Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), 1998’de imzalanan ve 2002’de yürürlüğe giren uluslararası antlaşma ile kurulmuştur. Mahkeme, Kurucu Antlaşması’nda sıralanan “savaş suçları”, “insanlığa karşı suçlar”, “soykırım” ve/veya “saldırı suçu” işlediğinden şüphelenilen kişileri yargılama yetkisine sahiptir. İnsanlığa karşı suçlar ve soykırım, silahlı çatışma dönemleri dışında da işlenebilen suçlar olsalar da sıralanan suçlar, çoğu kez silahlı çatışmalar esnasında gerçekleşmektedir. Mahkemenin yargı yetkisi, kurucu antlaşmayı onaylayıp taraf olan devletlerin vatandaşlarını veya bu devletlerin ülkesinde suç işlediği iddia edilen herkesi kapsamaktadır.
UCM, 2015’ten bu yana Filistin ülkesinde; savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırı suçu işlediğinden şüphelenilenleri incelediği ve soruşturduğu bir süreç yürütmektedir. Filistin devleti, 1 Ocak 2015’te, Mahkeme’den “işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere” Filistin ülkesinde suç işleyenlerin soruşturulmasını ve yargılanmasını talep etmişti. Filistin devleti, aynı yıl Mayıs’ta Mahkeme kurucu antlaşmasına taraf devletlerden birisi haline de geldi ve 22 Mayıs 2018’de Roma Statüsü'nün 13(a) ve 14. maddeleri uyarınca, 13 Haziran 2014'ten bu yana devam eden durumu, herhangi bir bitiş tarihi olmaksızın Savcıya iletti.
UCM Savcısı Karim Khan’ın (Kerim Han) başvurusu üzerine Ön Yargılama Dairesi I'in 5 Şubat 2021'de Mahkemenin cezai yargı yetkisini kullanabileceğine ve yargı yetkisinin Filistin’in işgal atındaki toprakları Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'e kadar uzandığına dair kararını açıklamasının sonrasında Savcı, 3 Mart 2021'de Filistin devletindeki duruma ilişkin soruşturmanın açıldığını duyurdu.
7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de ve bu arada Batı Şeria’ya olanlar da Mahkeme’nin yetkisine girmektedir. Savcı bu duruma göre, 7 Ekim’den bu yana Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te olanları da soruşturmaya dahil etmiştir.
Bir şüphelinin yargılanabilmesi için Mahkeme önüne şahsen çıkarılması gerekmektedir. O nedenle savcı, yeterli delil elde ettiğinde kişi hakkında mahkemeden tutuklama kararı çıkarmasını talep etmektedir. Savcı, 20 Mayıs 2024’te HAMAS liderlerinden Yahya Sinvar (HAMAS’ın Gazze’deki lideri), Muhammed Deyf (HAMAS’ın el-Kassam Tugayları olarak bilinen askeri kanadının komutanı), İsmail Heniyye (HAMAS Siyasi Büro Lideri) ve İsrail liderlerinden Binyamin Netanyahu (İsrail Başbakanı) ve Yoav Gallant (İsrail Savunma Bakanı) hakkında tutuklama kararı vermesi için Ön Yargılama Dairesi’ne başvurarak haklarında yakalama kararı verilmesini talep etmişti.
Bu talep özellikle Başbakan Netanyahu’nun ismini içermesi anlamında büyük önem taşımaktaydı. Netanyahu, Gazze’de 7 Ekim 2023’ten beri soykırım düzeyine ulaştığı yaygın kabul gören ağır sivil kıyımların bir numaralı karar vericisi ve sorumlusu olarak biliniyor.
Savcı, HAMAS liderlerine, yalnızca 7 Ekim günü HAMAS’ın gerçekleştirdiği silahlı eylemlere dair suçlar isnat ederken, Netanyahu ve Gallant’ın ise savaş suçlar bağlamında “sivillerin kasten öldürmesi”, “sivillerin aç bırakılması”, “zalimce muamelede bulunulması”, “saldırıların kasıtlı olarak sivil nüfusa yönlendirilmesi” suçlarını saymış, insanlığa karşı suçlar olarak, “açlıktan kaynaklanan ölümler de dahil olmak üzere, imha ve/veya cinayet”, “zulüm ve diğer insanlık dışı eylemler” gibi suçları sıralamıştı. Savcı, İsrail’in “açlığı sistematik bir savaş aracı olarak” kullandığına özel bir vurgu yaparak, insanlığa karşı suçların İsrail devlet politikası uyarınca Filistinli sivil nüfusa yönelik yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiğini vurgulamıştı.
Mahkeme’nin Kararı
Mahkeme’nin üç yargıçtan oluşan Ön Yargılama Dairesi, Savcı’nın talebinden yaklaşık 6 ay sonra 21 Kasım 2024’te kararını açıkladı. Daire o tarihte iki ayrı karar açıklamış oldu. Bunlardan birisi Muhammed Deyf hakkında yakalama kararıdır. İkincisi ise İsrail devletinin yargı yetkisine ilişkin itirazlarını reddettiği ve Binyamin Netanyahu ve Yoav Gallant için tutuklama emri çıkardığı kararı olmuştur.
HAMAS liderlerinden Haniye ve Sinvar’ın hayatta olmadıkları tespit edildiğinden Haniye ve Sinvar hakkında herhangi bir karar açıklamamıştır. Ancak Daire, Muhammed Deyf’in hayatta olup olmadığına dair kesin bilgi bulunmadığını belirterek yakalama kararı verdiğini açıklamıştır. HAMAS liderleri ile ilgili suçlama, 7 Ekim 2023 günü gerçekleşen HAMAS eylemleri ile ilgili olduğundan, Deyf’in yakalama kararına esas teşkil eden suçlar da yalnızca 7 Ekim 2023 günü ve özellikle de sivillerin hedef alınması ve rehin alınması ile ilgili “savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar” olarak beyan edilmiştir.
Ön Yargılama Dairesi’nin asıl dikkat çeken kararı, Netanyahu ve Gallant ile ilgili oy birliği ile verdiği tutuklama kararı olmuştur. Daire, en az 8 Ekim 2023'ten Savcılığın tutuklama emri başvurusunda bulunduğu 20 Mayıs 2024'e kadar, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları nedeniyle Binyamin Netanyahu ve Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmıştır.
Kararda ele alınan ilk önemli husus, İsrail’in Mahkeme’nin İsrail vatandaşlarını yargılamaya yetkisi olmadığı ve tutuklama emri veremeyeceğine dair iddiası olmuştur. Divan, Netanyahu ve Gallant'ın iddia edilen davranışlarının Mahkeme'nin yargı yetkisine girdiğini ve daha önceki kararında (Şubat 2021) Mahkeme'nin yargı yetkisinin Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü de kapsadığını, ayrıca Filistin’in Mahkeme’nin yargı yetkisini geçerli bir şekilde tanıdığını, bu nedenlerle Filistin topraklarında suç işlediği iddia edilen İsrail vatandaşlarını da yargılamaya yetkisi olduğunu kararlaştırmıştır.
Öte yandan, Mahkeme’nin Kurucu Antlaşması’nın 19. maddenin 2. paragrafı gereği yakalama kararı bağlamında daha karar vermeden İsrail’in Mahkeme’nin yargı yetkisine itiraz edemeyeceğini ve kararının, davaların daha sonraki aşamalarında yargı yetkisi ve kabul edilebilirlik konularının ele alınmasını engellemeyeceğini de ifade etmiştir.
Daire’nin bir başka önemli tespiti, Gazze’de yaşanan saldırılara genel anlamda uluslararası silahlı çatışmalar hukukunun ve özelde uluslararası insancıl hukukun uygulanacak hukuk olduğunu belirtmiş olmasıdır. Bu durum aslında HAMAS’ın bir terörist örgüt olmaktan ziyade İsrail karşısından çatışan bir taraf olduğunu, bu nedenle de bu eylemlerin Mahkeme’nin yargı yetkisine girdiğini ima etmiş olmaktadır. Ayrıca İsrail’in, Gazze’de işgalci güç olduğu ve sivilleri hedef aldığı için saldırıların uluslararası olmayan bir yönü de bulunduğunu ama genel olarak HAMAS ve İsrail arasındaki silahlı eylemlerin uluslararası nitelikli çatışmalar olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenlerle 1949 Cenevre Sözleşmelerinin her iki açıdan da, yani hem iç çatışmalara dair hem de uluslararası çatışmalara dair kurallarının uygulanır olduğunu belirtmiştir.
Daire’nin kararının en ön plana çıkan yanı, ilgili eylemlerin gerçekleştiği tarihte İsrail başbakanı olan Netanyahu ile eylemlerin gerçekleştiği tarihte İsrail savunma bakanı olan Gallant'ın her birinin, eylemleri başkalarıyla birlikte işledikleri için suç ortağı olarak aşağıdaki belirtilecek suçlara ilişkin cezai sorumluluk taşıdıklarına karar verdiğini, bunun için makul gerekçeler bulunduğunu, bunlar arasında savaş suçu olarak “aç bırakma” ve insanlığa karşı suçlar olarak “öldürme, zulüm ve diğer insanlık dışı eylemlerin” başta geldiğini ifade etmiştir.
