Kriter > Dış Politika |

Trump’ın “Önce Amerika” Politikası İran İçin Ne Öngörüyor?


Donald Trump’ın “Önce Amerika” politikası, ABD’nin yeni sıcak çatışmalara girmekten kaçınmasını temel bir öncelik olarak belirler. Bu çerçevede, İran’a yönelik politikalarında sıcak çatışma ajandası bulunmamaktadır. Trump’ın maksimum baskı stratejisinin ana odağı, ekonomik yaptırımlar yoluyla İran’ın dış politika davranışlarını şekillendirmektir. Bu yaklaşım, ABD’nin ulusal çıkarlarını korurken maliyetleri minimize etmeyi amaçlar.

Trump ın Önce Amerika Politikası İran İçin Ne Öngörüyor
Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2020’de ABD’nin Bağdat’taki saldırısında öldürülmesinin 5. yıl dönümü dolayısıyla, başkent Tahran'daki meydanlarda Kasım Süleymani’nin resmi olan dev afişler asıldı. (Fatemeh Bahrami / AA, 1 Ocak 2025)

5 Kasım 2024’te yapılan seçimlerde ABD’nin 47. başkanı olarak seçilen Donald J. Trump, 20 Ocak 2025’te göreve başladıktan sonra dünya gündeminin odak noktası oldu. Bu durum, Trump’ın kişilik özelliklerinin yanı sıra, başkanlığı döneminde iç ve dış siyasette başlattığı köklü değişim süreciyle açıklanabilir. Bu nedenle, Trump’ı yeniden iktidara taşıyan temel yaklaşımı olan “Önce Amerika” (America First) politikasını doğru bir şekilde analiz etmek, onun döneminde ABD’nin İran politikasının nasıl şekilleneceğini anlamak açısından kritik önem taşımaktadır.

“Önce Amerika” siyaseti, ABD’nin dış politikasında ve iç işlerinde ulusal çıkarlarını diğer ülkelerin çıkarlarının önünde tutan bir yaklaşımı ifade eder. 2024 başkanlık seçim kampanyasının odak noktası olan ve Trump liderliğinde şekillenen bu dış politika doktrininin temel dayanakları şunlardır:

  1. Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele: ABD’nin hem iç hem de dış tehditlere karşı korunması önceliklidir. Bu bağlamda, Trump’ın bir “demir kubbe” (Iron Dome) inşası vaadi dikkat çekicidir. Bu vaat, özellikle Latin Amerika’daki Çin ve İran iş birliğiyle planlanan askeri üslere karşı önlem alma fikrine dayanmaktadır.
  2. Ekonomik Çıkarların Korunması: Ticaret dengesizliklerini gidermek, Amerikan şirketlerini ve iş gücünü desteklemek için korumacı politikalar benimsenmesi. Bu noktada, Çin ile rekabet öne çıkmaktadır ve ABD’nin elini güçlendirmenin bir yolu, Çin’in İran’dan petrol ithalatına göz yumma döneminin sona erdirilmesi olarak görülmektedir.
  3. Askeri Gücün Yeniden İnşası: Amerikan ordusunun caydırıcılığını artırmak ve bu doğrultuda ulusal savunma bütçesini genişletmek esastır. Bu doğrultuda müttefiklerden daha fazla katkı beklenirken Ortadoğu’daki uzun süreli sıcak çatışmalara kaynak ayrılmasının sona erdirilmesi hedeflenmektedir. Dolayısıyla, İsrail’in güvenliğini sağlamak için sıcak çatışma olasılığının ortadan kalkması, bunun için de İran’ın İsrail’e tehdit oluşturma kapasitesinin sona erdirilmesi ve nihai olarak gereksiz askeri harcamalar yapılmaması amaçlanmaktadır.
  4. Çok Taraflı Anlaşmalardan Çekilme: Uluslararası anlaşmalara şüpheyle yaklaşılmakta ve ABD’nin kendi menfaatlerini korumak için ikili anlaşmalara öncelik vermesi savunulmaktadır. Bu doğrultuda, 2015 tarihli İran Nükleer Anlaşması’ndan (KOEP) çekilme meşrulaştırılırken, alternatif olarak çok taraflı bir anlaşma yerine İran’la ikili müzakereler yoluyla elde edilecek bir anlaşma hedeflenmektedir.
  5. İzolasyonizm ile Pragmatizm Dengesi: Geleneksel anlamda bir izolasyonizm benimsenmese de ABD’nin yurt dışında “ulus inşası” (nation-building) gibi uzun vadeli ve maliyetli angajmanlardan uzak durması tercih edilmektedir. Bu kapsamda, İran’da bir rejim değişikliği hedeflenmemekte; aksine, mevcut rejimin davranışlarını değiştirmeye yönelik baskılar ön planda tutulmaktadır.

