Kriter > Dış Politika |

Küresel Rekabetin Geleceğinde Stratejik Başlık: Nüfus


BM'nin hesapları, 2020'den itibaren küresel nüfus artış oranının artık yüzde 1'in altına indiğini gösteriyor. Dünya nüfusunun üçte ikisinden daha fazla bir bölümünün yaşadığı ülkelerde, doğurganlık oranının 2,1'e düştü. Önümüzdeki dönemde, yaşlanan dünya nüfusuyla birlikte, ölüm oranları da yükselmeye başladığında, bu durum çok sayıda ülke için ciddi nüfus kaybı anlamına gelmeye başlayacak.

Küresel Rekabetin Geleceğinde Stratejik Başlık Nüfus

Küresel ekonomi politik sisteme yönelik, daha da derin bir boyutta İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulmuş “Küresel Düzen”e yönelik değişim ve dönüşüm sancılarının ciddi manada şiddetlendiği, bu nedenle de küresel ve bölgesel jeopolitik ve jeoekonomik gerginliğin tırmandığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasında rekabet derinleşiyor. 2000'lerin başından bu yana Atlantik'ten Asya-Pasifik'e doğru hareketini sürdüren “sıklet merkezi” odaklı değişim, kıtalar arası enerji, savunma, teknoloji ve lojistik odaklı mücadeleyi de yoğunlaştırmış durumda. Bu mücadelenin kritik önemdeki sacayaklarından birini ise “nüfus” oluşturuyor.

2024 sonu itibariyle 8,2 milyarı geçen dünya nüfusunun 2050’de 9,7 milyara, 2080’de ise tarihinin en yüksek seviyesi olarak 10,3 milyara ulaşması bekleniyor. 2080 ile 2090 arası ise 100 milyon azalarak 10,2 milyara gerileyeceği öngörülüyor. 10 yıl önceki öngörüler ise 10,3 milyarlık dünya nüfusuna 2100’de ulaşılacağına işaret etmekteydi. Son 10 yılda, Asya ve bilhassa Afrika’daki hızla değişen demografik eğilimler, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere, pek çok çok taraflı uluslararası teşkilatın simülasyon ve projeksiyonlarını sürekli gözden geçirmelerini zorunlu kılıyor. 2100’e kadar kıtalar arasında nüfusunu aralıksız artırmayı sürdürerek, 4,4 milyar nüfusa ulaşacak kıta ise 21. yüzyılın “yükselen kıtası” Afrika olarak karşımıza çıkıyor.

Soğuk Savaş sona erdikten sonra, milenyuma kadarki on yıllık dönemi, gelişmiş ekonomiler, artık küresel ve bölgesel jeopolitik gerginlik ve çatışma olmayacağı umuduyla (hülyasıyla demek daha doğru olur), nüfus, göç, askeri güç gibi kavramlara büyük ölçüde boş vererek, önemsizleştirerek geçirdiler. Avrupa, kısmen “yaşlanan nüfus” tartışmalarına sınırlı ölçüde sahne olsa da, bilhassa “düzenli göç” ile gelişmekte olan ülkelerde yetişmiş beyinleri ve mavi yaka iş gücünü kabul etmeyi sürdürerek, Avrupa’nın yerel nüfusunun tenezzül etmediği meslekleri, işleri göçmenlere yönlendirip, askeri harcamaları da minimize edip; oradan artan kaynağı daha müreffeh bir yaşam tarzına aktararak keyifli bir 15 yıl yaşadı. Bugün ise Avrupa “nüfus” meselesini daha kapsamlı ve daha kapsayıcı bir ciddiyetle ele almamanın pişmanlığını yaşıyor.

 

Avrupa İçin Yakın Felaket: Yaşlanan Nüfus

21. yüzyılda ne kadar yüksek teknoloji odaklı bir dönüşüm yaşansa da, gerek kıtalar arası üretim ve tedarik rekabeti, gerekse de askeri güç rekabeti, halen ve halen ülkelerin, coğrafyaların nüfus, istihdam ve beşeri kaynak imkân ve kabiliyetleri ile doğrudan bağlantılı. Bu nedenle, dünya nüfusunun yaşlandığı ve pek çok ülkede doğurganlık oranının gerilediği gerçeği, ülkeleri, beşeri kaynakların arz ve talep güvenliği açısından endişeye sevk ediyor. Öyle ki, dünya bütününde 65 yaş ve üstü nüfus en hızlı artan yaş grubunu oluşturmaya başladı. 2075’te dünya genelinde 65 yaş ve üstündeki nüfusun 2,2 milyara ulaşması ve o tarihte 18 yaş altı dünya nüfusunu geçmesi bekleniyor. Bu tablodan en fazla etkilenecek olan coğrafya ve ülkeler ise en temel mal ve hizmetleri üretmek, tedarik etmek, tüketim merkezlerine ulaştırmak; daha da kritik bir konu başlığı olarak ulusal güvenliği sürdürülebilir kılmak noktasında büyük zorluklar yaşayacaklar.

İşte bu noktada, Avrupa önemli bir “tehdit” ile karşı karşıya. 2023 sonu itibariyle 742,2 milyona ulaştığı öngörülen Avrupa'nın toplam nüfusunda, son 10 yıldaki artış sadece 2,2 milyon. O da ağırlıklı olarak Türkiye sayesinde. İkinci Dünya Savaşı sonrası, ağır bir yıkımdan çıkmış olan Avrupa, 1950 ile 1985 arası, 35 yılda 157,8 milyon nüfus artışı yaşarken, bir sonraki 35 yılda sadece 38,7 milyon civarında artış gerçekleştirebildi. Avrupa Kıtası, küresel rekabette iddiasını sürdürebilir kılması için gereken nüfus açısından “kırmızı alarm” veriyor. Kendisi de “yaşlı kıta” olarak adlandırılan Avrupa’nın 1990'ların ortalarından bu yana nüfus değişimi negatif düzeyde seyrediyor. Nüfus değişimi 1998'de en düşük oran olarak yüzde -0,07 düzeyinde iken, son 20 yılda onca sosyal ve toplumsal destek ve teşvike rağmen, 2020'deki büyüme oranı sadece yüzde 0,04'de kaldı.

Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olan Rusya'nın nüfusu yaklaşık 144,8 milyon iken, 1990-2023 arası yüzde -0,2 geriledi. Yunanistan'ın 33 yılda nüfus artışı sıfır iken, 2020-2050 arası öngörülen nüfus kaybı yüzde 13,4. Bu tablo pek çok orta ve küçük boyutta Avrupa ülkesi için de geçerli. Önümüzdeki 30 yıl, İtalya'nın dahi yüzde 10,1 nüfus kaybedebileceği öngörülüyor. Türkiye ise 85,4 milyon ile, 83,8 milyon nüfusu olan Almanya'nın önüne geçerek Avrupa'da en yüksek nüfusa sahip ikinci ülkesi konumunda. Almanya'yı 68 milyon ile Fransa, 67 milyon ile de Birleşik Krallık takip ediyor. Kıtanın nüfusunun 386,5 milyonu kadın iken, 361,2 milyonu erkek. Kadın nüfus yaklaşık 25 milyonluk bir fark atıyor. En kalabalık yaş grubu 10,7 milyon ile 34 yaşındaki Avrupalılar.

Türkiye 1990 ile 2023 arası nüfusunu yüzde 56 arttırmayı başardı. Lüksemburg çok küçük olduğu için yüzde 74 nüfus artışı normal karşılanmalı. İzlanda'nın da az nüfusu ile yüzde 52 artış yakalamış olmasına şaşırmamak gerekiyor. Bizden sonra en anlamlı artışı olan ülke yüzde 48 ile İrlanda. 33 yılda Ukrayna'da nüfus kaybı yüzde 28. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin pek çoğunda iki haneli nüfus kayıpları var. 33 yılda Almanya nüfusunu ancak yüzde 6, İtalya ancak yüzde 4 artırabilmiş. Doğurganlığı özendiren çözümler, Avrupa’da kimi ülkeler açısından son 15 yılda kısmen çözüm oluşturmakla birlikte, esas 2030-2050 dönemi ve sonrasına yönelik olarak sürdürebilir çözüm boyutunda etkili olmayacak gözüküyor.

Avrupa Birliği üyeleri ve Türkiye'de ortanca yaş, AA İNFO
2024'te Avrupa Birliği (AB) nüfusunun ortanca yaşı 44,7'ye yükseldi. (Mehmet Yaren Bozğun / AA, 25 Şubat 2025)

 

Nüfus Arz Güvenliği İçin Tehlike Çanları

Önde gelen 40 ekonominin tümü için “yaşlanan nüfus” ve “nüfus arz güvenliği” artık radara girmiş “birincil” tehdit boyutunda. Öyle ki, bu satırları kaleme alırken gözümüze ilişen bir açıklama, Japonya’dan Prof. Hiroshi Yoshida’nın açıklaması, ülkesinin düşük doğurganlık oranı nedeniyle dünyada nesli tükenen ilk ülke olabileceği tehdidine işaret ediyor. Muhakkak ki, bu boyutu ile sorgulanmamıştır; ancak Japonya’nın uzunca bir süredir evlerde, kamu hizmetlerinde, sağlık hizmetlerinde, ulaşımda, yerel yönetim ve temizlik hizmetlerinde kullanılmak üzere becerikli robotlar üretmek için en yoğun çabayı sarf eden ülkelerden birisi olmasının perde arkasında, nüfusu ile ilgili ürkütücü gerçeğin olduğu da göz ardı edilmemeli.

BM’nin uzun zamandan beri büyük bir titizlikle hesap etmekte olduğu dünya nüfusuna yönelik projeksiyonlar itibariyle, 2023'te Hindistan'ın nüfusunun ilk kez Çin'i geçtiği görüldü. BM'nin değerlendirmeleri, 2020'den itibaren küresel nüfusunun 1950'den bu yana en düşük artış hızına geçmesi nedeniyle, dünya nüfusunun en tepe seviyeyi 2080'de 10,3 milyar ile göreceği yönünde bir projeksiyona işaret ediyor. BM'nin hesapları, 2020'den itibaren küresel nüfus artış oranının artık yüzde 1'in altına indiğini gösteriyor. Dünyanın nüfusunun üçte ikisinden daha fazla bir bölümünün yaşadığı ülkelerde, doğurganlık oranının 2,1'e düştü. Ne yazık ki, Türkiye’de de doğurganlık oranı son 5 yılda bile sert bir düşüş kaydetmiş durumda. Bunun anlamı, düşük ölüm oranında bile, bu düzeyin altındaki doğurganlığının artık “sıfır” nüfus artışı anlamına gelmekte olduğu.

Önümüzdeki dönemde, yaşlanan dünya nüfusuyla birlikte, ölüm oranları da yükselmeye başladığında, bu durum çok sayıda ülke için ciddi nüfus kaybı anlamına gelmeye başlayacak. BM'nin projeksiyonları 2022 ile 2050 arası dönemde, 61 ülkede doğurganlığın yüzde 1 ve altına ineceğini; bunun da söz konusu ülkelerde ağır nüfus yaşlanması (aging) sendromuna dönüşeceğini gösteriyor. Avrupa, Kuzey Amerika, sonrasında Latin Amerika, onları belirli bir gecikmeyle takip ederek Çin’in de içinde yer aldığı Doğu Asya ve son olarak Güney Doğu Asya yaşlanma sorunundan nasibini alacak.

Yükselen yaşam standartları ve bilhassa kadın nüfusta eğitim düzeyinin yükselmesi, sağlık hizmetlerinin iyileşmesine bağlı olarak yeni doğan çocuk ölümlerinin azalması, kadınlarda ortalama doğurganlık oranı üzerinde aşağı yönde bir baskı oluşturmuş durumda. Bununla birlikte, doğurganlık oranlarının halen dünyanın bazı bölgelerinde yüksek kalmaya devam ettiğini unutmamak gerekir. Küresel ölçekte bir ülkenin nüfusunu koruyabilmek için minimum kadın başına 2,1 çocuk düzeyini koruması gerektiği bilinirken, bugün, dünya nüfusunun üçte ikisi, doğurganlığın kadın başına 2,1 çocuğun altında olduğu ülkelerde veya bölgelerde yaşıyor. 2024'te doğurganlık, Sahra Altı Afrikası’nda 4,3, Avustralya ve Yeni Zelanda hariç Okyanusya ülkelerinde 3, Kuzey Afrika ve Batı Asya ülkelerinde 2,7, Orta ve Güney Asya ülkelerinde ise 2,2 ile, halen dünya ortalamasının üzerinde seyrediyor.

1990 ile 2024 arasında, dünya doğurganlık oranı kadın başına 3,31 çocuktan 2,25'e düştü. 2025 ile 2050 arasında ise tekrar düşerek, 2,07’ye gelmesi bekleniyor ki, bu oran 2,1’in altı demek. İnsanların artık daha uzun yaşadıkları da bir gerçek. Bununla birlikte, dünyanın en fakir ülkelerinin vatandaşları, hâlâ küresel ortalamadan yedi yıl daha az yaşamaktalar. 1990'da 64 yıl olan ortalama ömür, 2024'te 73,3'e yükselirken, küresel ölçekte doğumdan sonra yaşam beklentisinin 2050'de 77 yıla yükselmesi bekleniyor.

Giderek daha çok sayıda ülke, düşük doğurganlık ve bazı durumlarda önemli göç hareketlerinin sebep olduğu beşeri kaynak kayıpları nedeniyle nüfus büyüklüğünde ciddi azalmalar yaşıyor. 2024'te Çin, Japonya ve Rusya dahil olmak üzere zorlu, tehditkar tablonun geçerli olduğu 61 ülke söz konusu. Bu ülkelerdeki nüfusun 2024 ile 2054 arası yüzde 14 daha erimesi öngörülüyor. Güçlü göç ve düşük doğurganlık eğilimleri kimi gelişmekte olan ülkelerde de devam ederse, en keskin düşüşler Arnavutluk, Bosna-Hersek, Litvanya ve Moldova'da bekleniyor. Çin'in nüfusunun 2024-2054 arası yüzde 14 azalması, 200 milyonluk bir nüfus kaybı anlamına geliyor. Çin’i geçmiş olan Hindistan’da ise tersine, aynı 30 yıllık dönemde nüfusun yaklaşık yüzde 14 oranında artacağı tahmin ediliyor.

Gelelim, dünya için artan bir karmaşık mesele haline gelen “göç” konusunun küresel nüfus projeksiyonlarına etkisine. Göç, başta Avrupa ve Kuzey Amerika olmak üzere bazı ülkelerde nüfus eğilimlerinin önemli bir bileşeni haline gelmiş durumda. Göç hareketlerinin, dünyanın önde gelen 50 ülkesinde, düşük doğurganlık oranları ve halihazırda önemli bir sorun olan demografik yaşlanma nedeniyle ortaya çıkan nüfus azalmasını kısmen hafifleteceği umuluyor. Pozitif net göç (ölüm oranları ve ülkeden ayrılanlardan daha fazla göçmen girişi), bir ülkedeki negatif doğal artışı (doğumlardan daha fazla ölüm) tamamen veya kısmen telafi edebilir. Bugün birçok Avrupa Birliği ülkesinde olan tablo da bu. Ancak, bu etki Avrupa ile de sınırlı değil hiç kuşkusuz.

Göçün nüfus kaybına yönelik bir nevi tampon rolü oynayabileceği 50 ülkenin yarısından fazlası Avrupa dışındaki bölgelerde yer alıyor. Bu ülkeler arasında Avustralya, Şili, Körfez Devletleri, Japonya, Rusya, ABD ve Kanada yer alıyor. Göçün, genellikle ayrılan ülkenin nüfus büyüklüğü üzerinde çok daha az etkisi söz konusu. Bununla birlikte, önümüzdeki on yıllarda, halihazırda aşırı düşük doğurganlık oranı olan 14 ülkede, göç hareketi de bu ülkelerin nüfuslarında düşüşe önemli ölçüde katkıda bulunacak.

 

“Yaşlanan Nüfus” Kamu Maliyesine de Ağır Darbe Vuracak

Ülkelerin sosyal güvenlik, sağlık ve yaşlı bakımına yönelik kamu mali yükleri ciddi artış gösterirken, hızla yaşlanan nüfusun getireceği ekonomik üretkenlik sorunu, negatif büyüme ve ekonomik aktivitede ciddi yavaşlama ve beraberinde vergi gelirlerinin de azalmasına yol açma riski, söz konusu ülkeleri ciddi bir kamu ve sosyal güvenlik açığı sorunu ile karşı karşıya bırakacak. Küresel borç sarmalının zaten çok sıkıntılı olduğu bir dönemin içinden geçen dünya ekonomisi açısından, önde gelen ülkelerin küresel enerji dönüşümüne, yeşil kalkınmaya, çevreyi ve iklimi koruyacak yatırımlara yönelmesi gereken finansal kaynağın, artan bir tempoda kamu açıklarının finansmanına yöneliyor ve yönelecek olması, BM'nin 17 sürdürülebilir kalkınma amacının yakalanmasına yönelik umutları da her geçen gün azaltmaya devam ediyor. BM'nin analizi, 2050'ye kadar ki küresel nüfus artışının yarısının Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Etiyopya, Hindistan, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Tanzanya'dan geleceğini belirtiyor. Gelecekte daha ağır bir insanlık krizi ile karşı karşıya kalmamak adına, G20 ülkelerinin oluşturacağı her kalıcı çözüm çok önemli olacak.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası