Kriter > Dış Politika |

Oryantalizmi Yeniden Hatırlamak


Batı’nın, İslam toplumlarının şahsında Doğu’ya dair rahatsız edici ve süreklilik arz eden yaklaşımının, yüzeysel değerlendirme yahut güncel realpolitikle bir yere kadar açıklanabilir olduğu görülüyor. Dolayısıyla bahse konu durumun hasır altı edilen arka planına nüfuz edebilmek adına evvela modern Batı’nın, Doğu’ya yönelen müesses tavrını oryantalizm başlığı altında yeniden hatırlamak ve daha ciddi sorgulamalar üzerinden derinlikli bir biçimde kavramak gerekiyor.

Oryantalizmi Yeniden Hatırlamak
John Frederick Lewis otoportre

İngiliz oryantalist ressam John Frederick Lewis’in kendisini Doğu kıyafetleriyle Kahire’nin Han El Halili Çarşısı'nda resmettiği otoportre.

(Söz konusu otoportre, oryantalizmin “Batı’nın Doğu’ya bakışı”ndan ziyade “Batı’nın Doğu aynasından kendisine bakışı”na karşılık geldiğine bilinç dışı düzeyde bir göndermede bulunur.)

Fotoğraf Kaynak: wikiart.org https://l24.im/cvgeQD

 

Şairin dediği üzere, “her şey biz yaşarken oldu”. İsrail’in 7 Ekim 2023’te Filistin’e (Gazze) yönelik başlattığı insanlık dışı saldırıların üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti. Bu zaman zarfında başta okullar ve hastaneler olmak üzere sayısız sivil kurum hedef alınarak Gazze şehrinin altyapısı bütünüyle çökertildi. 43 bin Filistinli, bombalar ve kurşunların hedefi olarak can verdi. Ölenlerden 17 bini çocuk, 12 bini ise kadındı. Böylece Gazze, gözlerimizin önünde açık hava hapishanesinden kadın ve çocuk mezarlığına dönüştü. Yüz binden fazla Filistinlinin yaralandığı, bir buçuk milyonunun da mülteci kamplarına sığınmak durumunda kaldığı bu saldırılara yönelik Batı kamuoyunun çeşitli çevrelerinden cılız itirazlar ve protesto sesleri yükselse de İsrail’in cüretini kırma salahiyeti bulunan büyük Batılı devletlerden hiçbiri, halihazırda devam eden bu zulme yönelik bir kınama mesajı dahi yayımlamadı. Aksine, başta ABD olmak üzere birçok Batılı devlet, son bir yılda İsrail’e siyasi ve askeri desteğini sürdürdü yahut artırdı. Öyle ki, İsrail saldırganlığının bu sayede Lübnan’a sıçrayacak bir cesaret zemini elde ettiği görüldü. Bu noktada, Batılı devletlerin bahse konu desteğine yönelik şaşkınlığın, İsrail saldırılarına yönelik hayretle yarıştığından söz etmek gerekir.

Batılı devletlerin geçmişte Irak, Afganistan, Suriye, Mısır, Libya, Cezayir ve daha pek çok İslam ülkesinde “terörizmle mücadele”, “demokrasi”, “insan hakları” ve “medeniyet getirme” gibi gerekçeler öne sürerek gerçekleştirdikleri işgallerin yol açtığı büyük sivil katliamlar, devasa boyutlara varan ekonomik sömürüler, uzun süreli iç savaşlar ve türlü insanlık dramları hatırlandığında, İsrail’in de cüretinin dayanağı olduğu anlaşılan Batılı devletlerin tavrına yönelik hayret daha da artıyor. Bu noktada Batı’nın, İslam toplumlarının şahsında Doğu’ya dair rahatsız edici ve süreklilik arz eden yaklaşımının, yüzeysel değerlendirmeler yahut güncel realpolitikle bir yere kadar açıklanabilir olduğu görülüyor. Dolayısıyla bahse konu durumun hasıraltı edilen arka planına nüfuz edebilmek adına evvela modern Batı’nın, Doğu’ya yönelen müesses tavrını oryantalizm başlığı altında yeniden hatırlamak ve daha ciddi sorgulamalar üzerinden derinlikli bir biçimde kavramak gerekiyor. Dünyada doğru işler yapmanın imkanları her geçen gün daralsa da doğru düşünmenin imkanlarının her zaman bulunabileceğine işaret edebilmek adına burada imkan elverdiği ölçüde modern bir bilgi sistemi olan oryantalizme bir giriş yaparak onun modern Batılı bilinç ile bilinç dışıyla ilişkisinin arka planından söz etmeye çalışacağız.

 

Modern Bir Bilgi Sistemi Olarak Oryantalizm

Oryantalizm kavramı, etimolojik olarak Latince kökenli “Orient” sözcüğünden türemekte olup yaygın kullanımı itibariyle “Doğu Çalışmaları/Bilimleri”ni ifade eder. Aynı kelimeden türeyen “oryantalist” sözcüğü ise en yalın haliyle bu bilimlerle ilgilenen araştırmacıları tarif eder. Böylesi bir tanımlamanın insan zihninde uyandırdığı genel izlenim, oryantalizmin Doğu’nun gerçekliğini ortaya çıkarma amacındaki bilimsel ve akademik bir çalışma alanı olduğu yönündedir. Oysa hakikat bundan oldukça farklıdır. Zira oryantalizm, her şeyden önce Doğu’ya -dışarıdan- adına “Batı” denilen bir toplumun penceresinden bakmakta, böylece Doğu’nun din, toplum, düşünce, bilim, sanat, siyaset, ekonomi, eğitim, hukuk vb. alanlarına yönelik ideolojik değer yüklü bir bakış açısını içermektedir.

Öte yandan, modern bir bilgi sistemi olarak oryantalizmin ortaya çıkışı için net bir tarih vermek gerekirse Fransız ordusunun, Osmanlı toprağı olan Mısır’ı işgal ettiği 1798 yılı en doğru tercih olabilir. Napolyon, ince ayrıntılarla hazırlığını yaptığı bu sefere elli bin kişilik muharip birliğin yanı sıra arkeoloji, kimya, tarih, biyoloji, tıp vb. alanlarda ihtisas sahibi yüz elliyi aşkın bilim insanı ile katılmıştı. Dolayısıyla söz konusu işgal girişiminin, oryantalizmin ortaya çıkışının yanı sıra oryantalizm ile sömürgecilik arasındaki iş birliğine işaret eden önemli bir gelişme olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu seferin verdiği coşkuyla Batılı bilim insanları Doğu üzerine yapılan çalışmaları “rasyonel” bir bilim alanına dönüştürme gayreti içine girecek, böylece oryantalizm, Batı sömürgeciliğinin genişlemesi ve meşrulaştırılması fonksiyonu görerek onun siyasi, kültürel, fikri ve ahlaki değerlerine hizmet eden bir aparatı olarak kullanılacaktı.

Oryantalizmi modern Batılı bir bilgi sistemi olarak tarif etmek gerekirse her şeyden evvel onun Doğu ve Batı arasında ontolojik ve epistemolojik farklılıklara işaret eden bir toplumsal zihniyet olduğundan söz etmek gerekir. Bu çerçevede o, Doğu ile Batı’nın varoluş, düşünüş ve yaşayış biçimleri arasında radikal bir farklılığın var olduğunu iddia eden etno-merkezci bir tavır alışa karşılık gelir. Fakat oryantalizmin, dünyanın Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılması ile sınırlı bir kavram olmadığını fark etmek gerekir. Zira kendisi, “Doğu’ya dair kurgulanan bir söylem” olmanın ötesinde “Doğu” adlı söylemin başından itibaren ait olduğu kapsamlı, derinlikli, planlı ve hegemonik bir bilgi sistemine karşılık gelir. Bu itibarla siyasi, fikri, ahlaki ve kültürel iktidarla ilgili bir söylem bütünü olarak bir değiştirme ve yeniden biçimlendirme arzusunun ifadesi olmanın yanı sıra bilimsel, tarihi, felsefi, sosyolojik, edebi ve estetik metinler üzerinden kalıcı hale getirilmeye çalışılan bir çıkar birliğini temsil etmektedir.

Bir bilgi sistemi olarak oryantalizmin doğrudan kendisi üzerine yapılan yoğun akademik tartışmaların varlığını büyük ölçüde Edward Said’e borçlu olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Filistin direnişine verdiği fiili destekle de bilinen Said’den daha önce oryantalizm üzerine eleştirel metinler kaleme alan yazarlardan söz edilebilmesine karşın hiçbirinin Said kadar yankı uyandırmayı başaramamasının arka planında onun konuya dair bütünlüklü bir teorik arka plan oluşturma gayreti gelir. Her ne kadar kendisi, bir edebiyat eleştirmeni olarak bahse konu teorik arka planı tam anlamıyla kurgulayabilecek donanıma sahip değilse de böylesi bir arka plan okumasının yapılabileceğini göstermesi ve bu arka planın bilgi, iktidar ve hegemonya gibi kavramlarla güçlü bir ilişkisinin bulunduğunu ortaya koyması son derece önemlidir. Bu bağlamda Said’in kurucu bir figür olarak ilgili literatüre en önemli katkısı, 19. yüzyıldan beri “bilimsel” ve “akademik” bir çalışma alanı olarak gösterilmeye çalışılan oryantalist bilgi sisteminin, kalbine gömülü olduğunu düşündüğü politik ve ideolojik kimliği ifşa etmeye yönelik entelektüel bir çaba içine girmesi ve araştırmacıları bu alana yoğunlaşmaya davet etmekteki başarısıdır.

Edward Said, İNFO
Akademisyenliğinin dışında piyanist, siyasetçi, medya uzmanı ve eleştirmen olarak da bilinen Edward Said, 'Şarkiyatçılık' adlı eseriyle, Batı'nın Doğu'ya dair tasvirini bölgede hakimiyet kurma bahanesi olarak kullandığını savundu. (Omar Zaghloul / AA, 25 Eylül 2023)

 

Doğu’yu Doğululaştırmak

Foucaultcu perspektifte bir metin, üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra bir bilgi kümesini üretmekle yetinmez, aynı zamanda ürettiği bu bilgi kümesinin gerçekliğini de üretmeye başlar. Oryantalist bilgi sistemi de benzer bir biçimde Doğu’yu evvela metinler yoluyla inşa eder. Metinler yoluyla inşa edilen oryantalistin Doğu’su, Said’in de işaret ettiği üzere Doğu’nun bizatihi kendisi değil, söylem olarak ürettiği “Doğululaştırılmış Doğu”dur. Bu süreçte “Doğu” artık saf biçimiyle var olmayan veya kimsenin göremediği bir hayalete dönüşürken “Doğulu” kimliği de orijinal karakterini yitirerek Batılı zihin kodları üzerinden baştan oluşturulur. Metinler, muhataplarını gerçeklikten uzaklaştırır, reel varlık alanının dışına çeker, puslu/hayali bir “Doğu” imgesini zihinlere yerleştirir. Said, oryantalist yazarların metinler yoluyla Doğu’yu ifşa girişiminde bulunurken niyetlerinin aksine bir sonuçla kendi toplumlarının zihin dünyalarını ifşa ettiklerinden söz eder. T. Hentsch de benzer biçimde Batı’ya ait Doğu tasavvurunu “ötekinin içinden kendine bilinç dışı bir bakış” olarak ifade eder. Modern Batılı bilinç, kendi ötekisine karşı her tavır alışında kendi etno-merkezci kimliğini ele verir. Böylece modern Avrupa düşüncesini oluşturan ana kaynağın, onun Doğu üzerine geliştirdiği kolektif muhayyilesi olduğu ortaya çıkar. Bu vesile ile oryantalizmin, hayali karakterinin yanı sıra Doğu’dan ziyade Batı dünyası ile ilgili bir mesele olduğu fark edilir.

Batı toplumunun zihin dünyasında kurguladığı Doğululaştırma fikrinin gelişiminde öncü/kurucu katkı, Doğu’ya yolculuk eden Batılı seyyahlar ve onlara ait kültleşmiş edebi eserlerden gelir. Diğer bir deyişle Said’in, “Doğu’yu belgeleme girişiminin sonucu olarak Batı’nın kendisini belgelemesi” olarak nitelediği olayın başrolünde Batılı seyyahlar ve onlara ait metinler bulunur. Zira bu metinler, yazarlarının kişisel görüşlerini yansıtmak yerine Avrupa’nın kolektif muhayyilesi miras alınan görüşlerin bir yansıması biçiminde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla seyahatnameler, Batı toplumunun Doğu’ya yönelik yaklaşımını ele veren metinler olarak karşımıza çıkar. Bu noktada Batılı seyyahların gerçek Doğu seyahatinden önce hayali Doğu seyahatine çıktıklarından söz etmek gerekir. Doğu’ya yapılan seyahatin amacı, hayali Doğu seyahatini doğrulamak suretiyle Batı’nın Doğu hakkında sahip olduğu peşin yargıları pekiştirmektir. Seyahatnameler, zihinlerde üretilen hayali Doğu’nun gerçekte var olduğunun bir delili olarak ileri sürülür. Seyyah, Batılıları Doğu’ya gitme zahmetinden kurtararak kolektif Avrupa kimliğinin zihinlerinde var olan Doğu imgesini bilinçli bir biçimde onaylatır. Dolayısıyla Batılı yazarların Doğu’ya yaptıkları yolculuklar ve bu yolculuklarda kaleme aldıkları seyahatname tarzındaki eserler, Batı toplumunun Doğu hakkında ürettiği bilgiden emin olmak üzere gerçekleştirdikleri bireysel görünümlü kolektif girişimlere dönüşür.

 

Ötekinin Aynasından Kendine Bakmak: Batılı Bilinç Dışı

Said bizlere oryantalist tavır alışın gizli ve açık olmak üzere iki farklı türü olduğundan söz eder. Açık oryantalizm, adından da anlaşılacağı üzere Doğu toplumlarının tarihi, kültürü, sosyolojisi, dilleri ve edebiyatı üzerine müesses bir bakış açısını temsil eden, bilinç düzeyinde algılanan ve görünür olan bir uğraştır. Oysa oryantalizmin bilinç dışı düzeyde gerçekleşen, arzu ve fantezilerden beslenen, dokunulmazlığı olan ve kolay kolay açığa çıkmayan önemli bir başka boyutu daha bulunur. Örtük oryantalizm olarak ifade edilen bu bilinç dışında, arzu ve fantezilerin haricinde; bilinç dışı gerçeklikler, düşler-hayaller, anılar/görüntüler, dürtüler ve korkuların yanı sıra pek çok bastırılmış unsur yer alır. Bu sebeple, mahiyetinde yalnızca Batılı akademisyenleri değil, seyyahları ve edebiyatçıları da içine alan önemli bir genişlik ve derinliğe sahiptir. Oryantalizmin bu karanlık boyutu, hayali Doğu’yu yalnızca bir bilgi nesnesine dönüştürmeye çalışmadığını, aynı zamanda bir arzu ve fantezi nesnesine dönüştürerek onu cinsel imajlar ve hayaller üzerinden yeniden ürettiğini fark etmemize imkan tanır.

“Doğulu kadın” tipolojisine yönelik bilinç dışından taşan duyguları oldukça karmaşık olan modern Batılı seyyahlar/edebiyatçılar, zihinsel tasarımın bir ürünü olan bu kadına acıma, zulmetme onu arzulama yahut küçümseme gibi türlü duygu ve tavırlar arasında adeta dalgalanırlar. Bu dalgalı duygu ve tavır alışların tasvir ettiği “Doğulu kadın” imajlarının ortak noktası ise gerçekçi bir tasvirin oldukça uzağında konumlanmasıdır. 19. yüzyılda Viktoryen çağının “tutucu” olarak tarif edilen ve fakat bir o kadar da çelişik duygulara sahip Avrupa’sı, siyasi ve toplumsal bastırılmanın verdiği kolektif psikolojik gerilimi hayallerde üretilen Doğu’ya dair şehvet ve sapkınlık dolu metinler üzerinden yansıtmaya çalışır. W. Lane’in Manners and Customs of the Modern Egyptians’ı, G. Flaubert’in Oeuvres Complètes’i, G. Courthope’in Memoirs’i, A. Galland’ın 1001 Gece Masalları, R. Burton’un The Perfumed Garden ile 1001 Gece Masalları çevirisi üzerine aldığı notlar ve daha pek çok Batılı metin, Doğulu kadınları iffetsiz, kibirli, zalim, avare, uyuşuk, aklını cinsellikle bozmuş, entrikacı, cadı ve erotik kurbanlar olarak resmetmekle Batı toplumunun zaten hassas olan ve gerçek dışılıktan beslenen zihin dünyasında tuhaf bir gerçek(dışı)lık inşa eder. Oryantalist yazarlar, Batılı kadınlar üzerinden ifade etmeye çekindikleri cinsel olay, durum ve değerlendirmeleri “Doğulu kadınları” kullanarak rahatlıkla kaleme alır ve böylece Viktoryen ahlakçılığın cinsel ikiyüzlülüğü, Doğu üzerine kurgulanan cinsel içerikli aktarımlar üzerinden pekişir.

Said, Doğululaştırma işleminin temelinde yer alan cinsiyetçi yaklaşımın altını çizer ve buradan yola çıkarak bizleri, Batı düşüncesinin eril karakterine odaklanmaya davet eder. Bu kapsamda Batılı toplumların Doğu’ya dair en fazla merak ettiği mekanların başında hükümdar sarayındaki haremin gelmesi şaşırtıcı değildir. Doğu’nun “dişi” olarak tanımlandığı bu yaklaşımın en önemli sembolik varsayımlarından biri de hiç kuşkusuz Doğu ile Batı arasında kurgulanan mutlak eşitsizliktir. Söz konusu sembolik karşılaştırmanın temelinde ise modern Avrupalının Doğu’yu ve Doğulu’yu kendisinden zayıf görme ve gösterme arzusu bulunur. Batı’nın Doğu üzerine bilinçli bir biçimde geliştirdiği hegemonik iktidar stratejilerinin bilinç dışındaki karşılığı olan ve bu bağlamda sömürgeci ilişkilerden bağımsız işlemeyen “Doğulu kadın” üzerine türlü cinsel fanteziler kurgulanır. “Batılı erkek” ile “Doğulu kadının” karşılaşmasını konu alan söz konusu hikayelerde kurbana türlü cinsel saldırılarda bulunulur ve hikaye kurbanın canice katledilmesiyle son bulur. Bir başka örnekte Doğu; zavallı, çaresiz, çekici, himayeye muhtaç köle ruhlu bir kadın, Batı ise güçlü, hakim ve koruyucu bir erkek olarak resmedilir. Fransa’nın Mısır seferinde Doğu, “yatmış vaziyette Bonapart’ı bekleyen bir kadın” şeklinde tasvir edilmek suretiyle bahse konu bilinç dışılık bilinç düzeyine yansımakla kalmaz, aynı zamanda söz konusu işgal ve emperyal ilişki de meşrulaştırılmaya çalışılır. Böylece Doğu, Batı toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda her açıdan olduğu gibi cinsel açıdan da yorumlanır ve bu yorumlar üzerinden birçok bilinç dışı gereksinim karşılandığı gibi mevcut iktidar ilişkileri tahkim edilir.

Bugün İslam coğrafyasının genelinde Batı’nın resmi ve dolaysız işgal politikalarının yerini siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel emperyalizm süreçlerine terk ettiği ifade ediliyor. Buna karşılık söz konusu yüzeysel değerlendirmeler, Batı dünyasının Napolyon’dan bu yana sahip olduğu “Doğu’ya savaş”, “Doğu’yu işgal” ve “Doğu’ya boyun eğdirme” arzularının ortadan kalktığı anlamı taşımıyor. Aksine söz konusu arzu ve fanteziler, Batılı bilinç dışına taşınmış durumda. Günümüzde, sahip oldukları askeri ve ekonomik üstünlüğü, hayali Doğu’yu Doğu’nun realitesine dönüştürmek üzere seferber eden Batı devletlerin, İslam dünyasında bölgesel savaşları ve işgal politikalarını kışkırtmak/desteklemek suretiyle söz konusu bilinç dışı arzuları tatmin etmeye çalıştığı fark ediliyor. Bu bağlamda İsrail devlet aygıtı, Batı’nın geçmişinde yapmaktan hiçbir biçimde çekinmediği fakat günümüzde bilinç dışının derinliklerine gömülü olan Doğu fantezisini hayata geçirmek üzere sahaya sürülmüş tam yetkili bir Napolyon konumunda.

Netice itibariyle İsrail saldırganlığına yönelik ilk bakışta şaşkınlık uyandıran Batı desteğinin, meseleye oryantalizm arka planının eklenmesiyle daha anlaşılır bir çerçeveye kavuştuğu görülüyor. Bu bağlamda İsrail’e yönelik Batı desteğinin arka planında, söz konusu devletin Batılı ülkeler nezdinde güçlü olduğu ifade edilen siyasi lobisinden ziyade Batı’nın İslam dünyasına yönelik zaman zaman bilinç düzeyine taşan kriminal arzularının bulunduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla İslam dünyasının kalbinde bulunan Filistin coğrafyasının, on yıllardır Batı desteğiyle yürütülen ve kalıcı işgali hedefleyen bir vekalet savaşına sahne olduğu söylenebilir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası