Kriter > Dış Politika |

Hizbullah-İsrail “Sınırlı Savaşında” Dinamikler ve Olasılıklar


Hizbullah, İsrail’in girişimlerine ve Lübnan işgali olasılıklarına füze ve roket saldırıları ile cevap vererek caydırıcılık kapasitesini ve İsrail ile 2006’daki güç dengesini korumaya çalışırken İsrail, Hizbullah’ın başta askeri komutası olmak üzere diğer öncül figürlerini hedef alarak Lübnan’ı da topyekûn yıkıma sürükleyeceği mesajıyla karşılık vermiştir.

Hizbullah-İsrail Sınırlı Savaşında Dinamikler ve Olasılıklar
Filistinli Ressam, İsrail saldırısı altındaki Lübnan’a destek için grafiti çizdi. (Moez Salhi / AA, 26 Eylül 2024)

Bizatihi Hizbullah’ın kuruluşunun ve zemin kazanmasının bölgesel tetikleyici dinamiklerinden birisinin, İsrail’in 1978’de sınırlı, sonrasında 1982’de topyekûn bir hal alan Lübnan işgali olduğunu düşündüğümüzde, bu iki aktörün söylemsel-eylemsel gerekçelerinin birbirlerinin varlıkları üzerine bina edildiği ifade edilebilir. Hizbullah, İsrail’i “ebedi düşman” olarak tanımlarken İsrail ise Ortadoğu’nun Suriye İç Savaşı ile “bölgesel alt gücü”ne dönüşen en etkin silahlı devlet dışı oluşumlarından Hizbullah’ı öncelikli tehdit olarak görmektedir. Güney Lübnan’da bulunan Filistinlilerin örgütlenmesi ve Filistin’de HAMAS ile var olan stratejik-ideolojik ittifakla bölgesel anlamda İran ile “bağdaşması”, İsrail’in tehdit öncelemesinde Hizbullah’ın daima ön planda yer almasını sağlamıştır. Aynı zamanda bu oluşumlar, İsrail’in bölge ülkelerini “çökmüş” ve “istikrarsız” kılmasında ve böylece bölgede kendisine meydan okuma kapasitesine sahip Arap ülkesi kalmamasında da oldukça hayati değerlendirilmiştir. Dolayısı ile İsrail, Filistin devletini, egemenliğini ve ulusal bütünlüğünü parçalama ve “geçersiz” kılma meselesinde HAMAS’ı “gerekçe” olarak öne sunarken; benzer argümanları, Lübnan’da Hizbullah ve hatta Suriye-Irak’ta diğer devlet dışı oluşumlar için dillendirmektedir. Dahası bu noktaya son dönemde Yemen sahası eklenmiştir. Diğer bir ifade ile İsrail, halihazırda çok boyutlu buhranlar ile karşı karşıya kalan bölgede, devlet yapılarının çöküş sürecini hızlandırma, ulusal egemenliğini parçalama ve oldubittiler ile işgal rejimini derinleştirme noktasında bu şekilde bir stratejik çerçeve izlemektedir.

 

İşgalci Revizyonizmde Batı’nın Rolü

Her ne kadar 2006 savaşı ile Hizbullah-İsrail arasında “oyunun kuralları” ya da “caydırıcı denge” gibi biz akademisyenlerin ve yorumcuların defaatle atıf verdiği bazı “gelenekler” oluşturulsa da bahsi geçen aktörlerin, ilerleyen aşamalarda yeniden 2006’da oluşturulan yapısal eğilimleri değiştirme beklentisi sürekli söz konusu olmuştur. Arap Ayaklanmaları süreci, her iki aktörün öncelik sıralamasını ve yaşamsal çıkarlarını farklı yönlerde şekillendirse de sonraki süreçte yavaş yavaş her iki aktör, yeniden “kontrollü tırmanma” aşamasına geçmiştir. Diğer taraftan 7 Ekim, sadece Ortadoğu halkları ve devletlerine bölgesel istikrar ve güvenlik için öncelikli tehditlerden birinin İsrail’in kontrolsüz işgal-katliam politikası olduğunu göstermekle kalmamış; aynı zamanda Batı hiyerarşisindeki uluslararası sistemin Batı’nın normatif/materyal ittifakında yer alan bir aktörü ne yaparsa yapsın “sorgulama dışı” tuttuğuna şahit olmuştur. Dolayısı ile bölgesel-küresel anlamda caydırıcı normatif ve materyal mekanizmaların eksikliği, İsrail’in devlet terörü politikalarının daha da yoğunlaşmasına ve bölgede sınırsız güç ve müdahale uygulamasına yol açmıştır. Bunun en ağır bedeli ise Filistinlilerin Gazze’de yaşadığı katliam ve soykırım gelişmeleri olmuştur. Farklı figürler söz konusu olduğunda siyasi, hukuksal ve gerektiğinde askeri olarak harekete geçen Batı hiyerarşisinin Gazze merkezli katliam/soykırım girişimlerinde sessiz kalarak “körükleyici” konumda olduğu aşikardır.

Bu ortamda küresel/bölgesel anlamda beliren çaresizlik, HAMAS gibi devlet dışı silahlı oluşumlar üzerinden İsrail’in caydırılması ve daha fazla maliyet üstlenmesine yönelik bir resmi ortaya çıkarmıştır. Yaklaşık bir senedir süren Gazze işgali sürecinde her ne kadar HAMAS ve Gazze’deki Filistinliler oldukça ağır bedel ödemişlerse de “HAMAS’ın yok edilmesi”, “esirlerin geri alınması” ya da “Filistin’in bastırılması” gibi Benyamin Netanyahu hükümetinin ortaya koyduğu amaçlara ulaşılamadığı gibi, hem İsrail iç siyasetinde hem de Birleşmiş Milletler’deki Liderler Zirvesi’ne yansıdığı gibi küresel alanda Netanyahu hükümetinin aşırı radikal politikaları, İsrail’i izole ve ciddi sorgulanır hale koymuştur. Bu noktada sürekli seçim ve Netanyahu’nun çeşitli yolsuzluklar ve farklı gerekçelerle yargılanması gibi siyasi istikrarsızlıklar ile karşılaşan şu anki İsrail hükümetinin, bahsi geçen şahin ve işgalci politikaları, siyasi devamlılık amacı ile de değerlendirdiği açıktır.

Tam bu çerçevede, aşırı radikal Netanyahu hükümetinin Gazze’deki işgal ve yıkımı unutturma, meseleyi bölgede kutuplaşma konusu da olan Hizbullah-İran ittifakına yönlendirme ve Lübnan’da askeri-siyasi anlamda daha fazla kökleşen Hizbullah oluşumunu zayıflatma amacı ile meseleyi diğer geleneksel cephe Güney Lübnan’a çevirdiği anlaşılmaktadır. Bu adımları atarken İsrail’in, Batı’nın normatif/materyal anlamda sonsuz korumasında olma ve ABD siyasetinin belirsizliği gibi konuları da ciddi oranda istismar ettiği hatırlanmalıdır. Halihazırda ABD başkan adaylarının “İsrail’i en iyi ben korurum” yarışmasına girdiğini düşünürsek ABD özelinde ve Batı genelinde İsrail’in işgal ve soykırımına ortak olma durumu daha rahat anlaşılabilir. Diğer bir ifade ile Filistinlilerin adil, onurlu ve güvenli bir yaşama sahip olması ve bölgesel istikrarın kalıcı tesis edilmesinde bahsi geçen küresel eğilimin değişmesi en başat yapısal faktördür.

İsrail'in Lübnan saldırıları
İsrail'in Lübnan'ın güney bölgelerine yönelik hava saldırıları devam ediyor. İsrail ordusunun Nabatieh ilinin kırsal kesimine düzenlediği saldırı sonucu bölgeden dumanlar yükseldi. (Ramiz Dallah / AA, 26 Eylül 2024)

 

Lübnan Cephesinde Taşan İşgalci Revizyonizm

Bu temel dinamikler çerçevesinde İsrail’in Lübnan cephesine ve Hizbullah’a yönelik askeri eylemleri, son dönemde oldukça yoğunlaşmış ve suikastlar, siber saldırılar ve hava operasyonları gibi girişimler ile Lübnan’ı daha fazla yıkıma götürmüştür. Hizbullah-İsrail arasında 7 Ekim sonrasında kontrolden çıkan çatışma zemini, zaman içerisinde İsrail’in kuzeyi ve Lübnan’ın güneyindeki düşük yoğunluklu savaşa ve son dönemde ise topyekûn yıkıma dönüşmüştür. Hizbullah, İsrail’in bu girişimlerine ve Lübnan işgali olasılıklarına füze ve roket saldırıları ile cevap vererek caydırıcılık kapasitesini ve İsrail ile 2006’daki güç dengesini korumaya çalışırken İsrail, Hizbullah’ın başta askeri komutası olmak üzere diğer öncül figürlerini hedef alarak Lübnan’ı da topyekûn yıkıma sürükleyeceği mesajıyla karşılık vermiştir. Bu çerçevede en belirgin eylem Hizbullah lideri ve oluşumu 1990’lardan itibaren öncelikle Lübnan’da hegemon aktöre sonrasında ise “bölgesel alt güce” dönüştüren Hasan Nasrallah’ın 27 Eylül’de öldürülmesi olmuştur. Gazze’dekine benzer savaş suçları eylemlerini Lübnan’da da gerçekleştirme noktasında sakınca görmeyeceğini açık eden İsrail, Güney Lübnan başta olmak üzere Lübnan’ın muhtelif yerlerinde sivil hedeflere de yönelmiştir. Bu durum Hizbullah’ın etkin olduğu Güney Lübnan bölgesinden yüzbinlerce kişinin yerinden edilmesine yol açarak yavaş yavaş İsrail’in Lübnan işgalini derinleştireceği olasılıklarını beraberinde getirmiştir.

İsrail’in bu girişimlerine Hizbullah’ın başta Hayfa bölgesi ve dahası başkent Tel Aviv olmak üzere Kuzey İsrail’i istikrarsızlaştırma ve güvensizleştirme stratejisi ile karşılık verdiği gözlenmektedir. Diğer taraftan son dönemde hedef alınan Hizbullah liderlerine yönelik Hasan Nasrallah tarafından yapılan açıklamalarda, “kırmızı çizgilerin aşıldığı” vurgulanarak, İsrail işgali sonlandırmadıkça ve ateşkes gerçekleşene kadar kuzey bölgesindeki askeri eylemlere devam edecekleri belirtilmişti. Buna karşılık İsrail tarafı ise kuzeydeki İsraillilerin güvenliği sağlanmadan ve yerlerine dönmeden Hizbullah’a ve dolayısı ile Lübnan’a yönelik askeri girişimlerin durmayacağını vurgulamıştır. Dolayısı ile iki aktör arasında var olan sınırlı misilleme olayının, yoğun şekilde sınır hatlarına taşındığı ve açık bir savaş halini aldığı ortadadır. Sadece kara operasyonlarının eksik olduğu bu resimde, tırmanmanın ertelenmemesi durumunda bu resmin de ortaya çıkacağı karşılıklı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Hizbullah-İran tarafı halen daha sınırlı ve topyekûn savaştan uzak durma şeklinde bir pozisyon benimserken İsrail’in irrasyonel ve saldırgan tutumunun farklı dinamikler gündeme gelmediği takdirde son dönem Hizbullah-İsrail savaşını daha da derinleştireceği söylenebilir. 7 Ekim’den itibaren İsrail’in irrasyonel tutumunun önünde herhangi bir caydırıcı mekanizmanın yer almaması Tel Aviv yönetimini daha saldırgan kılmış ve bu durum öncelikle HAMAS ve ardından Hizbullah oluşumunun lider kadrosunun çeşitli suikastlarla yok edilmesine yol açmıştır. Dahası İsrail’in istihbari ve siber alanda İran ve müttefiklerinin merkez organlarına ne derece nüfuz ettiğine ilişkin belirsizlik, İran’ı karşı hamle konusunda son dönemlerde caydıran en önemli unsur olmuştur. İsmail Haniye gibi bir figürün ardından İsrail’i devlet dışı aktörlerce yürütülen iki cepheli bir savaş karşısında bırakan ve en dirençli cephe olarak tanımlanan Hizbullah cephesinin de üst düzey suikastlar ve Nasrallah’ın öldürülmesi ile bir anlamda kötürüm edilmesi, İran-İsrail arasında sarsılan güç dengesini ve İsrail’in saldırgan/işgalci revizyonizminin geldiği noktayı göstermesi açısından bir hayli kritiktir.

Bu genel resim çerçevesinde, Hizbullah’ın Filistin cephesinden yardım alması ve İsrail’in bu anlamda iki cepheli savaş riski ile karşı karşıya kalması, Gazze işgalinin ardından zor ihtimal olarak belirirken Hizbullah’ın tüm askeri zafiyet ve kayıplarına rağmen Suriye-Irak hattından hem coğrafi hem de askeri anlamda “beslenme” durumu ve Husilerin İsrail’e yönelik girişimleri, İsrail açısından Hizbullah ve Güney Lübnan cephesini daha fazla açmazlarla karşılaştırmaktadır. Dahası bizatihi bu ülkeyi işgalinin, Hizbullah gibi bir oluşumun ortaya çıkmasında rol oynadığını göz önüne aldığımızda farklı bir topyekûn işgal/katliam girişiminin sadece Lübnan’daki Şii toplumunda değil diğer Lübnanlı toplumsal kesimlerde de İsrail’e karşı meydan okuma ve 2006’dakine benzer toplumsal desteğe yol açabileceği ortadadır. Lübnan toplumunun halihazırda oldukça ağır buhranlarla karşı karşıya olduğunu hatırlarsak İsrail’in bu süreçte katliam ve işgal girişimleri ile yer alması, 2006 senaryosunun daha farklı şekilde tekrarlanmasını beraberinde getirebilir. Bu senaryo ihtimali nedeni ile İsrail’in Hizbullah oluşumunu hem materyal hem de moral anlamda savaşamaz ve hareket edemez konuma bahsi geçen istihbari ve siber saldırılarla sokması ayrıca bir cephe açmayı geçersiz kılabilir. Yine de Nasrallah’ın ve Hizbullah üst düzey komutan ölümlerinin bölgesel-yerel güç anlamında oldukça ağır kayıp olmasına rağmen geçmiş tecrübeler, HAMAS ve Hizbullah gibi oluşumların toparlanabilme, yeni şartlara uyum sağlayabilme ve farklı caydırıcı girişimleri beraberinde getirebilme süreçlerini bizlere sunmaktadır. Dolayısı ile sonuç olarak geleneksel İsrail’i İran’ın merkezi rol oynadığı iki cepheli bir sistem üzerinden caydırma durumunun farklı stratejik adımlarla ve katliam/işgal süreçleri ile zayıflatıldığı söylenebilse de halen Güney Lübnan’da olası İsrail-Hizbullah karşılaşması ve İsrail açısından ciddi belirsizlikler varlığını sürdürmektedir. Bu anlamda topyekûn savaşa şu anda Hizbullah-İran ittifakına oluşturduğu maliyetler nedeni ile çok gereksinim duymasa da İran cephesinden olası misillemeler ve Hizbullah’ın gücünü yeniden konsolide etme arayışları neticesinde İsrail’in bu tür işgal girişimleri görülebilir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası