Türkiye ve Amerika, bazen ilişkilerin tam olarak hangi noktada türbülansa girdiğini anlamakta zorlanıyor. İki ülke 2009 yılında ilişkilerinin doğasını “model ortaklık” olarak tanımlarken, gelinen noktada ilişkilerin “stratejik ortaklık” boyutu iyiden iyiye tartışılır hale geldi. Bir yandan kritik alanlarda işbirliği zemini bulmakta zorlanılırken, öte yandan iki ülke dış politika yapıcıları arasında oluşan güven bunalımı artık kamuoyu nezdinde ciddi bir krizi beraberinde getirdi. Bu noktada Suriye’deki iç savaş, iki ülke arasında bölgesel politikalar konusunda farklılıkların ortaya çıkmasına sebep oldu. Suriye’de iç savaşın derinleşmesi ise beraberinde siyasal, toplumsal ve stratejik açıdan bir kriz alanı ortaya çıkardı. Gelinen süreçte, Amerika-Türkiye ilişkilerinde, Suriye krizinden bağımsız olarak bahsetmek imkansızdır.
ABD’nin Suriye Politikası Türkiye’ye Güven Vermiyor
Suriye krizi derinleştikçe bu durum daha da ciddi bir boyut aldı. DAEŞ’in ortaya çıkışı Suriye krizi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. DAEŞ ile mücadele konusunda ortaya konan farklı yaklaşımlar iki ülke arasındaki operasyonel farklılıkları da gündeme getirmeye başladı. DAEŞ ile mücadelenin metodu konusunda yaşanan görüş farklılıkları, ortaya çıkan problemin sadece bir boyutuydu.
İkinci ve belki de daha zorlu boyut ise ABD’nin Esed rejimine karşı aldığı pozisyonlarda yaşadığı gelgitlerle ortaya çıktı. Sonuç olarak farklı öncelikler ve farklı siyasi tercihler, ittifakın geleceğinin sorgulandığı bir durum ortaya çıkardı. İki ülkenin liderleri ile dış politika ve güvenlik yetkilileri arasında süren görüşmelerin ve müzakerelerin, güven bunalımını siyasi elitler noktasında ne kadar ortadan kaldırdığı hala muamma. Ancak özellikle Kobani krizinden sonra başlayan PYD merkezli anlaşmazlık uzadıkça ilişkilerin kamuoyu boyutu ciddi zarar görüyor.
İki Ülke Arasında Temel Kriz Noktası Olarak PYD
Son zamanlarda Türk-Amerikan ilişkileri denildiğinde karşımıza ilk olarak PYD merkezli kriz havası çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Obama arasındaki son görüşmede gündemin ana maddesi de aslında PYD ile ABD ilişkisiydi. ABD yönetiminin PYD konusunda sergilediği ısrar, özellikle PKK tarafından ateşkesin sona erdirilmesi ile artık sadece Suriye değil Türkiye’nin ulusal güvenliği için de bir tehdit haline geldi.
Her ne kadar ABD yönetimi, YPG ile PKK arasında oluşturduğu suni farklılık ile operasyonlarına hukuki ve askeri bir zemin bulmuş görünse de bu durum aslında kimseyi ikna etmiş değil. Sadece Türkiye tarafı değil, Amerika’da bölgeyi bilen ve tanıyan uzmanlar da bu ısrarın yarattığı çelişkinin farkında. Bu çelişkinin diplomatik görüşmelerde yarattığı gerginlik artık kapalı kapılar arkasında kalamayacak bir duruma geldi. Ancak bu gerginliğin pek de üzerinde durulmayan başka bir boyutu da kamuoyunun bu çelişkiyi algılama noktasında yaşanıyor. PKK ile YPG’nin ideolojik, organizasyonel ve insan gücü açısından bu kadar iç içe olması ve PKK’nın Türkiye’de Suriye eğitimli teröristler yoluyla yaptığı saldırılar kamuoyunda bu örgütü uluslararası alanda destekleyen aktörleri de daha fazla gündeme getiriyor.
İlk olarak sürekli ortaya konan farklı kısaltmalar ve örgüt isimleri ile kafa karıştırma ve hedef şaşırtma amacı güden bir terörist örgütün bu bilindik oyun planının dünyadaki en büyük askeri ve siyasi güç tarafından kullanışlı bulunması “süper güç” algısı bakımından ABD’yi oldukça sıkıntılı bir pozisyona sokuyor. Kamuoyu açısından ABD gibi bir devletin DAEŞ ile mücadelede bir terörist örgütü tek çare olarak kabul ediyor oluşu başlı başına fiyasko aslında.
İkinci olarak da müttefik bir ülkenin terörist bir örgütle ilişkisi ittifakın anlamı onusunda kamuoyunun aklında soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Türk kamuoyu, ülkenin farklı şehirlerinde bombalar patlatan bir terör örgütünün 65 yıllık müttefiki tarafından desteklenmesini bir ittifak ilişkisi ile bağdaştıramıyor. Bu durum diplomatik anlamda Türk karar verici aktörlere ciddi bir kamuoyu baskısı olarak yansıyor. Artık kamuoyunun dış politikayla bu kadar yakından ilgilendiği bir ortamda -tıpkı son ziyaretin sürekli olarak takip edilmesi gibi- ABD yönetiminin aldığı pozisyon ve yaptığı açıklamalar günbegün değerlendiriliyor. Bu değerlendirmeler uzun vadede ilişkilerin geleceği konusunda çok da olumlu sinyaller vermiyor.
Elbette, Suriye merkezli yaşanan ikili ilişkilerdeki krizin bir başka boyutu da sınırların hemen öte yanında yaşanan insani dram. ABD’nin senelerce Kosova konusunda ortaya koyduğu duruşu ve müdahalesi kendi imajına ne kadar olumlu etki yarattıysa, Suriye konusunda gösterdiği eylemsizlik ve mütereddit durum da aynı şekilde genelde dünya kamuoyundaki özelde de Türk kamuoyundaki imaj ve algısını olumsuz etkilemiş durumda. Suriye’deki kriz kangrenleştikçe daha da derinleşen bu algı, Türkiye’nin ABD ile bölgede beraber girişeceği her türlü inisiyatif hakkında da oldukça kuşkucu bir bakışı beraberinde getireceğe benziyor.
Beyaz Saray Türkiye ile Empati Yapamıyor
İkili ilişkilerde her ne kadar bu denli karamsar bir ortam var olsa da elbette tüm köprüler yakılmış değil. Öncelikle iki ülke hala NATO’daki en önemli iki askeri güç olarak önemli bir güvenlik ilişkisi içindedir. Bunun yanında özellikle Kasım ayı sonrasında iki ülke arasında DAEŞ ile mücadele konusunda metodolojik farklılıklar da ortadan kaldırıldı. Ancak PYD ile pozisyonlardaki farklılık hala devam ediyor. Nisan ayı başındaki üst düzey görüşmeler işte bu atmosferde gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı gün içerisinde Başkan Obama, Başkan Yardımcısı Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry ile görüşmesi ABD’de Türkiye ile ilişkilerdeki sıkıntıları sona erdirmek için gösterilen bir çaba olarak yorumlandı.
Görüşmeler sonrasında ortaya çıkan atmosfer Türkiye’nin kaygılarının anlaşılmaya başladığını ortaya koyması bakımından önemliydi. Ancak tekrar söylemek gerekirse, meselenin kamuoyu boyutunun tam olarak çözülmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi gerekiyor. Mesela, DAEŞ’in Türkiye’ye karşı saldırıları sonrasında Beyaz Saray yönetiminin yeterince gösteremediği empati ve sergileyemediği dayanışma ruhu yine kamuoyu boyutunda oldukça sorgulanan meseleler arasında yer aldı. Her ne kadar liderler ile yetkili güvenlik ve istihbarat birimleri bu konuda yakın işbirliği içinde çalıştıkları mesajını sürekli veriyorlarsa da kamuoyunun iki ay içinde yaşanan dört büyük terör saldırısında bir müttefikini yeterince yanında göremiyor algısı bu konuda ciddi bir duygusal kırılmayı beraberinde getirebilir. Yapılan üst düzey görüşmelerin getireceği olumlu hava, ABD’nin bu konuda Türk halkına dokunacak bazı adımlar atmaması durumunda hızlı bir şekilde dağılabilir.