mitinginde Erdoğan
12 Eylül 2010’da yapılacak anayasa değişikliği oylaması için düzenlenen “Evet” mitinginde Erdoğan konuşma yapıyor. (Volkan Furuncu/AA, 25 Temmuz 2010)

 

Kararlı İstikamette Çetrefilli Yol

Son yirmi yılda vesayet kurumlarının sistem üzerindeki etkisinin ortadan kaldırılması için oldukça önemli adımlar atıldı. AK Parti iktidara gelince, hükümetin kurulmasından henüz on iki gün sonra 1987’den itibaren sürekli şekilde yürürlükte olan olağanüstü hâl uygulamasına son verilmesi tesadüf değildir. Yine iktidarın ilk yıllarında Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılmasından sivil toplumu güçlendirmek için Dernekler Kanunu’nun değiştirilmesine kadar uzanan bir dizi değişiklik yapıldı. Elbette AK Parti’nin vesayetle mücadelesi kolay olmadı. İktidarının ilk günlerinden itibaren hükümetin önüne sürekli engeller çıkarıldı. AK Parti’nin ilk iktidar döneminin sonlarına doğru, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçiminden önce 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay’ın internet sitesinde yayımlanan “e-muhtıra” bu konuda akla ilk gelen örneklerden biridir. Bildiri aracılığıyla Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesi, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde siyasi bir pozisyon almaktan kaçınmamıştı. Daha dramatik örnek ise AK Parti’nin seçmenlerin yarısının oyunu alarak yeniden iktidara gelmesinin akabinde hakkında açılan kapatma davasıydı. AK Parti’nin kapatma davasından yalnızca bir oy farkla kurtulması, karşı karşıya olunan tehdidin büyüklüğünü göstermesi bakımından manidardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karakterize eden en önemli özelliklerden biri, vesayetle mücadele konusundaki kararlı tutumudur. Erdoğan, diğer pek çok siyasetçinin aksine vesayet mekanizmaları, demokratik siyaset üzerinde tahakküm kurmaya çalışırken geri adım atmadı. Üstelik tüm bu süreçte Erdoğan, vesayetle mücadelenin gerekliliği konusunda toplumu da ikna etti. Nitekim 2007, 2010 ve 2017’de yapılan anayasa referandumları, toplumdan gereken desteği aldı. Tüm referandumlarda Erdoğan, tıpkı seçim kampanyalarında olduğu gibi açık hava mitingleri ve geniş katılımlı toplantılarla halka bu değişikliklere neden ihtiyaç duyulduğunu izah etti. Böylece toplum, Türkiye’nin milli iradenin gerçek anlamda kullanılmasını engelleyen bir vesayet sorunuyla karşı karşıya olduğunu bir kez daha gördü. 15 Temmuz darbe girişimi ortaya çıktığında milyonlarca insanın sokağa dökülmesindeki temel saiklerden birinin bu farkındalık olduğu söylenebilir. Daha darbenin faili bilinmeden bile çok sayıda insan demokrasiye ve kendi iradeleri sonucunda seçilen liderleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sahip çıktığını göstermek için sokaklara akın etti. AK Parti, iktidarının ilk gününden itibaren hükümeti engellemek için harekete geçen güçler, aslında farkında olmadan vesayetle mücadelenin zihni temellerini attı. 15 Temmuz’da ise fitil ateşlendi ve vesayete yönelik biriken tepki, darbecilere karşı koyma şekilde kendini gösterdi. Bu bakımdan, 15 Temmuz günü sokaklara çıkan insanların enerjisinin anlık bir olay olmadığını ve yıllarca süren birikimin sonucu olarak belirdiğini kaydetmek gerekir.

