Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47. başkanı Donald Trump’ın Gazze’yi ABD toprağı haline getirme ve Filistinlileri zorla topraklarından çıkarma teklifi, dünyada büyük yankı uyandırdı. Nasıl olacağına dair herhangi bir açıklama yapmayan Trump’ın Gazze’yi işgal etme önerisi, Gazze Şeridi’ni ABD toprağı haline getirme ve burada yaşayan 2 milyondan fazla Filistinliyi Mısır veya Ürdün gibi komşu ülkelere zorla yerleştirme planını içermektedir. Bu teklif, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Washington ziyareti sırasında gündeme getirilmiş ve Trump tarafından defalarca tekrarlanmıştır. Trump, Gazze’nin “Ortadoğu’nun Rivierası” olarak yeniden inşasını ve bu süreçte Filistinlilerin bölgeden çıkarılmasını önermiştir.
Birçok uzman tarafından 2. Balfour Deklarasyonu olarak tanımlanan bu plan, uluslararası hukuk ve insan hakları açısından da ciddi tartışmalara yol açmıştır. Bu teklif, uluslararası hukuka aykırı olmasının yanı sıra, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını ihlal etmekte ve etnik temizlik olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, bu plan, 1948’deki Nekbe (Büyük Felaket) sırasında yaşanan kitlesel göç ve yerinden edilme olaylarını hatırlatmakta, bu da Filistinliler ve Arap dünyası için derin bir travmayı tetiklemektedir.
Trump’ın öne sürdüğü bu teklif, özellikle Körfez ülkeleri tarafından kesin bir dille reddedilmiş; ABD müttefiki olmalarına rağmen Körfez ülkeleri Trump’ın bu hukuksuz planını “etnik temizlik” olarak nitelendirmiştir. Dahası, Körfez ülkeleri, İsrail ile normalleşme sürecine rağmen Trump’ın bu teklifine karşı çıkmışlardır. 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in Trump’ın aracılığıyla İsrail’i tanımasının ardından, Suudi Arabistan’ın da benzer bir adım atması bekleniyordu. Ancak Körfez ülkeleri, bu sürece katılmayarak sembolik de olsa Filistin davasına bağlılıklarını göstermişlerdir.
Körfez Ülkelerinin Tepkileri
Körfez ülkeleri, Trump’ın Gazze teklifine karşı birleşik bir cephe oluşturmuş ve bu planı kesin bir dille reddetmiştir. Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkeler, bu planın uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bölgesel istikrarı tehdit ettiğini vurgulamışlar ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını savunarak, zorla göç ettirme planlarının kabul edilemez olduğunu ifade etmişlerdir.
Körfez’de en sert ve beklenmeyen tepki, Suudi Arabistan’dan gelmiştir. Krallık, Biden döneminin sonlarına doğru ABD’nin teşviki ile başlatılan İsrail ile normalleşme sürecini 7 Ekim Aksa Tufanı ile rafa kaldırmıştı. Trump’ın Gazze teklifine ise sert bir tepki koymuştur. Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme sürecinin bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan ilerleyemeyeceğini belirterek, Trump’ın planına karşı çıkmıştır. Suudi Arabistan’ın bu tutumu, bölgedeki dengeleri koruma ve Filistin halkının haklarını savunma yönündeki geleneksel politikasıyla uyumludur. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 2002’de önerdiği Arap Barış Girişimi’ndeki kırmızı çizgilere paralel olarak krallığın başkenti Kudüs olan Filistin devleti olmadan hiçbir barış sürecinde İsrail’i tanımayacağı yönündeki geleneksel kararını yinelemiştir. Bu anlamda Suudi Arabistan’ın eski istihbarat şefi Prens Türki el-Faysal, Trump’ın planını ağır bir şekilde eleştirerek, bunun yerine Gazze’nin yeniden inşası için ABD öncülüğünde bir “Marshall Planı” önermiştir.
Katar da Suudi Arabistan’a benzer şekilde, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını savunarak, zorla göç ettirme planlarının kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir. Filistin davasını özellikle el-Cezire medya kanalı üzerinden dünyaya duyuran Katar, arabuluculuk rolünün yanında Filistin devlet inşası sürecine de diplomatik anlamda destek sunmuş ve Trump’ın Gazze teklifine karşı çıkmıştır.
Kuveyt ve Umman ise Trump’ın planının bölgesel istikrara tehdit oluşturduğunu ve Filistinlilerin haklarının ihlal edildiğini belirtmiştir. Filistin desteğinin toplumsal tabanda ciddi yankı uyandırdığı bir ülke olan Kuveyt’in ve daha çok tarafsız politikalar izlemesine rağmen Trump’ın teklifine karşı çıkan Umman’ın bu politikaları da Filistin davasının halen sembolik de olsa Körfez’deki rejimlerde devamlılık arz ettiğini göstermiştir.
BAE ve Bahreyn, 2020’de İsrail ile normalleşerek Filistin davasına ihanet etmekle eleştirilmiş olsalar da Trump’ın Gazze planına açıktan destek vermemişlerdir. Fakat İsrail’i devlet olarak gören bu iki aktör, Körfez’in diğer aktörleri kadar sert bir tutum içerisinde olmamıştır.

İsrail ile Normalleşmeye Rağmen Neden Bu Kadar Sert Tepki?
Başta BAE ve Bahreyn olmak üzere birçok Körfez ülkesi, son yıllarda İsrail ile normalleşme sürecine girmiş olsa da Trump’ın Gazze teklifine karşı bu kadar sert bir tutum almalarının birkaç temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Trump’ın Gazze teklifinin bölgesel istikrara zarar vereceği düşüncesinin Körfez rejimlerinde hâkim olmasıdır. Rejimlerine yönelik güvenlik endişeleri olan Körfez ülkeleri, Trump’ın teklifinin bölgesel istikrarı ciddi şekilde tehdit edeceğini düşünmektedir. Körfez nazarında Trump’ın Gazze teklifi, Gazze’den zorla göç ettirilecek Filistinlilerin komşu ülkelere yerleştirilmesine, bunun da bu ülkelerde demografik, ekonomik ve siyasi sorunlara yol açabilecek bir gelişme olarak görülmektedir. Özellikle Körfez açısından kritik önemi haiz olan Mısır ve Ürdün, bu planın doğrudan hedefi olarak görülmekte ve bu ülkelerdeki istikrarı tehdit etmektedir. Körfez ülkeleri, bu tür bir istikrarsızlığın kendi sınırlarına da sıçrayabileceğinden endişe duymaktadır. Diğer bir ifade ile Trump’ın Gazze teklifi, Körfez açısından bölgesel güvenlik kaygılarını tetiklemiştir. Buna göre Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi, Ürdün ve Mısır gibi ülkelerde siyasal çalkantılara yol açabilir ve Körfez ülkelerinin bu bölgelerdeki nüfuzunu sarsabilir.
İkinci olarak Trump’ın bu teklifi, Körfez’in Filistin davasına olan sembolik bağlılığını test etmektedir. Filistin meselesi, Körfez ülkeleri için tarihsel ve sembolik bir öneme sahiptir. Bu mesele üzerinden Körfez ülkeleri, uluslararası arenada meşruiyet kazanmakta ve Arap dünyası içindeki liderlik rollerini pekiştirmektedir. Trump’ın teklifi, bu meşruiyeti zedelemekte ve Körfez ülkelerinin Filistin davasına olan bağlılığını sorgulatmaktadır. Bu nedenle, Körfez ülkeleri, Trump’ın teklifine karşı çıkarak, Filistin davasına olan bağlılıklarını göstermek ve Arap dünyası ile uluslararası arenadaki meşruiyetlerini korumak istemektedir. Üçüncü olarak Trump’ın Gazze teklifi, Körfez’de iç siyasi meşruiyet açısından değerlendirilmektedir. Körfez ülkeleri, Trump’ın teklifine karşı çıkarak, iç siyasette meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. Özellikle Suudi Arabistan, bu süreçte Trump’a karşı durarak iç siyasette meşruiyet kazanmakta ve Filistin meselesini bir koz olarak kullanmaktadır. Suudi Arabistan, bu tutumuyla hem iç siyasette hem de uluslararası arenada meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. Diğer bir ifade ile Filistin meselesi, Körfez liderleri için bir meşruiyet aracı olarak görülmekte; Körfez ülkeleri Trump’a karşı çıkarak iç kamuoyunda popülerliklerini artırma stratejisi izlemektedirler.
Dördüncü olarak Trump’ın teklifi, Körfez’in uluslararası ittifakları ve diplomatik manevra alanı açısından da önemlidir. Nitekim Körfez ülkeleri, Trump’ın teklifine karşı çıkarak, uluslararası ittifaklarını güçlendirmeyi ve diplomatik manevra alanlarını genişletmeyi hedeflemektedir. Özellikle Suudi Arabistan, bu süreçte ABD’ye karşı alternatif ittifaklar oluşturmayı ve uluslararası arenada göreceli bağımsız bir politika izlemeyi hedeflemektedir. Bu strateji, Körfez ülkelerinin bölgedeki liderlik rollerini pekiştirme ve uluslararası arenada daha etkili bir politika izleme çabasının bir parçasıdır.
Suudi Arabistan’ın Tutumu
Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze teklifine karşı çıkarak, iç siyasi meşruiyetini artırma ve Trump’a karşı koz olarak Filistin meselesini kullanma stratejisi izlemektedir. Suudi Arabistan, bu süreçte Trump’a karşı durarak hem iç siyasette hem de uluslararası arenada meşruiyet kazanmaktadır. Özellikle Suudi Arabistan’ın eski istihbarat şefi Prens Türki el-Faysal, Trump’ın planını ağır bir şekilde eleştirerek, bunun yerine Gazze’nin yeniden inşası için ABD öncülüğünde bir “Marshall Planı” önermesi krallığın Filistin meselesi üzerinden nasıl bir uluslararası ilişkiler inşa ettiğini ortaya koyar niteliktedir. Bu öneri, Suudi Arabistan’ın bölgedeki liderlik rolünü pekiştirme ve Trump’a karşı alternatif bir çözüm sunma çabasının bir parçasıdır. Ayrıca, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Arap liderlerinin katılımıyla 22 Ocak’ta düzenlenen Gazze zirvesinde, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Mısır, BAE, Kuveyt ve Bahreyn liderleri, “Filistin davasını destekleme konusundaki kararlılıklarını” teyit etmişlerdir. Toplantı kapsamında, bölgesel ve uluslararası gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulmuş ve liderlerin 4 Mart’ta Kahire’de yapılacak acil Arap zirvesinde de bu konuları ele almaya devam edecekleri belirtilmiştir. Benzer şekilde Suudi Arabistan, Trump’ın teklifine karşı çıkarak, İsrail ile normalleşme sürecinde bağımsız bir Filistin devleti kurulması şartını öne sürmüştür. Bu tutum, Suudi Arabistan’ın bölgedeki dengeleri koruma ve Filistin halkının haklarını savunma yönündeki geleneksel politikasıyla uyumludur. Suudi Arabistan, bu süreçte Trump’a karşı durarak, iç siyasette meşruiyet kazanmakta ve Filistin meselesini bir koz olarak kullanmaktadır.
Sonuç
Körfez ülkeleri, Trump’ın Gazze teklifine karşı çıkarak bölgesel istikrarı koruma, Filistin davasına olan bağlılıklarını gösterme ve iç siyasi meşruiyetlerini artırma stratejisi izlemektedir. İsrail ile normalleşme sürecine rağmen bu kadar sert bir tutum almalarının temel nedeni, teklifin bölgesel güvenliği tehdit etmesi ve Filistin davasına olan bağlılıklarını sorgulatmasıdır. Özellikle Suudi Arabistan, Trump’a karşı çıkarak hem iç siyasette hem de uluslararası arenada meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. Bu strateji, Körfez ülkelerinin bölgedeki liderlik rollerini pekiştirme ve uluslararası politikada daha etkili bir aktör olma çabasının bir parçasıdır.
Bu bağlamda Körfez ülkelerinin Trump’ın Gazze teklifine karşı sert tutumları, sadece Filistin davasına olan bağlılıklarının bir göstergesi değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası politikalarını şekillendiren stratejik bir hamle olarak değerlendirilmelidir. Körfez ülkeleri, bu tutumlarıyla hem bölgesel istikrarı korumayı hem de uluslararası arenada daha etkili bir politika izlemeyi amaçlamaktadır.