Ortadoğu, tarihin ilk dönemlerinden itibaren rekabetin odağında yer almıştır. Bölgenin mücadele motifleri değişiklik gösterse de çekişme hep varlığını korumuştur: İlk çağlarda verimli topraklar ön plandayken, Batı sömürgeciliğinin yükseldiği dönemde ise yeraltı zenginlikleri bölgesel rekabetin merkezine oturmuştur. Bugün ise endüstriyel dönüşüm sürecinde fosil yakıtların öneminin azalması, elektrik ve nükleer enerjinin başat enerji kaynakları olarak öne çıkmasıyla bölgenin gelecekteki rolü yeniden tartışmaya açılmıştır. Enerji dönüşümünün ayak sesleri duyulsa da Ortadoğu'da süregelen krizler, bölgedeki büyük güç rekabetinin hâlâ sürdüğüne işaret etmektedir. Bu noktada en önemli soru, bu mücadelenin tarihsel motiflerinin mi değiştiği yoksa büyük güçlerin bölgeye biçtiği jeopolitik kaftanın mı yenilendiğidir.
Ortadoğu’daki Fay Hatlarını İzlemek
Uluslararası kamuoyunda Ortadoğu ile ilişkilendirilen imaj, karbon zengini enerji kaynakları olan petrol ve doğal gaz çerçevesinde şekillenmiştir. Petrol ve doğal gazın Ortadoğu’daki tarihi incelemek için 1907’ye kadar uzanmak gerekmektedir. İngiliz Shell şirketi, 1907'de açık piyasalardaki işlemler sonucu Hollandalıların kontrolüne geçmiş; İngiliz İmparatorluğu, temel enerji kaynağı olarak belirlediği petrol ve türevi ürünleri tedarik etmekten yoksun hale düşmüştür. Bu durum karşısında, Oxbridge coğrafyacıları ve Geological Society araştırmacıları, tarih kitaplarının tozlu sayfalarını taramaya başlamış; Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde geceleri sokakların “neft” ile aydınlatılması tabiri üzerine William Knox D’Arcy başkanlığında Ortadoğu’da petrol arama çalışmalarına başlamışlardır. Nitekim, 1909'da bugün İngiliz Petrolleri (BP) şirketinin atası olan İngiliz-İran Petrol Şirketi (1909’da Anglo-Persian Oil Company ismiyle kurulan şirketin adı 1935’te Anglo-Iranian Oil Company ve 1954’te British Petroleum Company olarak değişmiştir.) kurulmuş ve Basra Körfezi çevresinde petrol arama çalışmaları başlamıştır. Aynı dönemde, adeta petrol sahaları önceden bilinmişçesine İngilizler ve Fransızlar arasında Sykes-Picot Anlaşması (1916) imzalanmış ve günümüz Ortadoğu coğrafyasının çehresi şekillendirilmiştir. İran’da başlayan petrol furyasının 1927'de Irak’a, 1932'de Bahreyn’e ve 1938’de Suudi Arabistan’a yayılması sonrası Ortadoğu’da denklemler, petrol sahaları ve enerji havzaları üzerine kurgulanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemdeki başat gücün el değiştirmesi ile Ortadoğu’da da güç dengesi petrol üzerinden yeniden şekillenmiştir. 1930’larda Amerikan Standard Oil şirketiyle Suudi Arabistan hükümeti arasında imzalanan petrol arama lisans anlaşması derinleştirilerek 1944'te Arap-Amerikan Petrol Şirketi (Aramco) kurulmuştur. Şubat 1945’teyse ABD Başkanı Eisenhower ve Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz ibn Suud, USS Quincy gemisinde bir araya gelmişler ve petro-dolar sisteminin esasları üzerinde mutabık kalmışlardır. Günümüz uluslararası sisteminde Ortadoğu’nun önemi, petrolün işletilmesi ve dağıtılmasından ziyade petro-dolar anlaşmasında yatmaktadır.
ABD’nin başat güç olarak sistemde hareket edebilmesinin en önemli dayanaklarından olan finansal gücü, petrol gelirlerinin ABD merkezli bankalarda işletilmesinde yatmaktadır. Bugün dahi Suudi Aramco’ya yönelik ödemeler Citibank, J.P. Morgan ve Bank of America’ya yapılmakta; Suudi Kamu Varlık Fonu’nun (PIF) sahip olduğu aktifler Goldman Sachs ve Morgan Stanley firmalarının yatırım danışmanlığı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle, Susan Strange’in altını çizdiği Amerikan yapısal gücünün en önemli unsurlarından olan ABD dolarının uluslararası rezerv para birimi ve ABD’nin finansal normları belirleme gücü, Suudi Aramco ve Ortadoğu petrol gelirleri sayesinde sürdürülebilir kılınmaktadır.
Ortadoğu’daki Hareketliliğin Sebebi: Yeşil Dönüşüm
Ortadoğu’nun dünya petrol rezervlerinin yüzde 48’ine ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 38’ine sahip olması, İkinci Sanayi Devrimi’nden bu yana bölgeye önemli bir jeopolitik avantaj sunmuştur. Ancak günümüzde fosil yakıtlardan yeşil enerjiye geçiş çabaları, bölgenin jeopolitik önemini yeniden şekillendirmektedir. Bölgedeki devletler bu değişime iki temel sınama ile yanıt vermektedir. Birincisi, enerji geçişi sürecinin bölgesel ekonomilerde oluşturabileceği dalgalanmalara karşı hazırlıklı olmaktır. Bu doğrultuda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dubai Uluslararası Finans Merkezi ve Suudi Arabistan NEOM projesi gibi projelerle küresel finans merkezleri oluşturma stratejileri geliştirmektedir.
İkinci sınama ise, ABD ve diğer Batılı ülkelerle fosil yakıt merkezli ilişkilerin azalmasının doğuracağı siyasi güç kaybına karşı, bölge ülkelerinin uluslararası konumlarını güçlendirme çabalarıdır. Bu amaçla, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler yeni ticaret yolları oluşturarak çok kutuplu dünya düzeninde öne çıkmayı hedeflemektedir. Örneğin, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC), bu bağlamda Suudi Arabistan ve BAE için önemli bir ekonomik ve jeopolitik dayanak noktasıdır.
Çok Kutuplu Dünyada Yeni Süveyş Kanalları İnşa Etmek
Ortadoğu jeopolitiğindeki yapısal değişimler, bölgenin dünya siyasetindeki önemini azaltmak bir yana, dünya siyasetinde gözlerin daha çok Ortadoğu’ya çevrilmesine zemin hazırlıyor. Halihazırda dünya ticaretinin yüzde 12’sinin geçtiği Süveyş Kanalı’nı barındıran Ortadoğu’da, Süveyş bağlantılı veya Süveyş’e alternatif olabilecek rotaların gündeme getirilmesi, petrol ve türev ürünlerden doğan olumsuzlukları ikame etmenin ötesinde, yeni kurulacak çok kutuplu dünya paradigmasında Ortadoğu’yu merkezi konuma taşıyor. Öyle ki, küresel gelir dağılımı değişmedikçe dünyadaki ticaret akışının yönü de değişmeyecek.
IMF Dünya Ekonomik Görünümü 2023 raporuna göre, dünyadaki gelir düzeyleri 2050’ye kadar aynı yapısal durumu koruyacak. Bu da demek oluyor ki, dünya ticaretinde en azından önümüzdeki 25 yıl boyunca doğudan batıya akış devam edecek. Durum böyleyken, Ortadoğu’daki yeni ticaret yolu girişimleri oldukça jeostratejik ve jeoekonomik bir hamle olarak karşımıza çıkıyor.
Harita 1’de de açıkça görüldüğü üzere, yeni kurulan çok kutuplu dünya düzeninde Ortadoğu’nun konumu belirgin bir biçimde değişiyor. Haritada işaretlenen Basra Kalkınma Yolu, Hindistan–Ortadoğu–Avrupa Koridoru (IMEC), Uluslararası Kuzey-Güney Taşımacılık Koridoru (INSTC) ve Kuşak-Yol Girişimi’nin (BRI) deniz ayağına bakıldığında, Ortadoğu “lojistik” ve “bağlantısallık” üssü olarak ortaya çıkıyor. RAND Corporation’ın Ekim 2024 tarihli raporuna göre, ABD’nin Çin’e karşı izleyeceği ekonomi politikasında Hindistan ve Ortadoğu arasındaki bağlantısallık temel stratejilerden biri olarak önerilmiş durumda. Hindistan–Ortadoğu bağlantısallığı bu kadar vurgulanırken, Mumbai çıkışlı bir diğer yol ise Moskova’ya uzanıyor. Mumbai’den çıkan bu yollar, çok kutuplu dünyanın en temel ilkesini gösteriyor: Sosyokültürel ve tarihi mirasların reddedilip sadece ekonomik çıkarların gözetilmesi. Tam da bu noktada, Ortadoğu’da 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden İsrail soykırımı karşısında bölge devletlerinin neden somut adımlar atamadığı da ortaya çıkıyor. Petrol gelirlerindeki muhtemel düşüş sonrası güçlerini muhafaza etmek isteyen Suudi Arabistan ve BAE açısından, IMEC yeni jeopolitik dengede bu bölgedeki hanedanların ikbali için en önemli dayanak noktası olarak karşımıza çıkıyor.
Bölgedeki bir diğer önemli güç olan İran açısından ticaret yollarındaki değişim incelendiğinde, INSTC yegâne alternatif gibi görünüyor. Uzun yıllardır ABD ve AB ambargosu altında ekonomik açıdan ayakta kalmaya çalışan Rusya ve İran için, ABD ile yakın ilişkiler içerisinde olan Hindistan’a açılan bir kapıya sahip olmak hayati önem arz ediyor. Adeta bir hayat damarı vazifesi görecek bu yolun akıbetini ise Hindistan’ın önümüzdeki günler dış politika tercihlerinin hangi yöne doğru evrileceği belirleyecek.
Bu yollar arasında diğerlerinden ayrışan yol ise Türkiye’nin öncülüğünde inşa edilen Basra Kalkınma Yolu. Diğer yolların isimlerine baktığımızda, kalkınmayı bir yana bırakın, tarihi miras ve toplumlar arası ilişkiler dahi göz ardı edilmiş durumda. Ovaköy’den Basra’ya uzanan, bir nevi refah ve tarihi bağların yeniden güçlendirilmesi amacıyla inşa edilen Kalkınma Yolu, bölgedeki istikrarsızlığa son verme potansiyeline sahip. Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana dinmeyen kan ve gözyaşı, bu yol vesilesiyle elde edilen gelir sayesinde Irak’ta bürokrasinin güçlendirilmesi ve bildiğimiz manada modern bir devlet yapısının teşkil edilmesine fayda sağlayabilir. Türkiye açısından bakıldığında, Kalkınma Yolu, 1982’den bugüne terör lanetini saçan PKK/PYD’nin kökünün kazınabilmesi için büyük bir fırsat sunuyor. PKK terör örgütünün insan kaynağının kurutulması için bölge halkının refahının artırılması, ulaşılması gereken hedefler arasında yer alıyor. Büyük güç mücadelesinin kızıştığı küresel sistemde, beklenmedik bir durumdan ötürü aktörlerin herhangi bir ekonomik kayba tahammülleri yok denecek kadar az ve Kalkınma Yolu projesi bir nevi ilaç vazifesi görebilir. 2021’deki “Ever Green” kazası sonucu küresel ekonomide günlük 9,6 milyar ABD doları kaybedilmesiyle sadece Mısır ekonomisi etkilenmemiş; küresel piyasalarda enflasyonist risklerin artması, halk ayaklanmalarının da tetiklenmesine zemin hazırlamıştı. Bu minvalde, Asya-Avrupa bağlantısallığında Kalkınma Yolu, dünya ekonomisinin Süveyş gibi dar bir geçide mahkum olma zorunluluğunu ortadan kaldırabilir.
Sonuç
Ortadoğu’nun jeopolitiğinde enerjiden lojistiğe kayan yeni dengeler, bölgenin küresel ekonomideki rolünü yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. Fosil yakıtların önemi azalırken, alternatif ticaret yolları bölgeyi daha stratejik bir konuma oturtmaktadır. Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC), Kuzey-Güney Taşımacılık Koridoru ve Türkiye’nin Basra Kalkınma Yolu gibi projeler, Ortadoğu’yu çok kutuplu dünyanın bağlantı merkezi yapma potansiyeline sahip. Bu dönüşüm, bölge devletlerinin ekonomik ve siyasi varlıklarını koruma çabalarını öne çıkarırken küresel ticaretin yeniden şekillenmesine de vesile olabilir.