“… 'Neden tüm dünyaya ya da en azından ABD'ye karşı savaş açmak istiyorsunuz?' diye sormuşsun. Biz böyle bir şey istemiyoruz. Ülkemizde hiç kimse, ne işçiler, ne köylüler, ne yazarlar, ne doktorlar, ne yetişkinler, ne çocuklar, ne de hükümet üyeleri, ne büyük ne de küçük bir savaş istemiyor.
Barış istiyoruz. Yapmakla ilgilendiğimiz başka şeyler var: Buğday ekmek, ülkemizi inşa etmek, yeni buluşlar yapmak, kitap yazmak ve uzaya gitmek. Kendimiz ve gezegenin tüm halkları için barış istiyoruz. Çocuklarımız ve senin için Samantha”
15 yıl süren “Devlet Güvenlik Komitesi – KGB” Başkanlığı’nın ardından Kasım 1982’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreterliği’ne getirilen Yuri Andropov, göreve gelişinin ardından ABD’nin Maine eyaletinden kendisine mektup yazan 10 yaşındaki Samantha Smith’e cevaben bu satırları kaleme almıştı.
Birinci Soğuk Savaş, her ne kadar Arap ve İslam coğrafyasında SSCB destekli Arap milliyetçisi rejimler ile ABD-İngiltere destekli Körfez hanedanları arasındaki ilişkileri zehirlemiş olsa da İki Kutuplu Dünya Düzeni ile SSCB’nin varlığı, Ortadoğu’daki dengeler açısından hayati önem arz ediyordu. Bugün, G-7 ülkelerinin sınırsız desteği, İsrail’in Gazze’ye yönelik pervasızca yürüttüğü soykırımdaki en önemli motivasyon kaynağı. Ve bu desteğe karşı hiçbir caydırıcı ve dengeleyici gücün olmamasının eksikliğini çekiyor uluslararası toplum. İsrail saldırısının ilk 45 gününde yaşamlarını yitiren 5 binden fazla Filistinli çocuğun, ABD vatandaşı Samantha gibi mektup yazacakları bir liderin olmaması, güncel jeopolitik sorunların kaynaklarından biri haline geldi.
Moskova’nın Caydırıcılığı Filistin’i de Koruyordu
1991’de Sovyetler Birliği’nin parçalanmasına paralel olarak Moskova yönetiminin Latin Amerika, Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki nüfuz alanlarını terk etmesi, zaten bıçak sırtında ilerleyen dengeleri de alt üst etti. Doğanın boşluk kabul etmemesi prensibine uygun olarak ABD ve Batı Avrupa devletleri bu alanlara, 18’inci yüzyıldan kalma sömürgecilik pratikleriyle yeniden adım atarken, Çin Halk Cumhuriyeti de oyuna katıldı. Rusya, ilerleyen yıllarda Wagner özel ordusu gibi enstrümanlarla eski nüfuz alanlarına dönmek için gecikmiş hamleler yapsa da Ukrayna’nın topyekun işgal girişimi, bir başka kırılma noktasını teşkil etti. Rusya’nın konvansiyonel askeri gücünün yetersizliğinin gün yüzüne çıkması, bir domino etkisini tetikledi. Orta Asya’da ve Kafkaslar’da Rus hegemonyasını terk etmek için yeni bir hareketlenme başladı. Ortadoğu’da ise başta Suudi Arabistan olmak üzere ABD hegemonyasını dengeleme ve ekonomik faaliyetlerini çeşitlendirme gayretindeki ülkelerin başlattıkları arayışlar ön plana çıktı. Çin Halk Cumhuriyeti, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarıyla, Avrupa limanlarına ulaşan ticaret yollarını güvenlik altına almak için Rusya’dan boşalan alanlara doğru hareketlendi. Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasına vesile olan Pekin yönetimi, Haziran 2023’te Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı, Eylül’de ise Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i misafir etti. Ancak jeopolitik fay hatlarındaki bu yoğun hareketliliğe ve kırılmalara rağmen, Filistin halkını ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Birinci Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği kadar sahiplenecek, aynı zamanda nükleer caydırıcılığa sahip bir inisiyatif ufukta görünmüyor.
SSCB Ortadoğu’daki Her Krizin Başrolündeydi
Oysa, Sovyetler Birliği, Birinci Soğuk Savaş’ın ilk tehlike çanlarını çaldıran 1946’daki “İran Krizi”nden itibaren Ortadoğu’daki her önemli gelişmenin içerisinde yer almaktan, dahası bir başrol edinmekten asla geri durmamıştı. 1956’daki Süveyş Krizi sırasında Fransa-İngiltere-İsrail üçlüsünün, Mısır Cumhurbaşkanı Nasır tarafından millileştirilen Süveyş Kanalı’na saldırıları ve İsrail’in Sina Yarımadası ile Tiran Geçidi’ni ele geçirme planı, SSCB’nin nükleer caydırıcılığı sayesinde püskürtülmüştü. 1967 Arap-İsrail Savaşı, 1970 Ürdün Krizi, 1973 Arap-İsrail Savaşı, her ne kadar Moskova’nın müttefiklerinin mağlubiyetleri ile sonuçlanmış olsa da SSCB’nin nihai safhadaki nükleer caydırıcılığı olmasa, Ortadoğu haritası bugünkünden çok farklı olabilirdi. İsrail karşısında bu savaşlara katılmış olan taraflar, çok erken tarihlerde haritadan silinebilirlerdi.
Moskova’nın Savunması Doğu Akdeniz’den Başlıyordu
Sovyetler Birliği, henüz 1960’ların başında Küba Füze Krizi’nin hemen akabinde, Arap-İsrail çatışmalarının bu çatışmalara müdahale için bölgeye koşan ABD donanmasının Doğu Akdeniz’de kendi güvenliği açısından da doğrudan tehdit oluşturduğunu tespit etti. Çünkü 1962’deki Küba Füze Krizi’ni takiben 1963’te Türkiye’deki Jüpiter füzelerini de çeken ABD, bölgeye yeni silahını transfer ediyordu. Nükleer başlıklı balistik füze taşıyan USS Sam Houston (SSBN 609) denizaltısı 14 Nisan 1963 günü İzmir limanına girince, Kremlin’de alarm zilleri çaldı. Bu denizaltıdaki füzeler, 2 bin 800 kilometre menzilleriyle Moskova başta olmak üzere SSCB’nin batısındaki tüm stratejik hedefleri Doğu Akdeniz’den vurma kapasitesine sahipti. Sovyetler Birliği, Doğu Akdeniz’deki ABD-NATO tehdidine karşı “Beşinci Operasyonel Filosu”nu kurdu. Sovyet donanması artık 1967 ve 1973 savaşları sırasında ABD donanması ile Doğu Akdeniz’de saklambaç oynamaya hazırdı. Sovyetler, Mısır’ın İskenderiye limanı ile Suriye limanlarını kullanabilmek için Filistin meselesinde doğal olarak İsrail’in karşısında konumlandı. Sovyetler Birliği’nin 1991’de tarih sahnesinden çekilmesi, yalnızca Avrupa’daki askeri dengeleri değiştirmekle kalmadı. Sovyetlerin diplomatik ve savunma desteğiyle ayakta duran kaleler de yıkılmaya başladı.
Soğuk Savaş’ın Sonu Filistin’i Destekleyen Liderlerin de Sonu Oldu
Önce Irak, ardından Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın İsrail kuşatması altında kalması ve süreci takiben ölümü ve Libya… Suriye’deki Esed yönetimi ise 2014’te yıkılmanın eşiğine gelmişken, Rusya’nın dengeleri kökten değiştiren desteğiyle ayakta kalmayı, en azından şimdilik, başardı. Ukrayna ile giriştiği savaş sebebiyle donanmasını Karadeniz’den çıkaramayan, Baltık, Kuzey Denizi ve Pasifik’teki filolarını da bu bölgelerdeki gelişmeler nedeniyle Akdeniz’e kaydırması mümkün olmayan Rusya, Filistin halkını geçmişte olduğu ölçüde korumaktan uzak. Üstelik bölgede etkili bir devlet düzeyinde müttefiki de yok. Libya’nın doğusuna General Hafter aracılığıyla tutunmaya çalışırken, Suriye’de desteklediği Esed yönetiminin Şam ve Akdeniz kıyı şeridi haricinde sözü geçmiyor. Bu şartlar altında Rusya’nın elinden gelen 18 Ekim 2023 günü, ABD’ye kıyasla bir nebze önde olduğu hipersonik füze tehdidini Doğu Akdeniz’deki Amerikan donanmasına karşı gündeme getirmek oldu. “Bu bir tehdit değil. Talimatlarım doğrultusunda Rusya Uzay ve Hava Kuvvetleri, Karadeniz’in uluslararası hava sahasında kalıcı şekilde devriyelere başlayacak. Ve bu görev Kinzhal füzeleri ile donatılmış MiG-31 savaş uçakları tarafından gerçekleştirilecek. Vurgulamalıyım ki bu bir tehdit değil. Fakat Akdeniz’de neler olup bittiğini silah sistemlerimizle de gözlemleyeceğiz.” Rusya Devlet Başkanı her ne kadar cümlesine, bunun bir tehdit olmadığını vurgulayarak girmiş olsa da uluslararası toplum mesajın içeriğini ve varabileceği noktaları hesap etti. Rusya, 18 Ekim’de Putin tarafından dile getirilen bu caydırıcılık söylemine ilerleyen günlerde, nükleer silah kapasitesini ve caydırıcılığını daha da artıracağına işaret eden başka hamleler ekledi. Peki, tökezlediği aşikar olan bu süper gücün, artık Filistin halkı için geçmişteki düzeyde bir koruma kalkanı sağlaması mümkün mü?
BRICS Ülkeleri SSCB’nin Boşluğunu Doldurabilecek mi?
Rusya’nın bu konuda yeterli olup olmayacağının yanıtı bir bakıma 21 Kasım günü verildi. Amerikan dolarının küresel hakimiyetine karşı bayrak açan BRICS grubunun 4 ana aktörünün devlet başkanları, bu defa Gazze’ye yönelik İsrail saldırısının durdurulması çağrısıyla video konferans aracılığıyla bir araya geldiler. Burada karşı cephedeki G-7 grubuna mesaj vermenin sorumluluğunu, Haziran’da Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Pekin’e davet edilmesinde olduğu gibi Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping yüklendi.
İsrail’in Gazze saldırısı, yalnızca G-7 ülkeleri ile dünyanın geri kalanı arasında oluşan çatlağı sergilemesi açısından bir turnusol kağıdı işlevi görmekle kalmadı. “İkinci Soğuk Savaş”ın başrol oyuncularının tespit edilmesi açısından da belirleyici bir işlev yüklendi. Yeni dönemde Rusya, NATO ve Avrupa Birliği’nin doğuya ilerleme çabasını göğüsleme görevini üstlenirken, ABD ile küresel anlamda baş başa güreşme misyonunu üstlenecek tarafın Çin Halk Cumhuriyeti olacağı da açıklık kazanmış oldu.