Hindistan Müslümanları, Hindistan'daki en büyük azınlığı ifade ederken aynı zamanda Endonezya ve Pakistan'dan sonra dünyanın üçüncü büyük Müslüman topluluğunu oluşturur. Nüfusun yaklaşık yüzde 15'ine tekabül eden Hindistan Müslümanları, açık ara en büyük azınlık grubudur. Ülkede uzun ve görkemli geçmişleri olmasına karşın büyük çoğunluğu şu anda akut yoksulluk, kalıcı güvensizlik duygusu ve dinsel taciz kurbanı olarak mücadele ediyor ve sıklıkla ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor. Bu durum da birçok Müslümanı en iyi politikanın düşük profilli olmak ve dikkat çekmemek olduğunu düşünmeye yöneltiyor. Ne yazık ki Hindistan'da bir Müslüman bir şeyden şikayet ettiğinde onlara "Pakistan'ınız var, oraya gidebilirsiniz" demek adeta bir gelenek.
Hindistan Müslümanlarının pek çoğu İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşmış ve ülkenin 1947'de çoğunlukla Hindu Hindistan ve çoğunlukla Müslüman Pakistan olarak bölünmesini reddetmiştir. Hindistan, Hindistan Müslümanlarının evi ve çoğu Hindistan Müslümanı gururlu birer vatansever. Ancak Başbakan Narendra Modi'nin Hindu milliyetçiliği veya Hindutva ideolojisi, Hint Müslümanlarını, Hinduların neredeyse en büyük radikalleşmesinin hedefi haline getirdi. Tohumları Hindistan'da tamamen Hindu bir devlet kurmayı amaçlayan ve o dönemin Avrupa faşizminden ilham alan aşırı sağcı Hindu örgütü Rashtriya Swayamsevak Sangh'ın (RSS) 1925'te kurulmasıyla ekildi. Modi'nin Bharatiya Janata Partisi (BJP) -RSS'nin siyasi kolu- 2014'te seçimleri kazandığında ve başbakan olduğunda, kendisi ve takipçileri bunu Hinduların beklediği "uygarlık anı" olarak gördüler. Modi, Hindu uygarlığını yüzyıllarca süren egemenlikten, önce bir dizi Müslüman yöneticiden, ardından yaklaşık üç yüzyıl boyunca Hindistan'ı yöneten Babür İmparatorluğu'ndan ve ardından onları takip eden İngiliz sömürgecilerden kurtaracak olan "tanrı-kraldı".
İslamofobi, Hindistan için yeni bir şey değil ve Müslümanlar, liberal üst kast Hindu seçkinlerinin dahi ülkenin laik demokratik siyasetine egemen olduğu kuşaklar boyunca da önyargı ve sürekli tekrarlayan şiddetle karşı karşıya kaldılar. Ancak Modi'nin sağcı liderliği altında Müslümanlara yönelik nefret, şimdi etkili bir "devlet politikası" haline geldi. Bugün Hindistan Müslümanlarının siyasi sistem içinde yapabileceği çok az şey var: Hindistan nüfusunun Müslüman payı yüzde 15'e yükselmiş olsa da Müslüman parlamento üyelerinin payı yüzde 5'in altında ki bu oran, 1980'lerin başında yüzde 9'du.
Siyasi Temsil
Hindistan'da son genel seçimler geçen yıl yapıldı. Üçüncü dönemini kazanan BJP ve Modi'nin Hindu milliyetçi liderliği, Hindistan siyasetine yön vermeye devam ediyor. Bununla beraber 2024 genel seçimlerinde Hindistan, Müslümanların "büyük ölçüde dışlandığı" bir ülkeden "aktif olarak dışlandığı" bir ülkeye dönüştü. Hindu orta sınıfının, Müslümanlardan bahsetmesinin dahi siyasi partilerin akıbetine zarar verebilecek düzeyde radikalleştiği bu süreçte, BJP dışındaki partilerin Müslüman sözcüğünü bile kullanmaktan çekindikleri bir Hindistan seçimlerine tanık olmuştuk.
Hindistan siyasi yaşamında Müslümanlar hiçbir dönemde alt meclis Lok Sabha'da nüfustaki paylarıyla orantılı olarak temsil edilmedi. Ülkenin 1952'deki ilk genel seçimlerinden bu yana Lok Sabha'da Müslüman temsili, hiçbir zaman yüzde 10'a dahi ulaşamadı. Buna karşılık seçimlerin, seçilmiş parlamento üyeleri ve devlet meclisleri tarafından dolaylı yapıldığı üst meclis Rajya Sabha'daki ortalama payları yüzde 10,5'la nispeten daha yüksek olmuştu. Lok Sabha'da en yüksek Müslüman temsil sayısı 49 olarak 1980'de görüldü. Müslümanlar 1980'lerde nüfusun yüzde 11'ine denk geliyordu ve parlamentodaki temsil oranları yüzde 9'du. Hindistan'da önceden Babri Camii'nin bulunduğu yere Ram Tapınağı inşa etme hareketinin güç kazandığı 1980'lerin ortalarından sonra Müslümanların meclisteki temsil payının giderek azaldığını görüyoruz. Bu düşüş, özellikle 2014 ve 2019'da daha görünür oldu. Lok Sabha'da toplam 543 temsilciden 2014'te yalnızca 23'ü ve 2019'da yalnızca 26'sı Müslüman temsilciydi ki bu sayılar sırasıyla parlamentoda yüzde 4,24 ve yüzde 4,79'luk pay anlamına geliyor. Geçen yılki seçimlerde yüzde 4,42'lik payla sayıları yalnızca 24 oldu.
Hindistan Müslümanlarının siyasi temsilindeki düşüş, BJP'nin siyasi yükselişiyle doğru orantılı. Ezici yükselişin başlangıcını temsil eden 2014'e kadar Hindistan'da bir siyasi partinin açıkça Müslüman karşıtı bir platformda tek başına politik güç kazanamayacağına dair yaygın bir inanç vardı ki ülkenin yüzden fazla seçim bölgesinde önemli büyüklükte Müslüman bir nüfus mevcut. Ancak Modi liderliğindeki BJP, özellikle 2014 ve 2019 seçimlerini ezici çoğunlukla kazanmış ve Hindistan Müslümanlarına karşı "ötekileştirme" yaklaşımını başarıyla Hindistan seçim siyasetine eklemleyebilmiştir. Öyle ki 2024 seçimlerine bakıldığında iktidar partisinin Müslüman bir bakanı ve Müslüman bir parlamento üyesinin olmadığını görüyoruz ki bu, ülke tarihinde bir ilk.

Hindistan Müslümanlarının Çeşitliliği
Hindu nüfusuna benzer şekilde Hindistan Müslümanları da kast, etnisite, dil ve siyasi ve ekonomik güce erişimde farklılıklara sahip bir çeşitlilik teşkil ediyor. Burada en önemli parametre olarak "kast" olgusu devrede. Sanılanın aksine Hindistan'da kast sistemi yalnızca Hindular için işlemez, Hindistan Müslümanları için de aynı durum geçerli. Ülkenin yüksek kamu görevlerindeki Müslümanların büyük çoğunluğu üst kast Müslüman geçmişine sahip erkekler, örneğin. Yani Hindistan Müslümanları da homojen grup değil. Dolayısıyla Hindistan parlamentosunda Müslüman vatandaşların kaygılarını temsil etmek ve savunmak yalnızca Müslümanların görevi olmadığı gibi daha fazla Müslüman temsilcinin bulunması otomatik olarak Müslümanların kaygılarına daha fazla ses ve kamuoyu ilgisi anlamına da gelmiyor.
Demokratik vatandaşlığın önemli bir göstergesi siyasi temsildir. Hindistan Anayasası, demokrasisinde adil temsili güvence altına almak için planlanmış kastlara rezervasyonlar sağlasa da Müslümanlar için böyle bir kota yani ayrılmış sandalyeler yok. Dolayısıyla coğrafi olarak dağınık durumdaki Müslümanlar, Lok Sabha sandalyelerinin yalnızca yüzde 15'inde çoğunluğu oluştururken siyasi temsilin adil payını güvence altına almak için ancak diğer toplulukların iyi niyetine güvenmek zorunda. Ancak günümüz Hindistan politik ikliminde, Hindular siyasi çoğunluktan çok, toplumsal bir çoğunluk oluşturuyor ve genellikle laik vatandaşlar olarak değil, Hindular olarak oy kullanıyor; elbette istisnalar yok değil. Ancak Hinduların dine göre oy verdiği toplumsal çoğunlukta Hindistan Müslümanları eşit vatandaşlar olarak kendine yer bulabiliyor mu? Yoksa gerçekten ikinci sınıf vatandaş olarak bir yer mi edindirildiler? Mevcut politik atmosfer, artık bu soruları gündeme getiriyor. Ve ne yazık ki olumlu yanıt, çoğunlukla ikincisinden yana gibi gözüküyor.
Sosyal (Sosyoekonomik) Manzara
Bugün Hindistan'ın sosyal manzarasına bakınca Müslümanların toplumsal bir "ayrışma" yaşadığını gözlemleyebiliyoruz. Bunda Hindistan'ın son on yıllık siyasi iklimini domine eden Hindutva etkisinin payı büyük. Bununla beraber 2019'da alınan bir dizi siyasi karar, bunu daha da tetikledi. Örneğin, Jammu ve Keşmir'in özel özerkliğinin kaldırılması, buraya Hindistan'ın başka bölgelerinden "yerleşimin" kapılarını açtı ki bu sayede Hindistan'ın Müslüman çoğunluklu tek bölgesinin korunan "kendine özgü" demografik özelliğinin aşınması artık mümkün. Ki bu hamle, Modi hükümetinin buradaki Müslüman çoğunluklu demografiyi Hindu yerleşimcileriyle dengeleme hatta bozma planı olarak algılandı. Jammu ve Keşmir, ekonomik geri kalmışlıkta ve ülkenin işsizlik oranlarında başı çekenlerden. Buradaki ekonomik durum, ayrıca beraberinde Müslüman hacı adaylarının sayısında düşüşü getirdi. Geçen yıl buradan yalnızca 4 bin kişi hac başvurusunda bulundu ki bu sayı önceki yıl en azından iki kat daha fazlayken 2017'de ise 35 bindi. Bunda ayrıca BJP hükümetinin 2018'de hac için sağlanan tüm sübvansiyonu kaldırmasının da büyük payı var. Artık tüm hac maliyeti, hacılar tarafından karşılanmak durumunda.
2019'da alınan bir siyasi karar da Vatandaşlık Değişiklik Yasası'ydı. Bu yasanın 31 Aralık 2014'ten önce Hindistan'a Afganistan, Pakistan ve Bangladeş'ten gelen gayrimüslim kaçak göçmenlerin Hint vatandaşı olmalarına olanak tanıması, Müslümanlara karşı ayrımcılık olarak görüldü. Hatta beraberinde ulusal çapta yapılması planlanan Ulusal Vatandaş Kaydı'yla durumun daha vahim bir hal alması işten dahi değil ki, bunun gerçeğe dönüşmesi durumunda pek çok Hindistan Müslümanının vatansız kalması hiç de uzak bir ihtimal değil.
Siyasi iklimin toplum düzleminde yankıları da oluyor elbet. Yakın tarihli örneklerden biri, Haziran 2024'te Gujarat Vadodara'daki bir konut kompleksinin 30'dan fazla sakini protesto düzenledi. Nedeni, hükümetin kırsal ve yoksul kesime konut projesi Mukhyamantri Awas Yojana kapsamında Müslüman bir hükümet çalışanına daire tahsis edilmesiydi. Komplekste bir Müslüman kadın ve genç oğlunun bulunması onlara göre "tehdit unsuru" teşkil ediyordu. Ya da günbegün Müslüman tüccarların tehdit edilmesi ve dükkanlarının tahrip edilmesine dair haberleri de okumak mümkün. Bu gibi durumlar, Müslümanların karışık demografik özelliklere sahip mahallelerden "gettolara" yönelmesine yol açıyor.
Başka örnek üzerinden ilerlersek, iyiliğin kötülüğe karşı zaferini kutlayan popüler Hindu festivali Diwali/Deepavali, Hindu inancına özgü olsa da Hindistan'da son zamanlara kadar her inançtan insanların kutladığı bir festivalken artık yalnızca Hindular için meşru görülme eğiliminde. "Diwali Mubarak" selamlaması saldırgan tepki doğurmaya yetebiliyor çünkü mubarak sözcüğü Urduca ve Urduca sözcükleri Hindu festivallerinin kutlaması için kullanmak Hindu inancını sinsice "İbrahimleştirme" veya "İslamlaştırma" operasyonu gibi algılanıyor. Hatta son Diwali sırasında Müslüman boykotuna da tanıklık ettik. Diwali'nin yalnızca Hinduların festivali olduğu ve yalnızca Hindu tüccarlardan alışveriş yapılması gerektiği gündeme gelmişti.
Benzer durum, popüler Hindu hac yolculuklarından Kanwar Yatra ritüelinde de görüldü. Kanwar Yatra hacılarının güzergahındaki dükkan sahiplerine, dükkanlarına isimlerini belirginleştiren tabelalar koymaları ve ayrıca Müslüman dükkan sahiplerine Kanwar Yatra süresince dükkanlarını kapatmaları ve Hindu dükkan sahiplerine Müslüman çalışanlarını "zorunlu izne" göndermelerini "tavsiye eden" açıklamalar söz konusuydu. Oysa geçmişte bazı dükkanların veya tezgahların Müslümanlara, bazılarının Hindulara ait olması ya da Müslümanların çok sayıda Hindu çalışanı ve Hinduların Müslüman çalışanı olması hiçbir zaman önemli olmuyordu.
Bu tür boykotlar, Nazi Almanyası'ndaki Yahudi işletmelerine yapılan boykotları andırıyor ancak dahası burada Hindistan Müslümanları çok daha dezavantajlı. O dönemde Yahudiler sayıca azdı (1933'te Alman nüfusunun yüzde 1'inden az, yaklaşık 600 bindi) ama Alman kamu yaşamında ekonomik, kültürel ve entelektüel olarak etkiliydi. Hindistan Müslümanlarının ülkenin diğer iki en yoksul sosyal grubu Dalitler ve Adivasiler ile benzer düzeyde kalkınma eksiklikleri yaşadığı raporlanıyor. Hindistan hükümetinin 2013 araştırması veya 2023 Borç ve İşgücü Anketi, Müslümanların Hindistan'daki en fakir dini grup olduğunu ortaya koyarken yüksek öğrenime kayıtlarda Müslümanların yüzde 8'lik düşüş yaşadığı ve ülkede son yıllarda başka hiçbir sosyal grubun bu kadar mutlak düşüş görmediği belirtiliyor.
Hindistan Müslümanlarının Hindu topluluğundan ayrışması, tuhaf modeller üzerinden de yaşanıyor. Kovid-19 sırasında "tükürük cihadı" olarak gündeme gelen ve Müslümanların Hinduları enfekte etmek için sattıkları yiyeceklere tükürdüğü üzerine kurulan komplo teorisi, Müslüman satıcıların ülke çapında boykot edilmesini doğurmuştu. Daha köklü toksik bir Hindutva komplo teorisi ise "aşk cihadı" olarak biliniyor; Hindistan'da Müslüman erkeklerin Hindu kadınları baştan çıkarmasıyla onları İslam'a döndürmesi ve hatta onları hamile bırakarak Hint Müslüman nüfusunu artırması üzerine kurulu sistematik çaba iddiası. Bu, aynı zamanda Müslümanlara dükkan ve ev kiralamayı ve Müslümanların mallarını satın almayı reddetme çağrılarının bahanesi olarak da hizmet ediyor.
Ortaçağ Hindistan’ındaki Hindu tapınaklarının iddia edilen yıkımıyla kanıtlandığı öne sürülen, Müslümanların Hindistan'a karşı "kronik sadakatsizlikleri" ve "inek katliamı" algısıyla da perçinlenen Hindu inancına "saygısızlık" iddiaları ise başı çekiyor. Ocak 2024'te Uttar Pradesh Ayodhya'da 1992'de Hindu aşırılıkçılarınca yıkılan Babri Camii'nin bulunduğu yere inşa edilmekte olan Ram Tapınağı'nın açılışı, bu türden iddiaların zirve noktasıydı. Hindistan'da artık hemen her gün Ram Tapınağı benzeri anlaşmazlıklar gündeme getiriliyor ki ülkede bugün en az 10 camii ve türbeyle ilgili 18'den fazla devam eden dava var. Burada asıl dikkat çekmek istediğim nokta, Hindular arasında adeta ulusal çılgınlığa yol açan Ram Tapınağı açılışının esasen Rama "bhakti"nin (dini bağlılık) kutlanması olarak değil, siyaseten birleşik Hindu topluluğunun kendi anavatanında üstünlük ilanı olarak hizmet etmesiydi.