Kriter > Dış Politika |

Kıbrıs’ta Zaman Türkiye’den Yana


Birleşik Kıbrıs Federasyonu için 2015 yılının Mayıs ayında başlayan, 2016 yılı boyunca devam eden müzakerelerden bir sonuç alınamamış ve tüm gözler 2017’nin başında gerçekleştirilen Cenevre görüşmelerine çevrilmişti. İki taraf müzakerelerde siyasi ve toplumsal eşitlik temelinde, iki toplumlu ve iki bölgeli bir birleşmeyi kabul etse de birçok temel konuda ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle daha önceki pek çok müzakere sürecinde olduğu gibi anlaşamadılar.

Kıbrıs ta Zaman Türkiye den Yana

Birleşik Kıbrıs Federasyonu için 2015 yılının Mayıs ayında başlayan, 2016 yılı boyunca devam eden müzakerelerden bir sonuç alınamamış ve tüm gözler 2017’nin başında gerçekleştirilen Cenevre görüşmelerine çevrilmişti. İki taraf müzakerelerde siyasi ve toplumsal eşitlik temelinde, iki toplumlu ve iki bölgeli bir birleşmeyi kabul etse de birçok temel konuda ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle daha önceki pek çok müzakere sürecinde olduğu gibi anlaşamadılar.

Görüşmelerde Türk tarafı Ada’da AB hukukunun geçerli olması, kurulacak federatif devlette dönüşümlü başkanlığın sergilenmesi, toprak paylaşımının adil olması, Ada’da Türk askeri varlığı ve garantörlük sisteminin devam etmesi gibi taleplerde bulundu. Rum tarafı ise nüfus bazlı toprak paylaşımının gerçekleşmesi, Rumların mülkiyet hakkının iade edilmesi, göçmenlerin yerleşim yerlerine dönmesi ve garantör ülkelerin devlet düzeninde yer almaması gibi konulara öncelik vermiştir.

Sonda söylenmesi gereken şeyi başta söylemek gerekirse Cenevre görüşmelerinde Rum tarafının taleplerini masaya koyarken oldukça maksimalist bir tutum içine girdiğini ifade etmek gerekir. Rum kesimi 2004 Annan Planı’nın çok ötesine geçen taleplerle müzakere masasına oturmuş ve özellikle geniş toprak talepleri görüşmelerden olumlu sonuç alınmasını engellemiştir. Rum kesimi Güzelyurt, Karpaz Yarımadası ve Maraş başta olmak üzere birçok bölgenin kendilerine bırakılmasını isterken, 100 bin Rumun da Ada’nın kuzeyine yerleştirilmesini talep etmiştir. Bunlarla birlikte Ada’da hiçbir şekilde garantör devlet istemediğini belirtmiş ve Türk kesiminin dönüşümlü başkanlık isteğine de “azınlığın çoğunluğu yönetemeyeceği” gerekçesiyle karşı çıkmıştır.

Şüphesiz hem siyasi hem de ekonomik açıdan olası bir çözümden daha fazla fayda sağlamak isteyen Rumların talepleri görüşmelerden bir sonuç alınmasının önündeki en önemli engel olmuştur. Rum kesimi tarafından böyle bir tutumun benimsenmesinin en önemli sebebi ise AB üyeliğinin kendisini daha avantajlı bir konumda tuttuğu düşüncesidir. Gerek kendi talepleri gerekse Ada’nın güvenliğinde AB’yi bir garantör olarak kullanmak isteyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Türk tarafından olabildiğince taviz kopararak kendi şartlarını kabul ettirebileceğine inanmaktadır. Fakat Rum kesiminin bu tutumunun değişen uluslararası konjonktür ve realiteye aykırı olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır.

Annan Planı’ndan Bugüne Değişen Konjonktür

Uluslararası konjonktür 2004 Annan Planı’na göre bugün çok daha farklı şekle bürünmüştür. 2004 yılında Türk tarafı Annan Planı’nı kabul ederken Türkiye’nin önünde ciddi bir seçenek olarak AB üyeliği bulunmaktaydı ve Ada’daki çözüm bu kontekste bir mana ifade ediyordu. Fakat bugün gelinen noktada Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere yapacağı katkı tartışmalı bir hale gelmiştir. Geçen sürede AB içerisindeki Türkiye karşıtı aşırı sağ güçler ciddi manada güçlenmiş ve Brexit ile İngiltere Birlik’ten çıkma kararı almış durumdadır. Dolayısıyla Rum kesiminin AB’yi müzakerelerde bir çıpa olarak kullanmak istemesinin de rasyonel zeminde karşılığı bulunmamaktadır. Neticede bugün gelinen noktada Rum kesimi birçok başlığın açılmasına izin vermeyerek Türkiye-AB ilişkilerinin gelişimini engellese de bu blokajlar özellikle son dönemdeki ilişkilerde ortaya çıkan başka sorunların gölgesinde kalmıştır.

2004 yılından itibaren Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin mahiyetinde meydana gelen değişimler nedeniyle, Ada’da gerçekleşecek bir çözümün Türkiye’nin AB’ye üyeliğine kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı bir etki yapmayacağı ortadadır. Türkiye ile AB arasında müzakerelerin çıkmaza girdiği ve alternatif modellerin tartışıldığı bir ortamda, Rum tarafının dayattığı eşit ortaklığa dayanmayan ve maksimalist taleplerle bezenmiş bir anlaşmayı kabul etmek yerine mevcut statükonun sürdürülmesi hem KKTC hem de Türkiye’nin menfaatine gibi görünmektedir.

Rum kesiminin, AB’nin özellikle son dönemdeki politikalarıyla Türkiye üzerindeki baskı araçlarını kaybederek Ankara’ya yön veren aktör pozisyonundan uzaklaştığını anlaması ve müzakere süresince masadaki pozisyonunu iyi değerlendirerek makul taleplerle çözüme katkı sağlaması gerekmektedir. Neticede Türk tarafının garantörlüğünün olmaması ve Türk askerlerinin Ada’dan çekilmesi taleplerini kabul etmesini gerektirecek şartlar bugün mevcut değildir.

Türkiye Garantörlükten Vazgeçmemeli

Geçmişteki acı dolu hatıralar, keşfedilen enerji kaynakları ve Doğu Akdeniz’in güvenliği göz önünde bulundurulduğunda böyle bir talep Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu oldukça zayıflatır. Türkiye’nin garantör olmadığı ve askerlerinin bulunmadığı bir Kıbrıs resmi, siyasi düzlemde Ada’daki Türklerin geleceğini belirsizliğe sürükleyeceği gibi stratejik düzlemde Türkiye’nin enerji denklemi dışında kalmasına sebep olacaktır.

Görüşmeleri kolaylaştırıcı faktör olarak değinilmesi gereken bir husus da Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon enerji yataklarıdır. 2010 yılından itibaren bölgede bulunan enerji kaynakları Kıbrıs sorununa çok daha fazla aktörün müdahil olmasına sebep olmuştur. AB’nin Kıbrıs sorununun çözümünde aktif bir şekilde yer almak istemesi Rusya’ya olan enerji bağımlılığı göz önünde bulundurulduğunda oldukça makul görünmektedir.

Doğu Akdeniz’de İsrail ve GKRY’nin bugüne kadar keşfettiği ve iç piyasalarının yetersiz olmasından dolayı ihraç etmek zorunda oldukları hidrokarbon kaynaklarının pazarları olarak Türkiye ve Avrupa ön plana çıkmaktadır. Bu ihracatın ise yüksek maliyetli yatırımlar gerektiren LNG terminallerinden ziyade boru hatlarıyla yapılması en makul yöntem olarak ön plana çıkmaktadır. Muhtemel bir doğalgaz boru hattının ise Girit üzerinden Yunanistan’a inşa edilmesinden ziyade Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ekonomik anlamda daha uygulanabilir bir yöntem olarak gözükmektedir. Kıbrıs’ta kalıcı bir barışın sağlanması durumunda söz konusu enerjinin dünya pazarlarına ulaştırılması 2016 yılındaki kamu borcu 25 milyar avro olan Rum kesimi için büyük önem arz etmektedir.

Rum kesiminin eşitlik ilkesine dayanmayan maksimalist talepleri oldukça irrasyonel görünmektedir. Değişen jeopolitik gerçeklikleri dikkate almayan bu tarz talepler Ada’daki çözümün önündeki en önemli engeldir. Bu bakımdan şimdiye kadar müzakerelerde Rum kesimine örtülü destek sağlayan AB’nin Kıbrıs konusundaki tutumunu yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Söz konusu örtülü destek Rum kesimine özgüven sağlamış ve kendi tahakkümünün hüküm süreceği, eşitlik temeline dayanmayan çözüm önerileriyle masaya oturmasına sebep olmuştur. Enerji konusunda AB’nin Rusya’ya olan bağımlılığı ise Birlik’in enerji güvenliği açısından önemli bir risk unsurudur. AB yöneticilerinin eşitlik temeline dayanan bir Kıbrıs çözümünün Birlik’in çıkarına olacağını anlaması gerekir. Değişen konjonktür ve ortaya çıkan değişkenler sebebiyle yeni düzlemde dayatılan haliyle bir “çözüm” GKRY, Yunanistan ve AB için olumlu bir etki oluşturacakken; mevcut statükonun sürmesi Ada’daki askeri varlığını devam ettiren, Doğu Akdeniz güvenliği ve enerji yollarındaki avantajlı konumunu sürdüren Türkiye’nin çıkarına olmaktadır.

Türkiye Masada Güçlü

Sonuç olarak Kıbrıs sorununda Türkiye ve KKTC’nin eli oldukça güçlüdür. GKRY’nin 25 milyar avro kamu borcunun olduğu 2016 yılında, KKTC’nin kamu borcu 3,5 milyar avro olarak açıklanmıştır. Ayrıca enerji kaynaklarının dünya pazarına ulaştırılmasında Türkiye önemli bir güzergahta bulunmaktadır. Bu bakımdan masadaki aktörler Türkiye’nin pozisyonunu kabul etmeli ve maksimalist taleplerle müzakereleri şekillendirmeye çalışmamalıdır. Bununla birlikte Kıbrıs artık Anadolu yarımadasının güvenliği için basit bir toprak parçasından ziyade Doğu Akdeniz’in güvenliği için önemli bir üs ve zengin enerji kaynaklarıyla jeostratejik önemi yüksek bir değer haline gelmiştir.

Bu bakımdan masada güçlü pozisyonda bulunan Türkiye önemli kazanımlar elde etmediği müddetçe Ada’daki askeri varlığını devam ettirmeli ve garantörlük anlaşmasından vazgeçmemelidir. Ada’da iki toplumun eşit ortaklığına dayanmayan ve Türkiye’nin garantörlüğünü devam ettirmeyen bir çözümden ziyade mevcut statükonun sürdürülmesi Ankara’nın uzun soluklu stratejik beklentileriyle daha uyumlu olacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası