Bahar Kalkanı Harekatı, “Günümüz Suriyesi”ni tanımlamak adına adeta bir kırılma anı oldu. 5 Mart 2020’de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan mutabakatın ardından sahada toprak değişimi tamamen durdu. Bir anlamda dört yılı aşkın bir süredir “dondurulmuş çatışma” dönemini yaşamaktayız. Nitekim bu süreç içerisinde, düşük çaplı çatışmalar yaşansa da herhangi bir toprak değişimi yaşanmadı ve adeta yeni bir statüko inşa edildi.
Bu statükoyu ve yeni dengeyi oluşturan ise Türkiye oldu. Rusya’nın Eylül 2015’te savaşa dahil olduğu tarihten itibaren muhalifleri geriletmesi, ilk kez 5 Mart 2020 tarihi itibarıyla TSK marifetiyle durdurulabildi. Böylece Türkiye, yeni bir dengeyi inşa ederek savaşı bir anlamda dondurdu.
Bu tarihten itibaren Türkiye, İdlib’teki varlığını sağlamlaştırdı. Yüzlerce askeri üs ve nokta inşa etti. İdlib’te M4 yolunun güneyinde ve kuzeyinde çelik bir hat oluşturdu. Rusya ve İran’ın mevcut denge gereğince bölgede ilerlemesinin önüne geçilmiş oldu. Ardından Türkiye’nin Libya sahasında Rusya’nın da dahil olduğu Hafter destekçisi koalisyonu püskürtmesiyle Türkiye’nin askeri kabiliyetleri tahkim oldu. Yine Karabağ savaşında Azerbaycan’ı adeta zafere taşıyan askeri katkısıyla birlikte Türkiye, 2020’de bir anlamda zaferden zafere koştu diyebiliriz. İdlib, Trablus ve Karabağ gibi aynı yıl içerisinde üç önemli stratejik kazanımla birlikte Türkiye, yalnızca Suriye’de değil çevresinde denge kuran bir aktör konumuna geldi.
Tüm bunlarla birlikte Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yeniden bir işgal girişimi başlatması sonrası, Suriye sahasındaki denge, Türkiye ve muhaliflerin lehine hareketlenmeye başladı. Rusya, kendi beklentilerinin aksine Kiev’e yönelik düzenlediği operasyonlarda başarısız olduğu gibi aslında büyük bir bozguna da uğradı. Bu noktada, Türk SİHA’ları yine kritik bir rol oynadı. Bayraktar için Ukraynalılar şarkı dahi yaptı.
Bu sürece paralel olarak Türkiye ile rejim arasında “normalleşme” başlığı altında görüşmelere başlandığı görüldü. İlk olarak dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, böylesi bir sürece işaret etti. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023’teki genel seçimleri işaret ederek, seçimlerden sonra sil baştan yapabiliriz, açıklamasında bulundu. Ağustos 2022’de başlayan süreç, seçim öncesine kadar devam etti. Son olarak Nisan 2023’te dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan’ın katılımıyla Türkiye-Rusya-Suriye-İran savunma bakanları ile istihbarat başkanları arasında dörtlü toplantı gerçekleştirildi.
Bu görüşmelerin ardından sürecin herhangi bir açıklama olmadan tıkandığı görüldü. Bunda, rejimin maksimalist yaklaşımlarının etkili olduğu düşünülüyor. Ancak görüşmelerin başladığı tarihin belki de Türkiye’nin Suriye’de neredeyse en güçlü dönemi olduğu akılda tutulmalıdır. Özellikle Rusya’nın Türkiye ile rejim arasındaki normalleşme sürecine büyük önem verdiği de görülüyor. Nitekim söz konusu toplantıların önemli bir bölümü Rusya’nın ev sahipliğinde gerçekleşmiştir. Rusya’nın bu denli istekli olmasının nedeni, Ukrayna’daki hezimeti ve Suriye’de yeni bir cepheyi kaldıramayacağını düşünmesinden kaynaklı olabilir. Böylelikle Türkiye’yi, Ukrayna savaşı boyunca hem rejime hem de PKK’ya karşı dizginleme gayretinde olduğu söylenebilir.
Peki, Türkiye Neden Rejimle Görüşmelere Şans Veriyor?
Türkiye’de genel seçimlere gidilirken ekonomik zorlukların da etkisiyle en önemli gündem maddelerinden birini sığınmacılar oluşturuyordu. Yerel seçimlerde de durum farksız değildi. Aynı zamanda Türk muhalefetinin yıllardır işlediği husus ise Esed ile görüşme yapılmasıydı. Adeta Esed ile görüşüldüğünde ya da Şam’a büyükelçi atandığında sorunların çözüleceğine dair kuşkusuz bir inanç vardı ve bu inancın halen sürdüğü de ifade edilebilir.
Seçim döneminde, kimi muhalefet partileri Esed’i ziyaret etmek istiyor, kimisi ise ilk icraatının büyükelçi atamak olacağını ifade ediyordu. Böylesine bir siyasi atmosferin de etkisiyle Türkiye, hem geçtiğimiz son iki yılda hem de günümüzde Esed ile görüşmelere şans veriyor. Muhalefetin Türk toplumunun önemli bir bölümü üzerinde Esed ile görüşmenin Suriye savaşına ve dahi sığınmacılara dair sorunları çözeceğine dair bir kanaat inşa ettiği de ifade edilebilir. Bu konunun iç siyasi boyutu. Bir de Türkiye’nin Suriye dosyasında erişmek isteği iki önemli başlık var: PKK/YPG ile mücadele ve sığınmacıların geri dönüşü.
Terör Örgütü PKK/YPG ile Mücadele
Türkiye’nin rejim ile görüşmelerde temel olarak iki önemli beklentisinin olacağı öngörülüyor. İlki terör örgütü PKK/YPG ile mücadele, ikincisi ise Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüdür. PKK/YPG ile mücadele dosyasında ABD’nin çekilmediği denklemde atılabilecek büyük adımlar olmadığı görülmektedir. Özellikle PKK ile rejim arasındaki ortak mevzileri paylaşma pozisyonu göz önüne alındığında (Tel Rıfat-Menbiç) terörle mücadelenin somut ilerlemeler kaydetmesi mümkün görünmüyor. Tüm bunlara ek olarak rejimin askeri mevcudiyeti ve teknolojisinin buna imkan sağlamadığı da bilinmektedir. Türkiye ile müşterek bir operasyonun ise saha şartları düşünüldüğünde kısa ve orta vadede mümkün olmadığı, Türk kamuoyundaki algının aksine, Suriye uzmanları arasında yaygın bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Askeri etkinlikten ziyade ABD’nin askeri ve diplomatik koruması, PKK ile mücadelenin en büyük sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Sahaya bakıldığında ABD’nin Tel Rıfat, Menbiç, Ayn el Arab, Ayn İsa, Rakka gibi bölgelerde yer almadığını bilsek de bu bölgelerin de yine ABD’nin koruması altında olduğunu biliyoruz. ABD’nin yanı sıra Rusya’nın da bu bölgelerde varlık gösterdiğini, özellikle de Tel Rıfat ve Menbiç gibi sahalarda Türkiye’nin askeri operasyonlarına karşı çıktığını hatırlıyoruz.
Tel Rıfat, Menbiç ve hatta Ayn el Arab’ta rejimle PKK aynı mevziyi paylaşırken ve Rusya, bu bölgelere ilişkin Türkiye’nin askeri operasyonlarına yeşil ışık yakmazken Türkiye’nin rejimle birlikte terörle mücadelesi mümkün görünmüyor. Keza rejim, PKK’yı terör örgütü olarak ele de almıyor. Hatta savaşın başından beri Türkiye’ye karşı PKK/YPG’ye alan tanıdığını hatırlamak gerekiyor. Tüm bunların yanında Türkiye’nin terörle mücadele için askeri yeterlilik olarak herhangi bir eksikliği bulunmuyor. Yerel destek unsurları olarak muhalif gruplar da rejimin vaad edebileceklerinden daha fazlasını sahada icra ediyor. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları bu durumun apaçık örnekleri.
Sığınmacıların Geri Dönüşü
Türkiye ve Şam yönetimi arasında yeniden tartışılan diplomatik angajman süreci, özellikle Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü konusundaki beklentileri gündeme getirmiştir. Lübnan ve Ürdün'ün rejim ile yaptığı geri dönüş anlaşmalarının incelenmesi, Türkiye'nin benzer bir sürece girip giremeyeceği ve böyle bir anlaşmanın ne kadar etkili olabileceği konusunda önemli ipuçları sunmaktadır.
2018’de Esed rejiminin Suriye’nin batı ve güneyinde kontrolü sağlamasıyla birlikte, Ürdün ve Lübnan’a yakın bölgelerin tamamı rejim kontrolüne girmiştir. Bu durum, iki ülkenin rejim ile diplomatik angajman sürecini başlatan tetikleyici faktörlerden biri olmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, dünyada en fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülkeler sırasıyla Türkiye, Lübnan ve Ürdün’dür. Ülkelerinde daha fazla mülteci barındırmak istemediklerini belirten Ürdün ve Lübnan, 2018’in sonunda rejim ile mültecilerin geri dönüşü için anlaşma imzalamıştır.
BM verilerine göre Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünde sahada yaşanan gelişmelerin etkili olduğu ifade edilebilir. Rejimin Ürdün sınırındaki Dera ve Kuneytra gibi bölgeleri tamamen kontrol altına alması, DEAŞ’ın bitirilmesi, Türkiye’nin PKK/YPG terör örgütüne yönelik düzenlediği Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları buna örnek gösterilebilir. Özellikle Fırat Kalkanı Harekatı’nın icra edildiği 2016’dan Barış Pınarı Harekatı’nın icra edildiği 2019’a kadar sığınmacıların Türkiye’den geri dönüşünde artış olduğu görülmektedir. Bu noktada güvenli bölgelerin artması, sığınmacıların geri dönüşünü kolaylaştıran etmenler arasında yer almaktadır.
BM verilerden anlaşıldığı üzere rejimin Ürdün ve Lübnan ile sığınmacıların geri dönüşüne ilişkin yaptığı anlaşmanın ardından sığınmacıların geri dönüşünde dramatik azalışlar olduğu görülmektedir. Yalnızca 2019’da Ürdün ve Lübnan’dan Suriye’ye dönen kişi sayısı 52 bin iken, 2020-2022 arasında bu sayı 28 bine düşmüştür. 2023’te bu sayı daha da azalarak 14 bin olmuştur. Nisan 2024’e kadar da Ürdün ve Lübnan’dan geri dönenlerin sayısı 3 bin 877 olarak belirlenmiştir. Geri dönüş trendindeki azalışın bu yılda da devam etmesi beklenebilir.
Yine Suriye’nin doğusundan Irak’a yönelik göçlerin yaşandığı bilinmektedir. PKK’nın Kuzey ve Doğu Suriye’de artan hakimiyetiyle birlikte Irak’tan geri dönen Suriyeli sığınmacı sayısında 2017’den itibaren azalışın yaşandığı görülmektedir. Bu da PKK, DEAŞ ve rejim hakimiyetinin yaşandığı bölgelere sığınmacıların geri dönmediğini ortaya koyan bir başka veri olarak görülebilir.
Sonuç olarak, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünün artırılması hususunda Türkiye, geçmiş örneklere bakıldığında oldukça olumsuz bir tabloyla karşı karşıyadır. Açık bir şekilde görülmektedir ki PKK, DEAŞ veya rejimin olduğu bölgelere yönelik sığınmacıların geri dönüşü dramatik şekilde azalmaktadır. Tüm bu noktalardan referansla Türkiye’nin rejimden elde etmeyi arzuladığı başlıklarda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır.