İsrail’in Gazze işgali ve Suriye iç savaşı, belki de Filistin ve Suriye ile aynı oranda Lübnan siyasetini de etkilemiştir. Öyle ki Lübnan iç ve dış siyaseti, bu iki önemli bölgesel olay neticesinde farklı süreçlere evirilmiştir. 2011’de patlak veren Suriye iç savaşı, Hizbullah-İran ekseninin Levant’taki “direniş” hegemonyasını Beşar Esad rejiminin de zayıflaması ile daha mümkün kılarken, 7 Ekim sonrasında İran-İsrail cephesinin de kontrolsüz çatışmalara sürüklenmesi ile hem Suriye hem de Lübnan cephesinde daha öncekilerden ayrılan sonuçlar ortaya çıkmıştır. Suriye iç savaşı, zaman içerisinde sadece İran’ı Levant’ta hegemon aktörlerden birine dönüştürmemiş aynı zamanda bu aktörün bölgedeki en etkin devlet dışı müttefiklerinden Hizbullah’ı da Lübnan’da hegemonik aktöre dönüştürmüştür. Bu bağlamda Hizbullah-Emel ittifakı, “Şii Çift” olarak 2016’da Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın seçilmesinde, Lübnan başbakanlarının belirlenmesinde ve parlamento süreçlerinde baskın aktörler olarak yer alırken Lübnan dış politikasını da büyük oranda tekellerine almıştır. Dolayısı ile modern Lübnan tarihinde belirgin şekilde Suriye iç savaşı merkezli gelişmeler, Beşar Esad rejimi devrilmeden önce, Hizbullah öncülüğünde uzun dönemdir daha sınırlı etkiye sahip Şii oluşumları, Lübnan siyasetinde merkeze taşımıştır. Dolayısı ile son süreçte yaşanan Suriye’deki rejim değişikliği ve 60 yıldan fazla süren Baas ideolojisi merkezli ve mezhepsel otoriterlik sisteminin son bulmasının, doğal olarak Levant bölgesi ve Lübnan siyaseti özelinde oldukça belirgin yansımaları olmuştur.
Aşınan Hizbullah Hegemonyası ve Lübnan Siyasetinde Yenilikler
7 Ekim sürecinde, İsrail ile öncelikle dolaylı sonrasında doğrudan çatışmaların zayıflattığı en başat devlet dışı oluşumlardan bir tanesi de Hizbullah olmuştur. Her ne kadar “hayatta kalma” durumunu sürdürse de lider kadrosundan stratejik-istihbarı boyuta kadar İran’dan daha fazla İsrail’in yıkıcı işgal süreci ile Hizbullah muhatap olmuştur. Bu durum beklendiği gibi Hizbullah’ın sadece Güney Lübnan’daki etkisini zayıflatmamış, Suriye’deki mevcudiyetini de iç savaş sürecinin muhalif aktörler lehine sonuçlanması ile bitirmiştir. Dolayısı ile sadece “hayatta kalma” ve “yeniden toparlanma” gibi stratejik boyutlara yönelen Hizbullah’ın Lübnan siyasetinde de daha pasifize ve açıkçası “gizlenme” motivasyonuna yöneldiği belirtilebilir. Bu durumun en belirgin yansıması ise 2014-2016’da yaşandığı ve Hizbullah’ın dominasyonu sonucunda Lübnan’da Cumhurbaşkanı seçimi ile sonuçlandığı gibi, bu kez Hizbullah’ın geri çekilmesi de 2022-2024 arasında yeniden 2 yıl gibi yaşanan yürütmenin başının eksikliği yeni bir seçimle sonuçlanmıştır. Bu defa, Hizbullah aleyhine ve Şii oluşumların Lübnan siyasetindeki başatlığının zayıflamasına işaret eden seçimin sonucunda, Maruni aktörlerin büyük oranda uzlaşısına dayalı şekilde Lübnan Genelkurmay Başkanı Josef Avn, Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Bu durum, başından itibaren Marada Hareketi lideri Süleyman Franciye’yi destekleyen ve bu yönde parlamentoda cumhurbaşkanı seçimini kilitleyen Hizbullah-Emel ittifakının da tavır değiştirdiğini doğrulamaktadır. Hizbullah-Emel eksenli ve içinde Maruni Hristiyan oluşum Özgür Yurtsever Hareketi’nin (ÖYH) de bulunduğu ve 2005’ten itibaren Lübnan siyasetini şekillendiren 8 Mart Bloku, böylelikle bir dönüşüm sürecine girmiş ve ÖYH, Gazze İşgali ve Suriye merkezli gelişmeler sonrasında şimdilik kısmi tavır değişikliğine gitmiştir. Halihazırda 14 Mart Bloku’nun da Sünni başat aktör Gelecek Hareketi lideri Saad Hariri’nin siyaset sahnesini terk etmesi ile etkisini yitirmesi, Lübnan siyasetinde adeta Maruni oluşumların “canlanışı”nı beraberinde getirmiştir. Lübnan siyasetinde mezhepsel dengeler ve iktidar odakları oldukça belirleyici olduğu için yeni dönemin bu çerçeve üzerinden okunması elzemdir. Diğer bir ifade ile geleneksel Sünni etkideki son dönem zayıflaması, Şii “yükseliş”in kesintiye uğraması ve Dürzi aktörler arasındaki sorunlar, Maruni oluşumların uzlaşı çabaları ile birleşince Lübnan siyasetindeki 14 ve 8 Mart blokları arasında yapılanan iki kutuplu sistemi sonlandırmış ve dahası “direniş” hegemonyası sonrası dönem yorumlarını beraberinde getirmiştir.

Bölgesel Siyasette Farklı Konumlanma ve Dönüşen İlişkiler
Avn’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında Lübnan yürütme krizini sonlandırmadaki ikinci aşama Nevvaf Selam’ın başbakan olarak atanması olmuştur. Böylelikle uzun bir zaman sonra, Geçici Başbakan konumunu sürdüren Necip Mikati dönemi sonlanarak Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başkanı olarak görev yapan Selam, başbakan olmuştur. Bu durum Avn-Selam ikilisi ile birlikte Lübnan iç ve dış siyasetinde farklı dönemi başlatmıştır. Verilen ilk mesajlardan en önemlisi ise Güney Lübnan’da Lübnan ordusunun daha etkin bir görev alması ve Lübnan devleti dışında milis oluşumların silahlarını bırakması kararı olmuştur. Bu mesajların birincil muhatabı da 1989 Ta’if Anlaşmasındaki milis güçlerin silahlarını bırakması gerekliliğine çeşitli gerekçelerle uymayan ve Güney Lübnan’da adeta en etkin silahlı oluşum olarak varlığını sürdüren Hizbullah olmuştur. Dolayısı ile Lübnan iç siyasetindeki yeni konumlanma, bu aşamada Hizbullah’ın siyasi, askeri ve diğer alanlardaki etkisini sınırlandırma çerçevesinde ortaya çıkmış ve Avn-Selam ikilisi, bu söylemleri ile başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinden ve Fransa-ABD gibi küresel aktörlerden önemli oranda destek görmüştür. Dahası Mikati görevini terk etmeden önce Suriye’nin yeni yönetimi ile de önemli bir temas gerçekleştirerek Suriye-Lübnan ilişkilerinde, açıkçası farklı bir dinamizm potansiyeli gelişmiştir.
Esad ailesi tekelindeki Baas rejimi döneminde, önceleri Suriye’nin Lübnan’ı adeta kendi periferisi olarak konumlandırdığını ve sonrasında Suriye İç Savaşı ile bu durumun Hizbullah-İran hegemonyasında bir ilişki biçimine evrildiğini düşündüğümüzde, Levant’ın ve Doğu Akdeniz jeopolitiğinin bu iki aktörünün yeni dönemde daha eşit ve egemen ilişkilere saygı temelinde ilişkilerini yapılandırma gayreti ve söylemi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısı ile 7 Ekim süreci ve Suriye İç Savaşı’nın rejim değişimi ile sonlanmasının sadece bireysel olarak bu ülkelerin iç siyasi ve güç denklemlerinde bir dönüşümü değil aynı zamanda merkezi hükümetlerin daha ön plana çıktığı ve ikili ilişkilerin modern uluslararası ilişkiler gerekçeleri üzerine temellendiği bir anlayış gelişmiştir. Bu durum halen önemli kırılganlıklara ve iç-dış ciddi meydan okumalara sahip olmasına rağmen Lübnan-Suriye arasındaki toplumsal, siyasi, coğrafi ve ekonomik geçişkenliklerin, İran-İsrail gibi bazı bölgesel aktörlerin istikrarsızlaştırıcı eylemlerine karşı, güçlü zeminde inşası, şimdilik söylem zemininde ciddi mesajlar olarak karşımıza çıkmaktadır. İki ülke arasındaki diğer önemli konu ise Dürzi toplumu ile ilgilidir. Hem Lübnan’daki yeni yönetimin, tüm tarafların kaygılarını dikkate alacağına yönelik vurguları ve Suriye’deki yeni rejimin öncül figürlerin farklı dinsel topluluklarla istişareleri, bu konuda da en azından geleceğe dair olumlu mesajlar içermektedir.
Uzun yıllar iç savaş süreçleri ve çeşitli çatışma dinamikleri nedeni ile oldukça tükenmiş durumda olan Suriye-Lübnan hattının içerideki ve dışarıdaki olumlu atmosfere rağmen İran kadar İsrail tarafından da istikrarsızlaştırılma olasılığı sürmektedir. İsrail’in Suriye’nin Golan Tepelerindeki işgal rejimini genişletme girişimleri ile Güney Lübnan’daki ateşkes ihlalleri, her ne kadar Lübnan’daki yeni yönetime olumlu mesajlar göndermesine rağmen ciddi bir açmaz olarak varlığını sürdürmektedir. Ayrıca her ne kadar İran-Hizbullah etkisinin Suriye’de zayıflayan hegemonyasından memnun kalsa da yeni rejimin Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap dünyası ve Sünni ülkelerle yoğun dinamizm içerisine girmesi ve Türkiye’nin Suriye sahasında merkez ülke olarak yerini alması, İsrail cephesinde farklı kaygıları beraberinde getirmiştir. Sonuç itibari ile Doğu Akdeniz’deki enerji, hukuk ve siyasi alanda cereyan eden çekişmeleri şekillendirme potansiyeline sahip ve Levant’ta değişen bölgesel-yerel aktör güç dengelerine işaret eden Lübnan’daki iç-dış siyasetteki değişimler ve Suriye’deki rejim değişimi, Filistin sorunundan Suriye ile ilişkilere ve İran’ın bölgesel konumuna kadar pek çok alana etki etmiştir. Bu durumu öncelikle tecrübe eden ülkelerden Lübnan, bir yılı aşan Hizbullah-İsrail savaşı sonrasında İran-Hizbullah etkisinin sınırlanmasına, Maruni oluşumların daha bütüncül tavır sergilemesine şahit olmuş ve böylece Körfez’in etkisinin arttığı yeni dönemde Suriye-İran geleneksel hattı ve Türkiye gibi merkez ülkelerle ilişkilerinde farklı söylemler benimsemiştir.