Kriter > Dış Politika |

Hind Receb Vakfı’nın Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlarla Mücadelesi


Hind Receb’in acı kaybının uluslararası toplumda uyandırdığı tepki, Eylül 2024’te Brüksel merkezli bir insan hakları kuruluşu olan HRF’nin kurulmasında en önemli etken. Vakfın amacı, özellikle Gazze’de yaşanan savaş suçlarını ve insan hakları ihlallerini kayıt altına almak ve sorumluların adalet önüne çıkarılmasını sağlamak. Ortadoğu’daki insan hakları ihlallerine karşı yürüttükleri kampanyalarla tanınan vakfın kurucuları, evrensel yargı ilkesine dayanan bir strateji geliştirerek suçların sadece işlendiği ülkede değil, uluslararası arenada da yargılanabilmesini amaçlıyorlar.

Hind Receb Vakfı nın Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlarla
New York Zuccotti Park'ında Filistin destekçisi bir grup Gazze'de İsrail güçleri tarafından öldürülen beş yaşındaki Filistinli kız çocuğu Hind Rajab için anma töreni düzenledi. (Selçuk Acar / AA, 30 Ocak 2025)

Hind Receb, 29 Ocak 2024’te Gazze’de ailesiyle birlikte İsrail ordusunun saldırısına maruz kalarak vahşice öldürülen henüz 5 yaşında bir Filistinli kız çocuğuydu. Bu küçücük yaşına rağmen, dünyanın en acımasız saldırılarından birinde hayatta kalma mücadelesi verirken, uluslararası toplumun vicdanına kazınan önemli bir isim haline geldi.

İsrail tarafından yapılan saldırıda açılan ateş sonucu, ailesinden altı kişiyle birlikte Hind Receb ve kendilerini kurtarmaya gelen iki Filistin Kızılayı sağlık görevlisi katledilmişti. Bu trajik olay, uluslararası hukukun en temel ilkelerinden olan sivillere zarar vermeme ve insani hukuk kurallarına uyma yükümlülüğünün ağır ihlaline bir örnektir.

Onun ölümü, yalnızca bir çocuğun canice katli değil, aynı zamanda insanlığa karşı işlenen suçların somut bir örneği olarak tarihe geçti. Onun adıyla kurulan Hind Receb Vakfı (Hind Rajab Foundation/HRF), savaş suçlarıyla mücadele eden, insan hakları ihlallerini belgeleyen ve failleri adalet önüne çıkarmak için hukuki süreçleri başlatan uluslararası bir kuruluş olarak ortaya çıktı.

Uluslararası hukuk çerçevesinde savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar, Roma Statüsü ve Cenevre Sözleşmeleri gibi uluslararası metinlerle düzenlenmiştir. Bu bağlamda, Hind Receb’in öldürülmesi, savaş sırasında sivillere karşı işlenen kasıtlı ve sistematik saldırılar kapsamında değerlendirilmektedir. 5 yaşında bir çocuğun, ailesiyle birlikte içinde bulunduğu bir aracın bilinçli bir şekilde hedef alınması, insani hukuk normlarını açıkça ihlal etmektedir. Bu saldırı sadece savaş suçu niteliği taşımakla kalmamış; aynı zamanda daha geniş bir çerçevede insanlığa karşı suç olarak da yorumlanmıştır. Gazze’deki Filistin Kızılayı, olayın sorumlularının İsrail ordusu olduğunu ve bölgedeki sivillerin kasıtlı olarak hedef alındığını belgelemiştir. Hind Receb’in öldürülmeden önce yaptığı son telefon görüşmelerinde, kurtarma ekiplerinden yardım isterken duyduğu korku, uluslararası toplumda büyük bir yankı uyandırmış ve Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerine karşı tepkinin büyümesinde önemli rol oynamıştır.

 

Uluslararası İnsani Hukuk ve Sivillere Yönelik Koruma

Uluslararası insani hukuk, silahlı çatışmalarda sivillerin korunmasına ilişkin en önemli hukuki dayanakları içerir. Cenevre Sözleşmeleri ve ek protokoller, devletleri ve silahlı grupları sivillere yönelik kasıtlı saldırılardan kaçınmaya ve sivil altyapıyı hedef almamaya hukuken mecbur kılar. Burada temel ilke, askeri gereklilik ile insani gereklilik arasındaki dengenin korunmasıdır. Bu çerçevede;

  1. Ayrım İlkesi: Savaşan tarafların, siviller ile silahlı güç unsurlarını ayırt etme sorumluluğu vardır.
  2. Orantılılık İlkesi: Herhangi bir askeri hedefe saldırı düzenlerken, saldırının sivil kayıpları bakımından orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
  3. İhtiyatlı Davranma İlkesi: Saldırı sırasında sivil zayiatı en aza indirecek tedbirlerin alınması zorunludur.

 

Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Arasındaki Fark

Uluslararası hukukta “savaş suçu” ve “insanlığa karşı suç” kavramları sıklıkla bir arada zikredilir. Ancak aralarında önemli farklılıklar vardır. Savaş suçları, uluslararası veya ulusal silahlı çatışmalar sırasında, savaş kurallarını düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri ve diğer uluslararası insani hukuk metinlerini ihlal eden fiilleri kapsar. Sivillere kasıtlı saldırılar, esirlerin kötü muameleye maruz kalması ve insani yardımın engellenmesi gibi eylemler, savaş suçları kategorisine girer.

İnsanlığa karşı suçlar ise daha kapsamlıdır ve bir “sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik saldırı” çerçevesinde işlenen cinayet, soykırım, zorla yerinden etme, işkence, tecavüz gibi insanlık onurunu ihlal eden eylemleri içerir. Bunun olması için de savaş durumu olması şart değildir; barış döneminde de gerçekleşebilir.

Hind Receb ve ailesinin öldürülmesi, her iki suç tanımı açısından da ele alınabilir. Bir silahlı çatışma bağlamında sivillerin kasten hedef alınması “savaş suçu” kategorisine girer. Öte yandan, Gazze Şeridi’nde uzun süredir devam eden ve sistematik nitelik gösteren sivillere karşı saldırıların parçası olarak bu eylemin işlenmesi, insanlığa karşı suç boyutunu da içerir. Bu olayda, sadece Hind Receb ve ailesi değil, sağlık görevlileri de hedef alınmıştır ki, bu durum insani hukukun ihlalinin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

İsrail saldırısı sonrası araç
İsrail güçlerinin, Gazze'nin Tel el-Hawa mahallesinde hedef aldığı içerisinde 5 yaşındaki Hind Rajab ve ailesinden 6 kişinin bulunduğu otomobilin son hali. Hind Rajab'ın yardım çağrısı üzerine bölgeye gelen ambulans da İsrail güçleri tarafından vuruldu. (Dawoud Abo Alkas / AA, 10 Şubat 2024)

 

HRF’nin Kuruluşu, Hedefleri ve Faaliyetleri

Hind Receb’in acı kaybının uluslararası toplumda uyandırdığı tepki, Eylül 2024’te Brüksel merkezli bir insan hakları kuruluşu olan HRF’nin kurulmasında en önemli etkendir. Vakfın amacı, özellikle Gazze’de yaşanan savaş suçlarını ve insan hakları ihlallerini kayıt altına almak, sorumluların adalet önüne çıkarılmasını sağlamak ve mağdurların sesi olmaktır. Vakfın kurucuları arasında Belçika-Lübnan asıllı siyasi aktivistler Dyab Abou Jahjah ve Karim Hassoun da bulunuyor. Bu isimler, Ortadoğu’daki insan hakları ihlallerine karşı yürüttükleri kampanyalarla tanınıyor. Bu kişiler, evrensel yargı ilkesine dayanan bir strateji geliştirerek suçların sadece işlendiği ülkede değil, uluslararası arenada da yargılanabilmesini amaçlıyorlar.

HRF’nin hedefleri şöyle sıralanabilir:

  1. Araştırma ve Belgeleme: Gazze’de ve diğer işgal bölgelerinde yaşanan insan hakları ihlallerini, savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçları belgelemek.
  2. Hukuki Girişimler: Toplanan deliller ışığında, ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargı süreçlerini başlatmak; sorumluların cezasız kalmaması için hukuki mücadele yürütmek.
  3. Kamuoyu Oluşturma ve Farkındalık: Sivil toplum, medya ve akademik çevrelerle iş birliği yaparak, uluslararası arenada konuyla ilgili bilinci artırmak ve siyasi baskı mekanizmalarını harekete geçirmek.
  4. Mağdur Hakları ve Anma Faaliyetleri: Saldırılar sonucu hayatını kaybeden sivillerin anılarını yaşatmak, mağdurların ailelerine hukuki ve psikolojik destek sağlamak.

 

Evrensel Yargı İlkesi ve HRF’nin Hukuki Girişimleri

Evrensel yargı, –özellikle soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar– gibi belli suçların dünya kamu düzenine karşı işlenmiş sayıldığı ve bu nedenle herhangi bir devletin yargı yetkisi dahilinde kovuşturulabileceği fikrine dayanır. Bu ilke, Roma Statüsü, Cenevre Sözleşmeleri ve bazı ulusal yasaların içtihatlarından kaynaklanır. Özellikle Belçika’nın 1993 ve 1999’da çıkardığı “Evrensel Yargı Yasası”, birçok örnekte yabancı devlet mensuplarının savaş suçu iddialarıyla ilgili yargılanabilmesini mümkün kılmıştır.

HRF’nin kullandığı temel strateji, Gazze’de işlenen suçlara ilişkin delilleri topladıktan sonra, bu delilleri evrensel yargı yasalarına sahip ülkelere taşımaktır. Böylelikle, suçların faili olan kişiler, kendi ülkelerinde yargılanmasalar bile seyahat ettikleri veya diplomatik ilişkiler nedeniyle ayak bastıkları ülkelerde tutuklanma ve yargılanma riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir. HRF’nin açıklamalarına göre, şu ana kadar sekiz ülkede 28 İsrail askeri hakkında yasal süreç başlatılmıştır. Bu girişimler, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili ciddi iddiaları içermektedir.

Örneğin Belçika’da yürütülen bir soruşturma, İsrailli bir albayın Gazze’de sivillere yönelik saldırıları planladığı, yönettiği ve bu saldırıların kasten ölümle sonuçlanmasında pay sahibi olduğu iddialarına dayanmaktadır. Vakıf ve uluslararası insan hakları örgütleri, geniş kapsamlı belge ve tanık ifadeleri sunarak davayı güçlendirmiştir. Diplomatik gerilimler eşliğinde ilerleyen süreçte delil toplama aşaması tamamlanmış olup mahkemeye sunulan tanık ifadeleri yargılamanın seyrine ışık tutmaktadır. Uluslararası kamuoyunun da yakından takip ettiği dava, insan hakları ihlallerine karşı cezasızlıkla mücadele çabalarının önemli bir parçası olarak değerlendirilmektedir.

İspanya’da ise İsrailli bir tümgeneralin sivillere karşı doğrudan saldırılar düzenleyerek savunmasız insanların ölümüne sebep olduğu iddiasıyla açılan dava, dünyada yankı uyandırmıştır. İspanyol mahkemelerinin uluslararası tutuklama kararı çıkarması, İsrail ve İspanya arasında ciddi diplomatik gerilimlere yol açmıştır. Bununla birlikte İspanya’nın evrensel yargı yetkisini kullanarak bu suçlamaları ciddiyetle ele alması, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla mücadelede ulusal yargıların rolünün ne kadar önemli olabileceğini göstermiştir. Medyanın davaya gösterdiği ilgi, bu tür suçlamaların cezasız kalmaması yönündeki toplumsal talebin arttığına işaret etmektedir.

Güney Afrika’daki yargı süreci ise İsrail Savunma Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkiliyi savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan sorumlu tutmaktadır. İlk aşamada yapılan suç duyurusu, vakıf ve yerel insan hakları örgütleri tarafından desteklenmiş, uluslararası medyanın da ilgisini çekmiştir. Güney Afrika hükümetinin bu davadaki tutumu, ayrımcılıkla ve sistematik insan hakları ihlalleriyle mücadele alanında atılan adımların uluslararası yansımalarını da göstermesi açısından önemlidir.

Bu ülkelerin haricinde, vakfın açıklamalarında Fransa, Brezilya, Sri Lanka ve İsveç gibi çeşitli ülkelerde de benzer girişimlerin başlatıldığına dair bilgiler yer almaktadır. Her ülke, kendi iç hukuk düzenlemelerine göre süreçleri ele alsa da, nihai amaç ortaktır: Savaş suçu ve insanlığa karşı suç iddialarının cezasız kalmaması için insani hukuk ilkeleri çerçevesinde mücadele.

 

İsrail Ordusunun Kimlik Gizleme Önlemleri ve Uluslararası Tepkiler

HRF’nin açtığı davalar ve yürüttüğü kampanyalar, İsrail ordusunda askerlerin kimliklerinin gizlenmesi uygulamalarını gündeme getirmiştir. Basına yansıyan bilgilere göre, IDF mensuplarına sosyal medya uygulamalarında yüzlerini ve isimlerini gizlemeleri talimatı verilmiştir. Bu, bir yandan askerlerin uluslararası yargı sürecinden kaçınmak istemesine işaret ederken, diğer yandan da davaların İsrail üzerinde oluşturduğu baskının gücünü göstermektedir.

Uluslararası toplumda bu uygulamalar, mağdurlar açısından “adaletin sağlanmasına engel olma çabası” olarak yorumlanmakta ve hem insan hakları örgütlerinin hem de bazı devletlerin tepkisini çekmektedir. Yine de diplomatik dengeler, bu tepkinin hukuki sürece somut bir yaptırım olarak dönüştürülmesini çoğu zaman zorlaştırmaktadır.

 

Adalet Arayışının Simgesi Olarak Hind Receb

Hind Receb’in öldürülmesi, uluslararası hukukun sivilleri korumak için belirlediği kuralların vahim bir şekilde ihlal edildiğinin ve bu ihlalin, “cezasızlık kültürünü” körüklemesinin somut bir örneğidir. Sivillerin ve özellikle çocukların bilinçli şekilde hedef alındığı bu tür saldırılar, sadece bir savaş suçu değildir; İsrail saldırıları örneğinde olduğu gibi sistematik ve yaygın ölçekte yürütülen bir politika dahilinde gerçekleştiğinde “insanlığa karşı suç” niteliği de taşır.

HRF, bu ihlallerin unutulmamasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak amacıyla yola çıkmıştır. Farklı ülkelerde İsrail askerine yönelik açılan davalar, hukuki sürecin zorluğuna ve uluslararası siyasetteki güç dengesizliğine rağmen, cezasızlığın artık kabul edilemeyeceğine dair önemli bir mesaj niteliği taşımaktadır. Davalar devam ederken, askerlerin kimliklerini gizlemeye çalışması ve diplomatik baskılar, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ilkelerinin kolaylıkla ihlal edilebildiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

HRF’nin savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla mücadelesi, uluslararası hukukun mevcut yetersizliklerini ve aynı zamanda bu uğurda mücadele verildiğinde potansiyel gücünü de gözler önüne sermektedir. HRF, bu yolda pes etmeden delil toplayarak, davalar açarak ve dünya kamuoyunu bilgilendirerek mücadeleyi sürdürmektedir. Kuşkusuz ki bu süreçte en büyük motivasyon kaynağı, Hind Receb gibi masum kurbanların anısını yaşatmak ve benzer trajedilerin tekrarına engel olmaktır. HRF, sadece bir insan hakları örgütü değil, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanının sesi olma misyonunu üstlenmiş bir sivil toplum girişimi olarak öne çıkmaktadır. Eğer uluslararası toplum bu sese kulak verir ve hukuki mekanizmalar hakkaniyetle işlerse, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar konusunda gerçek bir “adalet” ihtimalinin var olabileceğini göstermektedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası