1721’de Rusya İmparatorluğu kurulduğundan beri Kafkasya bölgesi, Rusya için hep öncelikli bir coğrafi merkez olmuştur. 1800’lerin başlarından itibaren bugün kuzey ve güney Kafkasya olarak bildiğimiz bölgede Osmanlı Devleti’nin ve İran’ın etkisi peyderpey azalmaya, gittikçe artan bir Rusya hakimiyeti görülmeye başladı. Kafkasya, 19. yüzyılı, işgal, zorunlu iskan politikaları, sürgün ve Ruslaştırma politikaları ile geçirdi. Çarlık Rusya’sı, Sovyet Rusya’sı ve Rusya Federasyonu, farklı dereceleri ve bağlamları olsa da Kafkasya’da nüfuz ve hakimiyet kurabilmek için, benzer politikalar izledi. Bölgede Panslavizm, yazar Alexander Zinovyev’in deyişi ile homo-Soveticus ve Rus milliyetçiliği, yıllarca sert rüzgarlar estirdi.
Sovyetlerin dağılması, Rusya tarihindeki en büyük geri çekilmeydi ve çekildiği bölgelerde 15 farklı devlet kuruldu. Farklı devletlerin ortaya çıktığı bölgelerden birisi de Kafkasya’ydı. Peki, Kafkasya dediğimiz bölge neresidir? Ve hangi devletleri kapsamaktadır?
Kafkasya Coğrafyası
Öncelikle Kafkasya, doğu-batı aksında dar, kuzey-güney hizasında uzunca bir nevi kara boğazıdır. Ortadoğu ve Avrupa’yı, Orta Asya’ya bağlar. Ayrıca Türkiye için Türk Dünyası’na da geçittir. Adeta Türklük/Slavlık, İslam/Hristiyanlık arasında bir geçiş bölgesidir. Avrasya’nın zengin ve sanayileşmiş uçlarını birbirine bağlar, elbette en önemlisi, zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahiptir. Doğal sınırları ise kabaca, doğuda Hazar Denizi, batıda Azak Denizi ve Karadeniz, kuzeyde Kuban ve Kuma nehirleri ve güneyde Türkiye ve İran, yani Kafkasya’nın tarihsel iki büyük hamisi ile çevrilidir. Kafkasya’da Altın Ordu devletinden beri neredeyse bin senedir güçlü bir devlet kurulamamıştır, dolayısıyla çeşitli güç merkezleri için bir mücadele alanı olagelmiştir.
Kafkasya’nın ortasında önemli bir yükselti olan Kuzey Kafkasya Dağları, bölgeyi Kuzey ve Güney Kafkasya olarak ikiye böler. Tamamı Avrupa kıtasında kalan Kuzey Kafkasya Bölgesi’nde yedi tane otonom cumhuriyet bulunmaktadır. Güney Kafkasya ile karşılaştırıldığında daha oturmamış, daha fazla etnik sorunu olan ve daha istikrarsız bir bölgedir. Güneyinde ise küçük de olsa, dünya siyasetinde daha iddialı devletler yer alır. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan, siyasi açıdan Avrupa ve dünya siyasetinin içinde Kuzey Kafkasya ülkelerine göre çok daha aktiftir. Güney Kafkasya’ya ayrıca Transkafkasya da denir. Bu yazının konusu, son dönemdeki Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan çatışmalar bağlamında Rusya’nın Güney Kafkasya’da izlediği politikaları analiz etmektir.
Transkafkasya dediğimiz bölge, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan’dan ve bugünlerde Ermenistan işgalinin sona ermesi için mücadele verilen Dağlık Karabağ bölgesi ve Rusya-Gürcistan sınırındaki sorunlu bölge olarak adlandırılan Güney Osetya ve Abhazya bölgeleridir. 1918 ve 1921 arasında bu üç ülke, 1917’de imzalanan Brest-Ltowsk anlaşmasını tanımayarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Azerbaycan’da Müsavat Partisi, Ermenistan’da Taşnak Hareketi ve Gürcistan’da Menşevikler yönetimdeydi. Bu bağımsızlık uzun sürmedi ve 1936’da üç ülke, SSCB’ye dahil oldu. Bu dönemden başlayarak, Sovyetler dağılıp tekrar cumhuriyet olana kadar Kafkasya, dış dünyayı sadece Moskova’nın gözünden görebildiği diplomatik bir zindanda geçirdi.
Soğuk Savaş döneminde Rusya, bölgenin hamisi konumunda olduğu için bu bölge ile sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanıldı. Soğuk Savaş’tan sonra, “suni istikrar” denen dönem başladı ve bağımsızlıklar kazanıldıktan sonra Batı ve diğer dış aktörler bölgede etkin olmaya başladı. Bölgenin Batılı devletlerle ilişkisi 1991’den sonra hız kazandı.
Rusya’nın Kafkasya’daki güçlü hakimiyeti ve kontrolü, Soğuk Savaş’tan sonra sürdürülemez bir hal alınca, bölgede jeopolitik bir boşluk oluştu. Bu güç boşluğu bölgedeki kırılgan cumhuriyetler açısından yeni bir mücadele alanı oluşturdu ve Soğuk Savaş sonrası yükselen bir şiddete sahne de oldu. Bu sebeple Kafkasya’ya “Avrasya Balkanları” da denmektedir. Zengin doğalgaz yataklarına sahip Hazar Havzası ve Bakü petrolleri nedeniyle bölgede var olmak isteyen ABD, Rusya’nın nüfuz alanının da erimesi ile petrol şirketlerine büyük ilgi göstermiş ve Batı yanlısı iktidarlar ile elitleri desteklemeye başlamıştır. Lakin bu zengin doğal kaynaklar, Kafkasya’daki devletleri zengin etmemektedir. Bölgedeki güçsüz, istikrarsız, müdahaleye açık devlet yapıları, Rusya’nın her alandaki manipülasyon hakimiyeti, şirketler üzerinde derin ilişkileri, enerji pazarındaki hakimiyeti sebebiyle büyük bir fark yaratamamaktadır.
Kafkasya, Rusya’nın hakimiyetindeyken, 20. yüzyıl uluslararası sisteminde adeta bir alt sistemdi. 21. yüzyılda ise bir “alt sistem” olmaktan çıkmış ve kendi başına jeopolitik ve jeoekonomik bir ilgi odağı olmuştur. Özelikle transkafkasya ülkeleri Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan, NATO ve AB’nin genişleme art alanında bulunmaktadır. Dolayısıyla Batı ile sürekli ve etkin bir işbirliği içindedir. Ermenistan, her alanda Rusya’ya bağımlı bir ülke iken, Hristiyanlık bağı üzerinden Amerikan Senatosu’nun her sene 24 Nisan’da sözde Ermeni soykırımına destek çıkma çağrısı ve diaspora Ermenileri üzerinden bir yakınlık kurmuş bulunmaktadır.
Putin Dönemi ve Ekonomik Mucize
1999’da başbakan ve 2000’de cumhurbaşkanı olarak Rusya’yı yönetmeye talip olan Putin döneminde hem Rusya, hem Rusya’nın dış siyaseti hem de Kafkasya’daki siyaset bir hayli farklılaşmıştır. Putin’in kısa sürede gösterdiği ekonomik performans, dış politika için de iç destek almasına ve problemlerini halledip, dış politikada daha aktif bir politika izlemesine sebep olmuştur.
Rusya’nın Kafkasya politikası, ana dış politikası ekseninde iki ana çizgiye oturmaktadır. Bunlardan birincisi uzak çevre/yakın çevre kavramlarıdır. Unutmayalım ki, Sovyet Rusya’sının komşu olmasa bile, Küba gibi Suriye gibi uzak çevre diyebileceği nüfuz alanlarından oluşan bölgeler mevcuttu. Kafkasya ise doğrudan yakın çevre çerçevesinde ele alınmaktadır. İkincil olarak, Putin Rusya’sı, Sovyetler dağıldıktan sonra geri çekilen bölgelere farklı araç ve amaçlarla geri dönme politikasını benimsemiştir. Zira Sovyet Rusya’nın etki alanlarından birisi olan Doğu Avrupa ülkeleri, artık Avrupa Birliği üyesidir ve Rusya, bu alandaki hakimiyetini neredeyse tamamen Batıya kaptırmıştır. Kafkasya’da benzer bir durumun olmasını istemez. Rusya, 2000’lerden itibaren Transkafkasya’da küresel ölçekte denetleyici, oyun kuran bir yöntem izlemiş ve devletlerin kırılgan yapılarının korunmasıyla beraber, ideoloji yerine mal ile sermaye ve enerji pazarı için ARGE ihraç etmeyi tercih etmiştir. Yeni bir ulusal düşünce ile yola çıkan Putin, kutsal ittifaklarla kurulan imparatorlukların yerini ekonomik imparatorlukların aldığı çağımızın bu anlamda en belirgin örneklerinden birisidir.
Transkafkasya Ülkeleri ve Rusya
Rusya bu bölgedeki güvenlik stratejisini tampon bölge oluşturmak üzerine kurar. Zira Rusya’nın Çin, İran ve Hindistan ile stratejik ortaklıkları vardır ve Transkafkasya, hepsine geçiş hattı niteliğindedir. Transkafkasya ayrıca Rusya’nın Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Basra Körfezinde aktif olmasına imkan verir.
Rusya, doğu-batı yönünde oldukça geniş bir ülkedir ama kuzey-güney derinliği, yoğun nüfus ve çatışma alanları göz önünde bulundurulduğunda Kafkasya’nın önemi anlaşılır. Çünkü güney sınırında bir doğal sınır bulunmaz ve Kafkasya’nın yoğun nüfuslu yerleri ile Rusya’nın en gelişmiş yoğun sanayi bölgeleri arasında kısa bir mesafe bulunmaktadır. Bu sebeple Rusya, bu üç ülkeden düzenli olarak işçi göçmen almaktadır. Hatta öyle ki, Rusya’da çalışan işçiler, bu üç ülkenin de önemli bir gelir kaynağıdır. Rusya, Gürcistan’la yaşadığı sınır sorunları neticesinde Gürcistan’a vize uygulaması başlatmıştır ve bu ülkeden gelen işçilere zorluklar çıkarmıştır. Sınırda bulunan Abhazya ve Güney Osetya arasındaki anlaşmazlıklar, 2008’de Güney Osetya Savaşı’na kadar varmış, iki ülke arasında 2015’te bir normalleşme yaşansa da vize uygulaması devam etmektedir.
Rusya için hayati önem arz eden Çeçenistan’ın kontrol altında tutulması konusu, Gürcistan ile Rusya arasında 90’lardan itibaren büyük bir gerginlik meselesidir. Zira Çeçenya’nın Gürcistan sınırı, dünya ile tek bağlantısıdır. Rusya’nın Gürcistan’a olan tutumu Azerbaycan ve Ermenistan’a olan tutumundan oldukça sert, müdahaleci ve baskıcıdır. Rusya, Abhazya ve Güney Osetya’da yoğun Ruslaştırma politikası uygulamış ve bu bölgelerin Gürcistan’dan ayrılarak Rusya’ya katılması yönünde açıkça tavır almıştır. Buna karşılık Gürcistan, dengeleyici unsuru Batıda bulmuş ve ABD, AB ve NATO ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, hatta NATO üyesi olmak istediğini dile getirmiştir. Gürcistan’ın topraklarındaki Rusya üslerini kapatmak istemiştir.
Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan’la 1990’lardan itibaren hiçbir zaman bu kadar sert bir ilişki biçimi geliştirmemiştir. Açıkçası Rusya, bu bölgede kontrollü bir istikrarsızlık olmasını ve bu istikrarsızlığın devam etmesini ister. Ermenistan ve Azerbaycan arasında Ekim 2020’de alevlenen çatışmalarda Rusya’nın ikircikli tutumunu anlamlandıramayanlar için bu bakış açısı açıklayıcı olabilir. Rusya, hamisi konumunda da olsa, Ermenistan’ın Azerbaycan üzerinde mutlak bir hakimiyet sağlamasına hiçbir zaman razı olmaz. Aynı şekilde Azerbaycan’la da ekonomik ilişkileri ekseninde açıktan bir çatışmaya girmek istemez. Zaten Kafkasya’da, (özellikle Kuzey Kafkasya’da) etnik çatışmaya oldukça müsait bir istikrarsızlık alanı bulunmaktadır. Bu çerçevede Rusya, bu bölgede verimli istikrarsızlık politikası uygular.
Ayrıca enerji pazar paylarını kontrol etmek istemesi, bölgedeki ülkelere taşeron muamelesi yapması ve kaynaklara erişimi denetlemek istemesi, TANAP gibi Rusya’yı pas geçen projelerin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi, TANAP, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki üretilen doğalgazın öncelikle Türkiye’ye, ardından Avrupa’ya taşınması için planlanmış bir projedir ve Rusya’nın müdahaleci tutumuna karşılık Kafkas ülkelerinin enerji piyasasında alternatif rotalar arama ihtiyacına cevaben doğmuştur. Doğalgazın aktarımı meselesi bölgede başlı başına büyük bir sorundur. Üstelik bir dünya gerçeği olarak doğalgaz ve enerji meselesinde büyük çok uluslu şirketler de artık birer oyunun parçasıdır.
Lakin bölge, hala Gürcülerle/Abhazların, Ruslarla/Çeçenlerin ve en yakın örnekte gördüğümüz gibi Azerbaycan Türkleri ile Ermenilerin sıcak çatışmalarına sahne olmaktadır. Rusya ise bütün bu ülkelerin silah satıcısı konumundadır. Bu ülkelerde askeri tesisleri ve üsleri bulunmaktadır. Azerbaycan’da radar üssü ve Ermenistan’da S-300 konuşlandırması bulunmaktadır. Dolayısıyla bir silah satıcısı olarak bu bölgedeki sıcak çatışmalar Rusya’nın bitmesini isteyeceği bir durum değildir.
Ermenistan, din birliği ile hamisi olarak kabul ettiği Rusya’yı her tür çatışmanın içine çekmek istese de Rusya açıkça taraf olmamıştır. Ermenistan’ın bölgede yayılmacı bir tutum izlemesi, Rusya tarafından bile kabul görmemiştir. Hal böyle olduğu halde Rusya, Ermenilerin bölgedeki sivil katliamlarına ve yayılmasına göz yummaktadır. Açıkçası başta da söylediğimiz gibi Dağlık Karabağ’da düzenli bir çatışma ortamı Rusya’nın işine yaramaktadır. Bu konu, iki devleti de pek çok açıdan Rusya’ya bağımlı hale getirmiştir. Ermenistan, Rusya’nın stratejik ortağı gibi davransa da hem Azerbaycan Rusya ile hem de Rusya Azerbaycan ile başından beri dikkatli bir işbirliği yürütmüşlerdir. Mesela Rusya ile ilişkilerde Gürcistan’ın izlediği tutumu izlememiştir. Hassas konularda daha kontrollü adımlar atmıştır ve ilişkileri güvenlik değil, ekonomik alanda yönetmeye çalışmıştır. Mamafih, Azerbaycan, Çeçenistan ve diğer güvenlik konularında Rusya’ya verdiği desteği bugün Karabağ konusunda bulamamaktadır. Aslında yaşanan son tartışmalar, Ermenistan ve Azerbaycan’ın bundan sonra izleyeceği yol ve uluslararası alanda alacakları roller açısından oldukça belirleyicidir.
Ermenistan, Rusya’nın her konuda garantör devlet gibi davrandığı ve sorumsuz davranışlarının tolere edileceğini bilerek sivilleri vuran bir devlettir. Azerbaycan ise ne Rusya’ya ne de tam olarak Batı’ya güvenebilecek bir durumdadır. Bu durum ilerleyen yıllarda Azerbaycan’ı daha bağımsız adımlar atan bir ülke olmaya itebilir. Türkiye ve başka ülkelerle geliştirdiği yakın ilişki ve iş birlikleri ile stratejik ortaklıklarını çeşitlendirebilir, dünya sahnesine daha özgüvenli bir ülke olarak çıkabilir.