 

Halk Seçiminin Sisteme Etkili Dokunuşu

Öncelikle 2007’de yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi ve meşruluk zemininin güçlenmesi sağlandı. 2017’de kabul edilen ve 2018’de başlayan Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin vesayetle mücadele açısından en önemli dönüm noktalarından biri olduğu söylenebilir. Yeni sistemin kabulüyle birlikte yürütmedeki çift başlılık ortadan kalktı. Söz konusu hükümet sistemi, yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının doğrudan halktan yetki alması ve halka hesap vermesini beraberinde getirdi. Bakanlardan üst düzey bürokratlara kadar pek çok yönetici de doğrudan cumhurbaşkanının atama yetkisine tabi kılındı. Bu şekilde, idari tasarrufların çoğu, doğrudan cumhurbaşkanıyla ilişkilendirildi. Yeni sistem yürütme üstündeki vesayetin büyük oranda kalkması anlamına geliyor. Aynı şekilde, yasama üzerinde vetolar şeklinde işleyen ve zaman zaman sistemin tıkanmasına yol açan yürütme vesayeti de ortadan kalktı. Yasama ve yürütme organları arasında kuvvetler ayrılığı mantığına uygun şekilde, bir işlev farklılaşması sağlandı. Buradan hareketle, hükümet sistemi değişikliği hem bizatihi kendisi hem de sonrasında yapılan düzenlemelerle Türkiye’nin demokratikleşmesi açısında ciddi bir katkı mahiyetindedir. Bunlara 2016’daki darbe girişimi sonrasında kanun hükmünde kararnamelerle yapılan düzenlemeleri de eklemek gerekir. Bu düzenlemeler aracılığıyla çok sayıda alanda sivilleşme sağlandı. Askeri okullardan yargıya kadar belirli başlıklarda, geçmişten itibaren farklı vesilelerle tartışılan reformlar, hayata geçirildi. Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan KHK’lar aracılığıyla yapılan bu değişikliklerin değerinin yeterince anlaşılmadığı belirtilmelidir.

Türkiye’nin vesayetin her türlüsüyle mücadele açısından yirmi yılı aşkın bir süredir ciddi bir mücadele verdiği ve büyük oranda başarılı olduğu açıktır. Eski vesayet kurumları, halihazırda etkilerini ve güçlerini büyük oranda kaybettiler. Sistemin doğru ve demokratik usullere uygun şekilde işleyişine ket vuran unsurların eskisi kadar güçlü olmadıkları görülüyor. Ancak bunların kendileri için uygun şartları beklediğini söylemek mümkün. Geçmişten itibaren sistemin farklı yerlerinde yuvalanan vesayet odaklarının muhtemel etki alanlarının tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor. Vesayetçi zihniyet, ilk fırsat bulduğunda eski konumunu yeniden elde etmek için arayışa girecektir. Bu durumu engellemenin ilk yolu, toplumda demokrasi ve hak bilincinin yükseltilmesidir. Aslında 15 Temmuz darbe girişimine yönelik kitlesel tepki, bu konuda önemli bir mesafe kat ettiğimizin göstergesi durumunda. Ancak bu süreci, anayasal mekanizmalarla güvence altına almak, yani hukukla korumak önem taşıyor.

Vesayet odakları, kendi durumlarını anayasal statüye taşırken bir bakıma hukuku kalkan olarak kullanma hedefini güdüyorlardı. Bu çabalarında başarılı da oldular. Dolayısıyla son yirmi yılın kazanımlarını, hukukun koruması altına almak gerekiyor. Bunun başlıca aracı ise hiçbir şekilde vesayetin izine rastlanmayan ve tamamen sivil zihniyetle bir anayasa yapılması olacaktır. Vesayet, doğası gereği kendini gizleme becerisine sahiptir. Geçmişte sisteme içine yerleşen vesayet unsurlarının ilk fırsatta bulduklarında yeniden metastaz yapan kanser hücreleri gibi yayılmaya çalışacaklarını anlamak gerekir. Bunun engellenmesi için vesayetten arınmış bir anayasa hazırlamak ve toplumun onayına sunmak önem taşıyor. Cumhuriyetin ikinci asrına girildiği sırada Türkiye Yüzyılı hedeflerine uygun bir anayasa yapılması için iktidar kadar muhalefetin de elini taşın altına koyması elzemdir. Yeni anayasa, toplumun önüne bir vizyon koyacağı gibi bugüne kadar elde edilen kazanımların korunmasını da sağlayacaktır. Her şeyin ötesinde yeni, demokratik ve çağın gereklerine uygun bir anayasanın tüm toplumun hakkı olduğunun altını çizmek gerekir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası