Kriter > Dış Politika |

Liberal Mitler Çökerken


Hem yerel hem de küresel ölçekte ve hem siyasi hem de ekonomik açılardan liberal kurumlar ve ideolojinin ciddi bir kriz içerisinde olduğunu söylemek zorundayız. Uzunca bir süredir dünyayı yöneten liberal mitler kökünden sarsılmaktadır. Liberalizme karşı demokrasinin ağırlık kazandığı bir süreçten geçmekteyiz.

Liberal Mitler Çökerken
(z_wei/Getty Images)

Liberalizm, zamanımızın hegemonik ideolojisi. Liberalizmin hegemonik konumu, ona “makul olanı” temsil hakkı veriyor. Dolayısıyla, liberal ideolojiye yaslanarak kritik meselelerde belirtilen görüşler, “normal” addedilirken, bunun dışında kalanlar “radikal” damgası yemekten kurtulamıyor. Radikal kabul edilen görüşlerin liberalizmin tahtını sarsması öyle kolay değil. Hatta radikal olarak yaftalanan görüşlerin varlığının, liberalizmin hegemonik konumunu devam ettirmesinde işlevsel olduğu bile söylenebilir. Radikallik konumu birileri tarafından dolduruldukça, liberalizmin de makul olanı temsil etmesi mümkün olabiliyor.

Gerçekten de hegemonik ideolojinin tahtı, rakip ideolojilerin dışarıdan yapacağı eleştirilerden ziyade, toplumu kendi normaline ikna etme ve böylece rıza üretme konusunda yaşadığı sıkıntılardan kaynaklanır. Bu sıkıntılar toplumsal düzen açısından istisnai bir duruma, yani organik kriz anına işaret eder. Organik kriz anlarında insanların gündelik hayatlarında tecrübe ettikleri ile hakim ideolojinin iddiaları arasında bariz bir örtüşmezlik durumu ortaya çıkar. Bu durumda hakim ideolojinin makul olanı temsil iddiasının yetersiz olduğu anlaşılır. Toplumsal gerçekliğin sınırlarının, hakim ideolojinin sınırlarını ve kapsamını aştığı hissedilir. Makul olan ile hakim ideoloji arasında beliren mesafe, kurulu toplumsal düzeni ya da toplumsal normali yerinden eder.

Son dönemde artan dijitalleşmeyle birlikte, küresel teknoloji şirketlerinin insan hayatı ve toplumlar üzerindeki kontrolünün bir sorun olarak görülmesi ve tartışılması, liberalizmin organik krizinde bir uğrak noktası olarak görülebilir. Keza, verili kabul edilen ve normal addedilen liberal ideolojinin vazettiği bazı pratikler ve düşünceler, sorgulanmaya başlamış durumda. İnsanların tecrübe ettikleri ile liberalizmin iddia ettikleri arasında bir farklılaşma oluştu. Bir zamanlar insanların düşüncesinin ufkunu oluşturan ve sosyal gerçekliği tahayyül ettiğimiz bazı iddialar, bir mit durumuna geriledi. Yani her ne kadar üstün konumlarını korusalar da artık insanların mutlak bir şekilde iman etmedikleri ve şüpheyle yaklaştıkları bir konuma düştüler.

 

Sivil Toplum Miti

Bunların başında devlet ve siyaset karşısında sivil toplum alanının özgürlüklerin garantisi olduğu düşüncesi gelmektedir. Sivil toplum alanı özü itibarıyla ekonominin alanıdır. Ekonomik ve bunun yanında kültürel faaliyetlerle piyasa güçleri sivil toplum alanının kontrolünü elinde tutar. Devletten ya da daha doğru bir ifadeyle siyasetten bağımsız bir sivil toplum alanı tarihte her zaman rastlanan bir durum değildir. Özel mülkiyet temelinde siyaset-ekonomi ayrışması, modern döneme has bir ayrışmadır. Sanayici, tüccar ve aydınıyla, bağımsız ve organize bir burjuva sınıfının ortaya çıkışıyla mümkün hale gelmiştir. Özü itibarıyla sivil toplumculuk, burjuva sınıfının çıkarlarının korunmasında işlevseldir. Sivil toplumun güçlü olması, devleti yöneten bürokrasi ve çoğunlukta bulunan alt toplum kesimlerin temsilcisi konumundaki siyasilere karşı büyük sermaye ve ona eklemlenmiş orta sınıfların özgürlüğünün garantisidir. Siyasete karşı bir el freni işlevi görür.

Bu liberal görüş ortaya koyduğu siyaset karşıtlığıyla, sivil toplumun kendisinin bir iktidar odağı olduğu gerçeğinin üstünü örter. Buna göre sivil toplum güç ve iktidar ilişkilerinin değil, özgürlüklerin ve medeni insan ilişkilerinin tecrübe edildiği rasyonalitenin alanıdır. Sermaye güçleri kendilerini iktidar ilişkilerinden soyutlamakla kalmazlar. Aynı zamanda güçlü bir propagandayla alt ve geniş toplumsal kesimleri, özgürlük ve refahın devlete karşı verilecek bir mücadelenin sonunda elde edileceğine ikna ederler. Bu toplum kesimlerini yanına alarak iktidarını tahkim ederler.

Toplumlarına yabancılaşmış, otoriter bir yönetim gösteren bürokratik iktidarlara sahip devletler de bu tezin doğrulanmasına büyük katkı sunar. Bu akılsız otoriter devletler, sivil toplumun siyasi ajandasını ve iktidar ilişkilerini gizlemesine yardım ederler. Ancak toplumun iradesinin siyaseti belirlediği demokratik devlet düzenlerinde, sivil toplumun bu oyunu tutmaz. Alt toplumsal kesimler özgürlük ve refah için, devlete ve siyasete sahip çıkmak zorunda olduklarını hissederler. Toplumun özgürlük ve refahının devlet değil, sivil topluma hakim sermaye güçleri tarafından baskılandığı anlaşılır. Bu durum özellikle küreselleşme ve dijitalleşme döneminde daha bir netlik kazanmıştır. Küresel çapta faaliyet gösteren teknoloji şirketleri bireylerin özel hayatını yakından gözlemekte ve gerektiğinde onları manipüle etmektedir. Bireylerin kendilerini bu devasa iktidar odağına karşı yalnız başına korumaları mümkün değildir. Bu durumda devlet aygıtı, bireyin imdadına yetişmekte ve küresel şirketlerin müdahale ve manipülasyonlarına karşı bir koruma kalkanı işlevi görmektedir. Liberal tezlerin aksine bireyin özgürlüğü, devletin genişlemesine ve büyümesine bağlı hale gelmektedir. Devlet, piyasa güçleri karşısında bireyin özgürlüğü ve refahının garantisi konumuna gelmektedir. O halde özgürlüklerin, devlet sınırlandıkça ve sivil toplum genişledikçe arttığı iddiası çöken bir liberal mittir.

Bununla beraber, sivil toplum alanının daraltılarak devletin alanının genişletilmesi, bireyin özgürleşmesi açısından beklenen sonucu üretmeyebilir. Bireyi devlet-piyasa ikileminden kurtarmanın yolu, toplumun bu iktidar denklemindeki rolünün artırılmasından geçmektedir. Toplumun güçlendirilmesi için toplumsal bağların güçlendirilmesi ve kendi çıkarlarını savunacak ölçüde siyasi bir bilince kavuşması gerekir. Toplumun güçlenmesi piyasa güçlerine rağmen gerçekleşirse, o zaman toplumun geneli açısından bir anlam kazanır. Sivil toplumculukta eksik olan taraf budur. Dar bir kesimin geneli sömürmesine hizmet eder. Zayıf toplumun neden olduğu güç boşluğu ya otoriter devlet ya da manipülatif bir sivil toplum tarafından doldurulur. Birbirinden kopuk atomize insan yığınları ortaya çıkaran agresif bireyselleşmenin, bireyi özgürleştirdiği ne denli bir kandırmacaysa, içi boş bir devletçi-milliyetçiliğin toplumu özgürlük ve refaha kavuşturacağı iddiası da o denli bir kandırmacadır. Güçlü ve medeni bir toplumsallığın sunacağı anlam dünyasının sağlayacağı özgürlük ve refah bu iki kötü tercihe iyi bir alternatiftir. Kolektif olana inanç ve ortak duygular bir toplum için hayatidir. Bencil bireycilik ve kofti milliyetçilik karşısında vatanseverlik hiç eskimeyen bir erdemdir.

Liberal Mitler -Ali Aslan

(gremlin/Getty Images)

 

İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Miti

Bir diğer liberal mit ise küresel sermaye ve büyük güçlerin insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeleri desteklediği konusundadır. Amerika’da Joe Biden yönetiminin liberal demokrat ajandayla ABD’nin “dünyaya geri döneceği” tartışmaları kapsamında bu konu önem kazanmaktadır. Yeni ABD yönetiminin uluslararası sistemde iktidar mücadelesini otoriterlik-demokrasi antagonizması çerçevesinde yürüteceği beklenmektedir. Bu misyoner-ahlakçı dış politika perspektifinin uluslararası siyaseti daha da kutuplaştıracağına ve uluslararası barışı ve istikrarı tehlikeye düşüreceğine şüphe yoktur. Muhataplarını kendisinden aşağıda ve hizaya çekilmesi gereken edilgen unsurlar olarak gören bu yaklaşımdan başka bir sonuç beklenemez.

Bu misyoner-ahlakçı dış politika tercihinin en kritik tarafı, ABD devletinin askeri-diplomatik gücünün küresel sermaye için seferber edilecek olmasıdır. Diğer ülkelerin iç işlerine karışmak ve onları dizayn etmeye çalışmak siyasetin hiçbir zaman birincil hedefi olmamıştır. Siyasi perspektifle hareket eden bir devlet, uluslararası sistemde rölatif gücünü ve güvenliğini artırmakla ilgilenir. Devletlerin iç düzenleri daha çok son iki yüzyılda küreselleşen sermaye güçlerinin ilgisini çekmektedir. Küresel sermaye kolayca nüfuz edebileceği, hareket serbestliği kazanacağı ve istediğini alabileceği bir düzenin üretilmesiyle ilgilenir. Bunun için devlet egemenliğinin zayıflatılmasına ve boyun eğmeyen devletlerin rejimlerinin otoriter olduğu ve bir güvenlik ve insan hakları sorunu olarak problematize edilmesine odaklanır.

 

Makbul İnsan Kapitalizmle Uyumlu İnsandır!

Bu noktada bilindik bir liberal mit devreye sokulmaktadır. Küresel sermayenin insan haklarını gözettiği ve hukukun üstünlüğünden yana olduğu tezi işlenir. Kazanç elde etme motivasyonuyla hareket eden küresel sermayenin insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi demokratik hedeflere sahip olması şaşırtıcıdır. Şaşırtıcı olmayan bu demokratik normların bu aktörlerce araçsallaştırılmasıdır. Yani bu aktörler bu normlara hiçbir zaman bir amaç olarak bakmazlar. Kendi çıkarlarıyla örtüştüğünde savunur, çatıştığında ise sessizliğe gömülürler. Bu önemli fark ancak özel zamanlarda genelin anlayabileceği bir hal alır. Örneğin, Arap Baharı sürecinde gerçekleşen karşı devrimlerde hem siyasi hem de ekonomik küresel aktörlerin demokratik normlarla kurduğu stratejik ilişki gün yüzüne çıkmıştır.

Bir diğer boyut ise insandan ne anlaşıldığı ve üstün olması arzu edilen hukukun içeriğinin ne olduğu meselesidir. Bu şirketler için makbul insan, kapitalizmle uyumlu insandır. Kapitalizm insanlara bir dünya görüşü ve yaşam tarzı dayatmaktadır. İşte bu insanın meydana getirilmesinde insan hakları araçsallaştırılmaktadır. Bu amaca hizmet etmeyen insan hakları ihlalleri kolayca göz ardı edilebilmektedir. Hukukun üstünlüğü meselesinde de benzer bir durumla karşılaşırız. Küresel şirketlerin çıkarlarıyla uyuşmayan hukuk kurallarının üstün olması pek hoş karşılanan bir durum değildir. Devletlerin belli egemenlik hakları gerektiğinde hiçe sayılabilmektedir. Örneğin, son dönemde Türkiye ile bazı küresel teknoloji şirketleri arasında temsilcilik açma ve vergi verme konusunda yaşanan gerilimde bu görülmektedir. Madem hukukun üstünlüğü kutsallık derecesinde bir demokratik normdur, küresel şirketler devlet egemenliği gibi esaslı ve meşru bir hukuk kuralını neden alenen çiğnemektedirler?

Sonuç olarak hem yerel hem de küresel ölçekte ve hem siyasi hem de ekonomik açılardan liberal kurumlar ve ideolojinin ciddi bir kriz içerisinde olduğunu söylemek zorundayız. Uzunca bir süredir dünyayı yöneten liberal mitler kökünden sarsılmaktadır. Liberalizme karşı demokrasinin ağırlık kazandığı bir süreçten geçmekteyiz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası