İsrail’in Güney Lübnan ile Beyrut’un güney bölgelerinde yoğunlaşan saldırıları ve işgal girişimi, Lübnan siyasetini de yeniden şekillendiriyor. Bölgedeki olayların Lübnan siyaseti üzerine doğrudan etkilerinin olduğu tarihsel süreci de göz önüne aldığımızda Lübnan üzerinde vuku bulan Hizbullah-İsrail çatışmalarının siyasi alanda ciddi yansımaları gözleniyor. Bu çerçevede, uzun süredir Lübnan siyasetini domine eden Hizbullah’ın lider kadrosunun suikastlara uğraması, ciddi saldırılara maruz kalması ve İran-İsrail arasında tırmanan çatışma dinamikleri, Lübnan’da 8 ve 14 Mart blokları şeklinde yapılanan siyasi kamplarda da farklı dönüşümleri tetikleme ihtimalini doğurdu. 2005 Refik Hariri suikastı sonrasında oluşan iki kutuplu Lübnan siyasetinde Hizbullah öncülüğündeki 8 Mart blokunun en güçlü Hristiyan (Maruni) Partisi Mişel Avn liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi iken, Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri ve Gelecek Partisi öncülüğündeki 14 Mart blokunda ise diğer güçlü Hristiyan parti Semir Caca liderliğindeki Lübnan Güçleri yer almıştı. Bu iki başat Hristiyan aktörün yanı sıra Marada Hareketi lideri Süleyman Franciye, Hizbullah ve diğer Şii oluşum Emel ile birlikte hareket ederken bir diğer önemli Maruni oluşum Ketaib (Falanj) Partisi lideri Sami Cemayel ise 14 Mart blokunda konumlanmıştı. Dolayısı ile Maruni aktörler, her iki blokta da yer alarak Gazze İşgalinin başladığı sürece kadar Lübnan siyasetini, Hizbullah karşıtı ya da destekçisi olma şeklinde etkilemiştir. Şimdi ise diğer değişen Lübnan iç siyasi dinamikleri gibi Maruni aktörlerin de Hizbullah’a yönelik tutumlarında, İsrail’in Lübnan’a ve Filistin’e yönelik saldırıları ile önemli bazı değişimler gözleniyor.
Dini Aktör Maruni Kilisesi ve Patrik Rai
Söz konusu geleneksel ve diğer küçük Maruni aktörlerin yanı sıra Lübnan siyasetinde, Lübnan Katolik Doğu Kilisesi Patriği Mar Beşara Butrus Rai’nin de özel bir konumu olduğu belirtilmelidir. Lübnan siyasetinde sadece mezhepsel siyasi aktörlerin değil din adamlarının da etkin rolü olduğunu dikkate aldığımızda yaklaşık 40 yıldır çatışma içerisinde olan Marada Hareketi ile Lübnan Güçleri gibi iki rakip ve dahası düşman Maruni siyasi oluşumun barışına katkı sağlayan ve Lübnan siyasetine yönelik mesajları da dikkatle takip edilen Lübnan Hristiyanlarının dini lideri Kardinal Rai’nin Hizbullah-İsrail çatışmalarındaki söylemleri de ayrıca dikkat çekiyor. Bir dönem, Filistinli mültecilerin Lübnan’dan başka ülkelere yönlendirilmesi şeklinde açıklamaları, Patrik Rai’nin tartışılan ve başta HAMAS olmak üzere Filistinli aktörlerce eleştirilen ifadeleri olmuştu.
Zaman zaman vaazlarında Lübnan siyasetine, Hristiyanların konumuna ve bölgedeki çatışma süreçlerine ilişkin mesajlar veren Patrik Rai, Hizbullah’ın silahlı varlığını ve Lübnan siyasetindeki konumunu uzun süredir eleştiren ve İsrail ile çatışmalar konusunda Lübnan’ın bu sürece sürüklenmesine karşı çıkan tutum benimsemiştir. Bu çerçevede Gazze İşgalinin Lübnan’a doğrudan yansımaları konusunda kaygılarını ifade eden Patrik Rai, İsrail-HAMAS çatışmalarının durdurulması ve Hizbullah’ın bu sürece dahil olmaması yönünde uyarılar da yapmıştır. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın İsrail suikastı ile ölümünün ardından Hizbullah tarafına taziyelerini iletmesi, “Hristiyan ve Müslümanların Lübnan’ın birliği için şehitliklerine” değinmesi, “Lübnan’ı herhangi saldırıya karşı savunma” vurgusu yapması ve suikastın Lübnanlılar arasında üzüntüye yol açtığını belirtmesi ise bu süreçteki diğer dikkat çekici çıkışları olmuştur. Sonrasında Hizbullah-İsrail arasında yoğunlaşan çatışmalara diplomatik çözüm önermesine rağmen Rai, yine de Hizbullah’ın Lübnan’ı İsrail işgaline ve bu devletle çatışmalara sürüklediği şeklindeki eleştirilerini korumuştur. Dolayısı ile Rai’nin vurgularında; HAMAS-İsrail arasındaki çatışmalardan uzak durulması, Hizbullah’ın kesinlikle bu süreçlerde yer almaması, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının durdurulması, Hizbullah’ın “devlet içinde devlet” konumunun sonlandırılması ve Lübnan’da birliğin sağlanması gibi noktalar ön plana çıkarken Hristiyan aktörler arasında dayanışma-uzlaşının güçlendirilmesi de belirgindir.
Siyasi Maruni Aktörlerin Dönüşen Hesapları
Bu çerçevede en dikkat çekici husus Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) lideri Cibran Basil’in yaptığı açıklamalar olmuştur. Hizbullah’ın en güçlü Maruni müttefiki Mişel Avn’dan sonra Özgür Yurtsever Hareketi’nin lideri damadı Basil olmuş ve takip eden süreçte Hizbullah ile ÖYH arasında bazı farklılaşmalar yaşanmıştır. Bu minvalde ilk çatırdama, Lübnan’da Avn’ın görev süresinin dolmasıyla boşalan Lübnan Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Basil ve Avn, bu makama ÖYH’nin desteklediği birini önerirken Hizbullah, diğer Maruni müttefiki Marada Hareketi lideri Süleyman Franciye’yi istemiştir. Bu durum ÖYH’nin diğer muhalif Maruni ve Hizbullah karşıtı oluşumlar ile hareket etmesine yol açmıştır. Benzer tutumun, Hizbullah-İsrail çatışmalarında ve Hizbullah’ın 7 Ekim sonrasında izlediği siyasete ilişkin de geliştirildiği gözlenmektedir. Bu durum 8 Mart blokundaki en derin çatlak olarak ifade edilebilir. Hizbullah’ın Lübnan siyasetindeki hegemon durumunun asıl unsurlarından biri Marunilerin en güçlü oluşumu olan ÖYH ile yaptığı ittifaktı. Dolayısı ile 7 Ekim öncesinde başlayan “siyasi ayrılma”, sonrasında Hizbullah’ın İsrail çatışmaları sonucunda zayıfladığına yönelik algı ile daha da derinleşmiş gözükmektedir. Böylece ÖYH, diğer Maruni aktörler gibi 7 Ekim sonrasında Hizbullah karşıtı söylem benimsemiş ve lideri Basil, Hizbullah’ın HAMAS’a destek amacı ile 8 Ekim’den itibaren yürürlüğe koyduğu Destek Cephesi’nin Lübnan’ı egemenlik iddiasından mahrum ettiğini ve Lübnan’ı İsrail saldırılarına maruz bıraktığını vurgulamıştır.
Hizbullah karşıtı cephenin en güçlü Maruni bileşenlerinden Ketaib ve Lübnan Güçleri partileri ise Hizbullah ve İran karşıtı tutumlarını sürdürürken aynı zamanda İsrail işgaline de karşı çıkıyorlar. Hizbullah’ın savaş kararını kendisinin verdiğini savunan Semir Caca ve Sami Cemayel gibi Maruni muhalif liderler, Lübnan halkının egemenliğinin ve barışçıl tavırlarının “gasp edildiğini” vurgulayarak Hizbullah’ın “devlet yokmuş” gibi hareket ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ketaib Partisi yaptığı açıklamalarda, Hizbullah’ın Lübnan’ı savaşa ve yıkıma sürüklediğinin altını çizerek Hizbullah’ın silahlı güçlerini kaldırmasını, Lübnan devletinin egemenliğine dönmesini ve “Destek Cephesini” sonlandırmasını istemiştir.
Marada Hareketi ile Hizbullah oluşumu arasındaki ittifak sürecinin ise halen devam ettiği gözlenmektedir. Suriye yanlısı siyasi oluşum olarak bilinen ve Süleyman Franciye’nin öncülük ettiği Marada Partisi, Hizbullah-İsrail çatışmalarında “direniş” ruhunun devam ettiğine yönelik açıklamalar yaparken Franciye de Nasrallah’ın ölümünü “Sembol gitti, efsane doğdu ve direniş sürüyor” şeklinde ifade etmiştir. Tüm bu değerlendirmeler ışığında Marada hareketinin halen Hizbullah çizgisinde siyasi tutumunu sürdürdüğü ifade edilebilir.
Sonuç olarak, 7 Ekim ve sonrasında Lübnan’a taşınan çatışma ve İsrail’in işgal girişimi, Lübnan siyasetini ve bu siyasette merkezi aktörler olarak yer alan Maruni hareketlerin yönelimlerini de şekillendirmiştir. 2005 sonrasında iki kutuplu olarak devam eden Lübnan siyasetinde, her iki blokta da güçlü Maruni partiler yer almış ve bunlardan birisi de Hizbullah’ın geleneksel müttefiklerinden ÖYH olmuştur. Bu minvalde en radikal değişim bu çerçevede yaşanmış, son dönemde ÖYH’yi merkeze ve Hizbullah’ı da Lübnan’da hegemonik güce dönüştüren güçlü ittifakta önce cumhurbaşkanlığı seçim süreci, sonrasında ise Hizbullah-İsrail çatışmaları ile bazı değişimler yaşanmıştır. Lübnan Güçleri ile Ketaib partileri ise Hizbullah’a yönelik baskılarını artırmış ve ÖYH ile birlikte Maruni bloku andıran bir tutum ile Lübnan’da seçimlerin yenilenmesi ve cumhurbaşkanlığının belirlenmesi gibi bir süredir Lübnan siyasetini daha fazla kaosa sürükleyen noktalarda adım atılması çağrısında bulunmuşlardır. Hizbullah’ın Lübnan’daki hegemon konumunun zayıfladığı ve İsrail ile yoğun çatışmalar içerisinde olduğu bir süreçte bu çağrıların yapılması, Hizbullah’ın ağır darbe alan siyasi-askeri statüsünün Lübnan siyasetinde de tescillenmesi şeklinde yorumlanabilir. Dolayısı ile Marada hareketi dışında, Patrik Rai de dahil olmak üzere Lübnan’daki Maruni aktörlerin önemli ölçüde benzeşen söylem benimsediği ve kendi merkezi konumlarını bu süreçte daha fazla tasdikleme çabaları olduğu belirtilebilir.