Gazze işgali merkezli derinleşen bölgesel krizlerin yeni potansiyel alanı olarak beliren Hizbullah-İsrail çatışmasında son dönemde güçlü bir tırmanma gözlenirken, İsrail’in Kuzey Cephesi’ne yöneleceği çok yoğun bir şekilde dillendiriliyor. Geçmiş dönemlerde devlet merkezli gelişen geleneksel Arap-İsrail çatışmalarının, HAMAS-Hizbullah gibi aktörlerin güçlenmesi ile devlet dışı merkezli bir hal alması; çatışmaların sürecini, niteliğini ve maliyetlerini de bir hayli dönüştürüyor. Ekim’den itibaren Gazze işgali üzerinden “HAMAS’ı yok etme” amacını, katliam/soykırım girişimlerine ve çok sınırlı bir alana rağmen gerçekleştiremeyen İsrail’in daha dirençli ve zorlu cephe olduğu konusunda üzerinde uzlaşı olan Kuzey Cephesi’ne ve Lübnan işgaline girişip girişemeyeceği ise ayrıca tartışma konusu.
Kuzey Savaşında Sistemik “Sınırlar”
Tarihsel arka plana sahip HAMAS-Hizbullah ittifakının, İsrail’i iki cepheli bir devlet dışı aktörle savaşta caydırıcı etkiye sahip olduğu açıktır. Her ne kadar Arap Ayaklanmaları sırasında bu etki sınırlansa da sonrasında oluşan bölgesel düzen ile söz konusu iki cepheli devlet dışı aktörle dengeleme sürecinin yeniden ve Hizbullah’ın daha fazla bölgesel ve askeri kapasite kazanarak oluşturulduğu söylenebilir. Bu nedenle 2006’da Hizbullah’a karşı 8 İsrail askerinin öldürülmesi ve ikisinin kaçırılması üzerine başlattığı savaşın aksine yaklaşık 9 aydır çok daha fazla insani ve askeri kayıp vermesine rağmen İsrail’in halen topyekün bir savaşı başlatmadığı görülmektedir. “Kaçınılmaz” olan bu savaşın bekleyiş süresinin uzun olmasının hem İsrail hem de Hizbullah tarafının muhtemel maliyetleri ve riskleri kapsamlı şekilde değerlendirme ihtiyacından ve muhtemel topyekün çatışmaların geçmiş dönemlere benzer olmayacağından kaynaklandığı söylenebilir. Her iki tarafın da yerel, bölgesel ve küresel dinamikleri dikkate alarak, uzun sürmesi ve derinleşen bölgesel kutuplaşmaları daha da karmaşıklaştırması olası savaş durumunda, sonraki caydırıcı dengeyi ve oyunun kurallarını kendi lehlerine dönüştürme hesapları yaptığı ortadadır.
İç kamuoyu açısından düşündüğümüzde Lübnan’da geleneksel 8 ve 14 Mart blokları üzerinden bir ayrışma dikkat çekmektedir. Genel hatları ile Hizbullah karşıtı olan fakat Sünni liderliğin son zamanlarda silikleştiği 14 Mart bloku aktörlerinin Hizbullah’ın İsrail’e karşı girişimlerinden ve olası savaş ihtimalinden bir hayli endişeli olduğu belirtiliyor. Diğer taraftan Hizbullah’ın öncülük ettiği 8 Mart bloku aktörlerinin de Hizbullah’ın topyekün savaş sürecine itiraz ettiği söylenebilir. İsrail iç siyaseti açısından da durum çok farklı gözükmüyor. Her ne kadar yapılan kamuoyu yoklamalarında İsrail kamuoyu, Hizbullah ile savaşı güçlü ihtimal ve Hizbullah’ı öncelikli tehdit olarak yorumlasa da Gazze işgalindeki kayıplar ve maliyetler sonrasında Kuzey Cephesi’nin çok daha riskli olduğunun farkındadır. Bunun yanı sıra Benyamin Netanyahu hükümetinin Gazze işgali gibi olası Lübnan işgalini de kendi siyasi ömrünü “uzatma” amacı ile değerlendirmesi ve içeride artan Netanyahu muhalefeti de İsrail’in Kuzey Cephesi konusundaki parçalı durumuna işaret etmektedir. Diğer taraftan Netanyahu hükümetinin aşırı radikal kanatları, muhtemel Lübnan işgaline de Gazze soykırımı gibi destek sunmaktadırlar.
Bölgesel siyaset açısından değerlendirdiğimizde ise HAMAS konusunda da oldukça sert tavır takınan İran, İsrail’in Lübnan’a saldırması durumunda “yok edici savaş” ve “ağır yenilgi” şeklinde hem söylemsel hem de olası eylemsel konumunu ortaya koymuştur. Hizbullah’ın, İran’ın bölgesel nüfuzu ve merkeze gelmeden çevrede kendisine yönelik tehditleri tutma ve sınırlandırma konusunda hayati olduğunu hatırlama, Tahran’ın ciddiyeti açısından önemli bir veri olarak görülebilir. İsrail açısından değerlendirildiğinde ise ne ABD ne genel olarak Batı tarafının Hizbullah ile kapsamlı çatışmalara Gazze işgaline destek kadar “gönüllü” olmadıkları ve İsrail’i bu defa sınırlandırma yönünde irade belirledikleri görülmektedir. Küresel siyaset açısından Rusya ve Çin’in Gazze işgalinin uluslararası seviyede oluşturduğu krizleri fırsata çevirerek son dönemde attıkları adımlar, Ukrayna işgalinin Batı’nın çıkarlarını daha da tehdit eder şekilde sürmesi ve Batı’nın kendi iç krizleri, İsrail-Hizbullah olası savaşındaki diğer sınırlandırıcı seviyeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuzey Savaşı İhtimalinde Aktör Boyutu
İsrail-Hizbullah olası savaşında sistemik sınırlar olmasına rağmen karşılıklı tırmanma iradesinin ve oyunun kurallarını değiştirme yöneliminin bir süredir belirgin olduğu gözleniyor. Kuzey İsrail ve Güney Lübnan bölgesindeki on binlerce yerleşik insanın bu bölgeleri terk etmesi, karşılıklı saldırıların “düşük düzeyli” çatışmaları aşması ve yapılan açıklamalara savaşma iradesinin net şekilde yansıtılması, iki aktörün Gazze işgali ile derinleşen krizi, topyekün savaşa dönüştürme noktasında geri adım atmayacağını gösteriyor. İsrail’in Hizbullah’a yönelik operasyon planlarını onayladığını açıklaması ve Netanyahu hükümetinin savaşı Kuzey’e taşıma arzusuna karşılık güçlenen askeri ve coğrafi kapasitesi nedeni ile Hizbullah’ın da İsrail ile topyekün savaşa “gönüllü” olduğunu vurgulaması, 7 Ekim saldırılarının ardından bozulan karşılıklı dengenin ve caydırıcı kapasitenin nerede inşa edileceği belirsizliklerini de beraberinde getirmiştir.
Hizbullah’ın roket ve füze kapasitesinin İsrail’in Demir Kubbe hava savunmasını halihazırda yıprattığını ve paylaştığı 9 dakikalık istihbarı video ile İsrail’in en hassas hedeflerini izlediğini dikkate aldığımızda, muhtemel Kuzey savaşının İsrail’e maliyetinin oldukça ağır olacağı açıktır. Roket ve füze kapasitesinin İsrail’in tüm yerleşim yerlerini savaş alanına dönüştürme riski ve Hizbullah’ın istihbarı anlamda da bölgenin en etkili istihbarat ülkelerinden olan İsrail’i tehdit edecek boyuta gelmesi, muhtemel Kuzey savaşının, engellenemediği takdirde, geleneksel Arap-İsrail çatışmalarının bir hayli ötesine geçeceği söylenebilir. Dolayısı ile karadan karaya, havadan karaya gibi çok çeşitli füze kapasitesi ve günlük bin 500 roket fırlatma gücüne sahip Hizbullah’ın bazı iddialara göre 800 kilometre civarında füze menziline sahip olması, olası savaşın karşılıklı yıkıcılığını daha net göstermektedir. Tanksavarlar, uçak ve gemisavarlar ile dron kapasitesinin yanı sıra Hizbullah liderinin açıklamalarına göre 100 bin civarında eğitimli milis kapasitesi de söz konusudur. Bu durum İsrail’in karşısında devlet dışı aktör olmasına rağmen olası Hizbullah-İsrail savaşını literatürdeki şekli ile “informal” ya da “yeni” savaşlar şeklinde değil geleneksel yani devlet-devlet temelinde gerçekleşecek bir düzleme taşımaktadır.
İsrail tarafında ise ABD-Batı güçlü siyasi desteğinin yanı sıra askeri teknolojik imkanları ve İsrail’in var olan yüksek askeri-istihbarı kapasitesi ve Batı ile ittifak ilişki biçimini ıskalama, yanlış yorumları beraberinde getirebilir. Dolayısı ile her ne kadar İsrail açısından olası Kuzey savaşı oldukça yıpratıcı ve çok daha “çetin” olsa da bu savaşın Hizbullah ve özellikle Lübnan tarafına yıkımının, geçmiş yıllardaki Lübnan iç savaşı ve İsrail işgali hatıralarını da dikkate aldığımızda fazlası ile korkutucu olduğu aşikardır. Bu durumun farkında olan belirli küresel ve bölgesel aktörler, son dönemde olası Kuzey Savaşı’nı engelleme yönünde ve bu işi asıl dinamitleyen Gazze işgalini sonlandırma yönünde diplomatik çabaları fazlası ile yoğunlaştırmıştır. Bu bağlamda yeniden HAMAS-İsrail arasında barış ve işgali sonlandırma temasları belirli noktaya ulaşmıştır. Dolayısı ile Gazze’de barış ihtimali, İsrail’de iktidarın değişme durumu ve bölgesel-küresel siyasetin sınırlandırıcı etkisi, olası Kuzey Savaşı aktörlerini durdurma ve yeniden geleneksele dönme uygun zeminini oluşturabilir. Sonuç olarak halihazırda sistemik faktörlerin sınırlandırıcı etkisini karşılıklı olarak Hizbullah ve İsrail’in yeterince okuyamadığı ve tırmanma ile nihayetinde topyekün savaşa “eğilimli” oldukları söylenebilir. Diğer taraftan savaşın Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’ın son demeçlerinden de anlaşıldığı üzere Güney Kıbrıs gibi farklı Batılı aktörleri tehdit etme durumu ve Ortadoğu’dan başka bölgelere yayılma riski, sistemik aktörleri ve düzeyleri olası savaşın engellenmesi noktasında daha da fazla hareketlendirmiştir. Dolayısı ile eğer patlak verecekse karşılıklı demeçlere yansıdığı şekli ile “kaçınılmaz” olan Kuzey Savaşı’nın sistem gerekliliklerinden ziyade aktör tercihlerinin sonucu olarak gelişeceği ve karşılıklı olarak “rasyonel” olmayan bir yönelime evrilebileceği söylenebilir.