Spesifik suçlar bağlamında her iki şahsın da Gazze'deki sivil halkı en az 8 Ekim 2023 ile 20 Mayıs 2024 tarihleri arasında yiyecek, su, ilaç ve tıbbi malzemeler ile yakıt ve elektrik gibi hayatta kalmaları için vazgeçilmez unsurlardan kasıtlı ve bilerek mahrum bıraktıklarına inanmak için makul gerekçelerin bulunduğunu değerlendirmiştir. Daire, bu eylemlerin insani yardım kuruluşlarının Gazze'deki ihtiyaç sahibi nüfusa gıda ve diğer temel ihtiyaçları sağlama kabiliyetinin bozulmasına yol açtığını, insani yardım operasyonlarına erişime getirilen kısıtlamalar için uluslararası insancıl hukuk kapsamında açık bir askeri ihtiyaç veya başka bir gerekçenin tespit edilemediğini belirtmiştir. Bu nedenle Daire, Netanyahu ve Gallant'ın savaş suçu olarak açlığı kullandıklarına dair makul gerekçeler bulunduğu sonucuna vardığını belirtmiştir.
Ayrıca İsrail’in uluslararası toplumun baskısına veya ABD'nin taleplerine bir yanıt olarak Gazze'ye insani yardıma izin verdiğinde bile koşullu ve kısıtlanmış olduğunu belirtmiştir. Kısıtlı izin kararlarının dahi uluslararası insani hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmek veya Gazze'deki sivil halkın ihtiyaç duyduğu mallara yeterli şekilde ulaşmalarını sağlamak amacı güdülmediğini de belirtmiştir. Ama her durumda insani yardımdaki artışların, nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olmadığını vurgulamıştır. Sonuç olarak Daire, Netanyahu ve Gallant'ın savaş yöntemi olarak açlığı kullanma savaş suçundan cezai sorumluluk taşıdıklarına inanmak için makul gerekçeler bulunduğu sonucuna varmıştır.
Yiyecek, su, elektrik ve yakıt ile belirli tıbbi malzemelerin eksikliğinin, Gazze'deki sivil nüfusun bir kısmının yok olmasına yol açacak şekilde hesaplanmış yaşam koşulları oluşturduğuna ve bunun sonucunda yetersiz beslenme ve susuzluk nedeniyle çocuklar da dahil olmak üzere sivillerin ölümüne yol açtığına inanmak için makul gerekçeler bulunduğunu da tespit etmiştir. Bu bağlamda, bu kurbanlarla ilgili olarak insanlığa karşı işlenen kasten öldürme suçunun işlendiğine inanmak için makul gerekçeler olduğunu tespit ettiğini belirtmiştir.
İmha suçu (crime of extermination) açısından spesifik bir değerlendirme de yapmıştır. Daire; yiyecek, su, elektrik ve yakıt ile belirli tıbbi malzemelerin eksikliğinin, Gazze'deki sivil nüfusun bir kısmının yok olmasına yol açacak şekilde hesaplanmış yaşam koşulları oluşturduğuna ve bunun sonucunda yetersiz beslenme ve susuzluk nedeniyle çocuklar da dahil olmak üzere sivillerin ölümüne yol açtığına inanmak için makul gerekçeler bulunduğunu belirlemiştir. Ancak, Savcılığın 20 Mayıs 2024'e kadar olan dönemi kapsayan sunduğu delillere dayanarak, insanlığa karşı işlenen imha suçunun tüm unsurlarının karşılandığını belirleyemediğini dile getirmiştir. Daire burada niyetin imha etmek olduğuna dair yeterli delilin sunulmadığını ima etmiştir denebilir. Ancak, bu tespitin Savcı’nın 20 Mayıs’a kadar sunulduğu deliller bağlamında yapıldığını, bundan sonraki süreçlerde yeni deliller ışığında farklı değerlendirmeler yapılabileceği de unutulmamalıdır.
Öte yandan Daire, mağdurlarla ilgili olarak insanlığa karşı işlenen kasten öldürme suçunun işlendiğine inanmak için makul gerekçeler olduğunu da tespit ettiğini ifade etmiştir. Özellikle anestezikler ve anestezi makineleri olmak üzere tıbbi malzemelerin ve ilaçların Gazze'ye girmesini kasıtlı olarak sınırlayarak veya engelleyerek, bu iki kişinin ayrıca tedaviye ihtiyaç duyan kişilere insanlık dışı eylemler yoluyla büyük acılar çektirmekten de sorumlu olduklarını, doktorların, anestezi olmadan yaralı kişileri ameliyat etmeye ve çocuklar da dahil olmak üzere uzuv kesmek zorunda kalmalarına ve/veya hastaları sakinleştirmek için yetersiz ve güvenli olmayan yöntemler kullanmak zorunda kalmalarına ve bunun da bu kişilerin aşırı acı ve ıstırap çektirdiğine neden olduğu belirtilmiştir.
Ayrıca, belirtilen eylemlerin, Gazze'deki sivil nüfusun önemli bir bölümünü yaşam ve sağlık hakları da dahil olmak üzere temel haklarından mahrum bıraktığını ve nüfusun siyasi ve/veya ulusal gerekçelerle hedef alındığına inanmak için makul gerekçelerin bulunduğunu, bu nedenle, “zulüm” olarak insanlığa karşı suçların işlendiğini tespit ettiğini de vurgulamıştır.
Bazı Önemli Değerlendirmeler
HAMAS’ın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği askeri operasyonun akabinde, Gazze’ye ve orada yaşayan 2 milyondan fazla sivil Filistinliye karşı insanlık tarihinin gördüğü en ağır ve acımasız saldırıları başlatan, bir yıldan fazla bu saldırıların devam etmesini sağlayan, benzeri saldırıları Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’ya yayan ve halen İsrail başbakanı olan Netanyahu ve onun savunma bakanı Gallant hakkında, yeterli suç şüphesi uyandıran deliller temelinde yakalama kararı çıkarılması, uluslararası toplum adına büyük bir adımdır.
Bu önemli adımı önemsemek gerekir. Bu iki kişinin ve belki de haklarında soruşturma açılıp yakalama kararı çıkarılabilecek diğer İsraillilerin yargılanabilmesinin olmazsa olmaz unsuru, bu kişilerin şahsen Mahkeme önüne çıkarılması olduğunda, bunların fiilen yakalanıp Mahkeme önüne çıkarılmasının ilk önemli adımı yakalama kararının çıkarılmasıdır.
Kişilerin yakalanıp Mahkeme’ye teslim edilmesi için hangi pozisyonda olduklarının bir önemi bulunmamaktadır. Netanyahu’un başbakanlık görevi halen devam ederken, Gallant’ın savunma bakanlığı görevi sonra ermiştir. Görevin devam etmesi, yakalanmasına uluslararası hukuk bağlamında bir engel değilken, başbakanlığının devamı, bu süreci fiilen zorlaştıran bir unsur olabilir. Başbakanlığından sonra yurt dışı seyahatlerinin kendisi açısından riskli hale gelebileceği düşünülebilir.
Mahkeme Kurucu Antlaşması’nın 86. maddesine göre taraf devletler, bu statü hükümlerine uygun olarak, Mahkeme’nin yargı yetkisine giren suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında, Mahkeme ile tam iş birliği yapmak yükümlülüğü altındadırlar. Ayrıca 89. maddesinin 1. paragrafına göre Mahkeme, bir kişinin tutuklanması ve teslimi talebini, ilgili materyalle birlikte, söz konusu kişinin bulunabileceği herhangi bir devlete iletebilir ve söz konusu devletin söz konusu kişinin tutuklanması ve teslimi konusunda iş birliği yapmasını talep eder. Taraf devletler, bu hükümlere ve ulusal hukuklarındaki usule uygun olarak, tutuklama ve teslim taleplerine uymak yükümlülüğü altındadırlar.
Kararın bir başka önemli yanı, esasen Netanyahu ve Gallant hakkında soykırım ya da en azından imha suçuna dayanılması beklenirken bunların olmamasıdır. Ancak Ön Yargılama Dairesi, yalnızca Savcı tarafından sunulan deliller üzerinden karar vermiştir. İleride hem bu kişilere hem de yargılanabilecek diğer İsrail vatandaşlarına, sunulan yeni deliller temelinde bu suçların da isnat edilmesi hâlâ mümkündür.
Tutuklama kararına ABD ve İsrail başta olmak üzere bazı taraf olmayan devletler tepki gösterseler de, bütün taraf devletler, bu şahıslar ülkelerine geldiklerinde tutuklamak ve Mahkeme’ye teslime etmek yükümlülüğü altındadırlar. Üstelik hakkında yakalama kararı verilen kişinin halen hangi görevde bulunduğunun da bir kriter ya da engel teşkil etmediğini vurgulamak gerekir.
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin tamamının taraf olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurucu belgesi niteliğindeki Roma Statüsü’ne aykırı davranmaları beklenmelidir. Mahkeme Kurucu Antlaşması’na şu an taraf olan 126 ülkenin 33'ü Afrika devletleri, 19'u Asya-Pasifik devletleri, 19'u Doğu Avrupa, 28'i Latin Amerika ve Karayip devletlerinden ve 27'si Batı Avrupa devletlerinden oluşmaktadır. Mahkeme’nin ayrıca bu şahısların tutuklanmasında etkili olabilecek taraf devletlerden de yardım talep etme yetkisine sahip olduğunu ve bu talebin gereğinin imkanlar dahilinde yerine getirilmesi gerektiğini de vurgulamak gerekir.