 

“Önce Amerika”nın Stratejik Hedefleri Bağlamında İran’a Maksimum Baskı

Donald Trump’ın “Önce Amerika” politikası, ABD’nin yeni sıcak çatışmalara girmekten kaçınmasını, temel bir öncelik olarak belirler. Bu çerçevede, İran’a yönelik politikalarında sıcak çatışma ajandası bulunmamaktadır. Trump’ın maksimum baskı stratejisinin ana odağı, ekonomik yaptırımlar yoluyla İran’ın dış politika davranışlarını şekillendirmektir. Bu yaklaşım, ABD’nin ulusal çıkarlarını korurken maliyetleri minimize etmeyi amaçlar. Ancak, ABD’nin 2008’de Kongre tarafından yasalaştırılan Qualitative Military Edge/QME (niteliksel askeri üstünlük) çerçevesi, ABD’ye İsrail’in güvenliğini sağlama zorunluluğu getirmektedir. 7 Ekim 2023’ten bu yana ABD, bu taahhüt doğrultusunda İsrail’in güvenliğini desteklemeye çalışmaktadır.

Bununla birlikte, Trump’ın nihai önceliği ABD’nin çıkarlarını İsrail dahil her ülkenin çıkarlarının önüne koymaktır. Bu nedenle, İsrail’in güvenliğini sağlamak, ABD’nin çıkarlarıyla çelişmemelidir. Trump, bu dengeyi sağlamak için İran’ı İsrail’e tehdit oluşturmayan bir devlet haline getirmeyi ve sıcak bir çatışmanın getireceği maliyetlerin yanı sıra İsrail’i korumak için harcanacak ek kaynakları azaltmayı hedeflemektedir. Bu strateji, İsrail’in 2024 yazında Hizbullah ve HAMAS unsurlarına yönelik operasyonları ile Suriye’de Esad rejiminin 2024 sonunda düşmesiyle İran’ın vekil güç siyasetine dayalı “Direniş Ekseni” politikasının güç kaybetmesini fırsat olarak değerlendirmektedir. Eğer İran’ın nükleer programı ve balistik füze programı kontrol altına alınırsa, İran’ın İsrail’e yönelik tehdit oluşturma kapasitesinin ortadan kalkması mümkün hale gelebilir. Böylelikle ABD’nin hem güvenlik hem de mali yükleri azalır.

Buna rağmen, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bu yaklaşıma mesafeli bir duruş sergilemektedir ve İran’ın nükleer tesislerine yönelik sınırlı bir operasyon yapılmasını, üstelik ABD desteğiyle, savunmaktadır. Trump ise bu konuda Netanyahu’ya temkinli bir tavır sergilemektedir. Zira 2020’de General Kasım Süleymani’nin öldürülmesi operasyonunda Netanyahu’nun son anda geri çekilme kararı almasını unutmayan Trump, Netanyahu’ya güven duymamaktadır. Yine de ABD’de etkili olan İsrail lobilerini sakinleştirmek ve Netanyahu’nun İran’a yönelik kışkırtıcı bir eyleme girişmesini engellemek için Trump, 4 Şubat 2025’te Ulusal Güvenlik Memorandumu yayınlayarak maksimum baskı politikasını yeniden devreye soktu. Bu strateji, Trump için çift yönlü bir işlev görüyor: Hem Netanyahu’nun kontrol altında tutulmasını sağlayarak İran’a dönük olası tek taraflı hamlelerini engellemek, hem de güçlü bir müzakere zemini oluşturmak için İran’ı ekonomik ve diplomatik baskı altında tutmak.

Mesud Pezeşkiyan
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, ABD ile nükleer müzakereye kapıyı kapatmadıklarını ancak baskı altında kesinlikle müzakere etmeyeceklerini Türkçe deyişle vurguladı. İran devlet televizyonuna göre, Tahran'da bir etkinlikte konuşan Pezeşkiyan, ABD ile müzakere ihtimaline değindi. (İran Cumhurbaşkanlığı / Handout / AA, 21 Şubat 2025)

 

İran’ın Stratejik Cevabı: Trump Döneminde Yeni Bir Yol

İran, 19 Mayıs 2024’te Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümüyle başlayan yeni iç siyasi süreçte, olası bir Trump yönetimine karşı kendisini hazırladı. Bu süreçte, seçim mühendisliği yoluyla Mesud Pezeşkiyan gibi reformist ve Türk kökenli bir siyasetçinin cumhurbaşkanı seçilmesi sağlandı. Bu yaklaşımın temel itici güçleri şunlardır: Mehsa Emini’nin 2022’deki şüpheli ölümü sonrası ülkede başlayan protestolar sırasında, özellikle İsrail’in manipülatif etkisini fark eden İran müesses nizamı, olası bir Trump yönetimi karşısında iç cephenin güçlü tutulması gerektiğini düşündü. Böylece, müzakere sürecinde zayıf bir görüntü sergilemekten kaçınılması hedeflendi. Bu bağlamda, uzun süredir siyasette etkisiz kalan reformistlere alan açıldı. Ayrıca, Mehsa Emini protestoları sırasında Türklerin büyük bölümünün rejime sadakati bir kez daha kanıtlandığından, onların rejime sahip çıkmasını sağlamak için Türk kökenli bir cumhurbaşkanının seçilmesi tercih edildi.

İlaveten İran, Trump’ın maksimum baskı söylemine alternatif bir öneri sundu ve bunu maksimum rasyonellik olarak adlandırdı. Ancak, 4 Şubat 2025’te ABD’nin güncellenen maksimum baskı politikasını devreye sokmasının ardından Devrim Rehberi Ali Hamaney’den, müzakere sürecine şimdilik izin vermeyeceğini ima eden sert açıklamalar geldi. Bu açıklamaların stratejik bir hamle olduğunu değerlendirmek mümkün: Hamaney, teslimiyetçi bir tavır sergileyerek masaya oturmak ve ABD’nin her talebini kabul eder bir görüntü çizmek istemiyor. Nitekim, 2015’te KOEP öncesinde de benzer bir sert duruş sergilemişti. Ancak, İran’ın mevcut ekonomik baskıya uzun süre dayanması pek olası görünmüyor. Zira Trump, aynı anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de Ukrayna bağlamında müzakere sürecinde. Bu durum, Rusya’nın İran’a daha mesafeli bir tutum sergileme olasılığını artırmaktadır. Benzer şekilde, Çin’in ABD’nin baskısı karşısında İran’la Biden döneminde olduğu kadar rahat petrol ticareti yapamayacağı öngörülüyor. Dolayısıyla, 2018’den bu yana Rusya ve Çin’le yakın ilişkiler ekseninde geliştirilen “Doğu’ya Bakış” politikasının önümüzdeki dönemde çok fazla işlevsel olmayacağı aşikâr. Bu durum, İran’ı kerhen de olsa ABD ile müzakereye motive eden bir faktör haline geliyor.

Bununla beraber, İran, özellikle Suriye’deki Esad rejiminin 2024 sonunda düşmesiyle Direniş Ekseni politikasını sürdüremez hale geldi. Bu nedenle, ABD ile müzakere edebileceği tek alan, nükleer programı ve balistik füze programı gibi varoluşsal konular olarak öne çıkıyor. Ancak, bu konular İran için hayati önem taşıyor. Dolayısıyla, Trump’ın İran’a iyi paketlenmiş bir ekonomik yaptırım rahatlama paketi sunması gerekiyor ki müzakere masasında somut bir ilerleme sağlanabilsin.

 

Müzakere Sürecini Tehdit Eden Faktörler

İran ve ABD arasında potansiyel bir müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanması, hem bölgesel hem de küresel siyaset açısından büyük bir ihtiyaç olarak görülse de sürecin önünde engeller bulunmaktadır. Bunların başında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu gelmektedir. 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail’e düzenlediği saldırılar öncesinde siyasi kariyeri bitme noktasına gelen ve yolsuzluk davalarıyla mücadele eden Netanyahu, son bir yılda kendini yeniden güçlendirerek önemli bir avantaj elde etti. Kişisel siyasi geleceğini korumak isteyen Netanyahu, İran’ın her koşulda İsrail’e tehdit oluşturacağı düşüncesinden hareketle, ABD’nin İran ile müzakere sürecini sabote edebilecek provokasyonlara başvurabilir. Bu, Trump’ın maksimum baskı ile müzakere dengesini koruma stratejisini zorlaştırabilir.

Benzer bir risk, İran’ın iç dinamikleri açısından da geçerli. Ülkede sivil siyasette etkili olan muhafazakâr kesim ile Devrim Muhafızları Ordusu bürokrasisi, Batı ile uzlaşan ve nükleer ya da balistik füze programından taviz veren bir İran’ın uzun vadede siyasi olarak çözüleceğini ve bunun da İslam Devrimi ilkelerine ihanet olduğunu düşünüyor. Bu gruplar, ülke içindeki ayrıcalıklı konumlarını kaybetmek istemediği için ABD ile olası bir uzlaşmaya karşı çıkıyor. Eğer ABD ile müzakere süreci başlarsa, bu kesimlerin süreci sabote edebilecek adımlar atması olasıdır. Örneğin, İsrail’in 26 Ekim 2024’teki son saldırılarına henüz yanıt verilmediği düşünüldüğünde, İran’ın “Sadık Vaad 3” adı altında bir misilleme operasyonu başlatması ihtimali gündemde kalmaya devam ediyor.

Sonuç olarak, hem İran hem de ABD’de dış politika karar alıcılarının böylesi bir müzakere sürecini gerekli gördüğü ve arka planda buna hazırlandığı açık. Ancak bu sürecin dikensiz bir gül bahçesi olmayacağı da aşikâr. Özellikle İsrail ve İran’ın içindeki muhafazakâr/askeri grupların çıkar çatışmaları, süreci sabote etme potansiyeline sahip. Yine de hem bölge hem de küresel siyaset, bu gerilimin dinmesine acil bir ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle, İran ve ABD arasında başarılı bir müzakere sürecinin hâlâ yüksek bir olasılık olarak masada olduğu söylenebilir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası