Türkiye coğrafi konumu ve uluslararası sistemde güç dağılımındaki yeri itibarıyla ittifak politikalarına geleneksel olarak büyük önem vermiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, kendisine stratejik bir üstünlük sağlarken, aynı zamanda çevresindeki istikrarsızlık kuşakları sebebiyle de birçok sınama meydana getirmektedir. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması, İstanbul ve Çanakkale boğazları gibi bağlantı noktalarını kontrol etmesi, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi bölgelere komşu olması, Türkiye’nin çeşitli ittifak girişimlerinde potansiyel önemli bir müttefik olarak algılanmasını sağlamaktadır. Diğer taraftan Türkiye, demokratik siyasi sistemi, güçlü ordusu, dinamik ekonomisi ve zengin insan kaynağı sebebiyle güvenlik üretebilen ve coğrafi konumunun getirdiği avantaj ve dezavantajları değerlendirebilen bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar Türkiye’nin yalnızca mensubu olduğu NATO için değil herhangi bir ittifak örgütü için değerli potansiyel bir müttefik olmasını sağlamaktadır.
Türkiye’nin NATO Pozisyonu
Türkiye’nin ittifak politikalarının en önemli bileşeni NATO üyeliğidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlarda üs ve ortak savunma talebi ile Kars ve Ardahan’ın kendisine terkini istemesi, Türkiye’nin tehdit algısını ciddi biçimde artırmıştır. Sovyetler Birliği’nin gözdağı ve korkutma stratejileriyle ifadesini bulan tehdide karşı Türkiye, 1952’de NATO üyesi olmuş; o tarihten günümüze ittifak içinde askeri gücü ve sunduğu katkı sebebiyle vazgeçilmez bir savunma müttefiki olmuştur.
Türkiye NATO üyeliğiyle birlikte, ittifakın açık ara en güçlü ülkesi olması sebebiyle doğal olarak ABD ile stratejik bir güvenlik ortaklığı ilişkisine girmiştir. Soğuk Savaş boyunca Türkiye topraklarında operasyonel, istihbarat ve lojistik açıdan faaliyet gösterebilen üsler kurulmuştur. Varlığı günümüzde de devam eden İncirlik Üssü de bunların arasındadır. Bunun karşılığında ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonuna çeşitli askeri yardımlar ve savunma sanayii anlaşmaları ile katkı sağlamış, bazı dönemlerde ekonomik yardımlar gerçekleştirmiştir. Diğer taraftan ABD’nin Türkiye’deki üslerinden gerçekleştirdiği askeri ve istihbarat faaliyetleri, Türk-Sovyet ilişkilerinde gerginliklere yol açmış, bu durum Türk karar alıcıların Amerikan aktiviteleri üzerindeki denetim eğilimini artırmıştır. Benzer şekilde, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik askeri ve istihbarat faaliyetlerini Türkiye’deki üslerden gerçekleştirme arzusu, Türkiye tarafından birçok durumda engellenmiştir. Burada Türkiye, söz konusu operasyon hedef alanının NATO dışı operasyonel saha olduğunu, dolayısıyla üslerin kullanılamayacağını haklı olarak öne sürmüştür.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle uluslararası sistemde Amerikan hegemonyası ile şekillenen tek kutupluluk ortaya çıkmıştır. Bu durum ise uluslararası güvenlik ortamını, Avrupa’nın güvenlik mimarisini ve NATO’nun önceliklerini derinden etkilemiş ve değiştirmiştir. Uluslararası sistem, iyimser ve liberalizmin baskın olduğu bir ortama dönüşürken, SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan Rusya’nın potansiyel bir ortağa dönüşme ihtimali değerlendirilerek, Avrupa güvenlik mimarisi yeniden kurgulanmıştır. Buradan hareketle, NATO yeni stratejik konseptlerini yayınlamış ve bir kolektif savunma örgütünden kolektif güvenlik örgütüne dönüşümünü başlatmıştır. Günümüze gelene kadar NATO, giderek artan oranda stratejik hesaplamalardan çok değerler sistemine önem vermeye başlamıştır. NATO kriz yönetimi ve iş birlikçi güvenlik gibi genişleyen misyonlarından hareketle söz konusu dönemde artan oranda alan dışı faaliyetler icra etmeye başlamıştır.
Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında dönüşen ve değişen NATO’ya desteğini sürdürmüştür. Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) kara, hava ve deniz unsurları NATO’nun Balkanlar, Orta Asya, Ortadoğu ve Akdeniz gibi çok çeşitli bölgelerde icra ettiği harekat ve operasyonlara güçlü bir destek vermiştir. NATO operasyonlarına sağlanan kuvvet katkısında ittifak içinde Türkiye en üst sıralarda gelmektedir. Bunun yanında NATO içinde istihbarat paylaşımında Türkiye zirvelerde yer almaktadır. Benzer şekilde Türkiye NATO bütçesine kayda değer katkı yapan ülkeler arasında bulunmaktadır. Yine Türkiye, Müttefik Kara Komutanlığı ve Hava Unsur Komutanlığı birçok NATO komutanlığına ev sahipliği yapmış ve yapmakta olup, İstanbul’da ise Yüksek Hazırlıklı Kuvveti (NRDC-TU) bulundurmaktadır. NATO’nun balistik füze savunması mimarisinin önemli bir parçası olan tespit ve izleme radarı, Malatya’da konuşlanmıştır. Yine Türkiye topraklarında Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi, Denizcilik Mükemmeliyet Merkezi bulunmaktadır. Diğer taraftan Türkiye, NATO’nun alan dışı coğrafyalarda bulunan ülkelerle ilişkisini geliştirmesine de destek sunmuş, bu anlamda Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yönelik İstanbul İş Birliği Girişimine öncülük etmiştir.
Türkiye’nin değişen ve dönüşen NATO içindeki en önemli önceliklerinden biri ittifakın terörizmle mücadelede daha aktif ve etkin rol oynamasını sağlamak olmuştur. Türkiye, ittifakın konvansiyonel savunma ve caydırıcılığına önemli bir katkı sağlamasına rağmen, başta PKK olmak üzere terörle mücadelesine NATO müttefiklerinden umduğu desteği bulamamıştır. Bunun aksine PKK, özellikle Türkiye’nin Batı Avrupalı NATO müttefiklerinin topraklarında rahat bir şekilde hareket etmiş, kara para aklama, uyuşturucu kaçakçılığı, eleman devşirme ve propaganda gibi geniş kapsamlı faaliyetlerde bulunabilmiştir. Bunun yanında, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye sağladığı yoğun askeri, ekonomik ve eğitim desteği Türkiye’nin tehdit algısında ciddi bir artışa yol açmış, Türk-Amerikan ilişkilerinde derin bir güven bunalımına yol açmıştır.
Geçmişten bugüne değin karşılaşılan bu problem nedeniyle Türkiye, Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrasında İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularını, söz konusu ülkelerin ancak terörle daha fazla mücadele etmeleri karşılığında destekleyeceğini ifade etmiştir. Bu ülkelerle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermeyi amaçlayan Üçlü Muhtıra imzalanmış, müteakip süreçte Türkiye Finlandiya’nın NATO üyelik başvurusunu onaylamış, İsveç’in üyeliğini ise destekleyeceğini açıklamıştır. Türkiye, NATO ittifakına verdiği önem dolayısıyla tarihsel olarak ittifakın genişleme süreçlerini desteklemiş, ancak hızlı bir şekilde yükselen terörizm tehdidi sebebiyle, daha etkin ve aktif bir iş birliğini talep etmek durumunda kalmıştır. Bu anlamda, terörizmle mücadelede NATO içi iş birliği ve koordinasyon Türk dış politikası ve müttefiklik ilişkileri gündeminin en üst sıralarına yerleşmiştir.
İlişkilere Avrupa Birliği Yansımaları
Türkiye, NATO üyeliği ile Avrupa savunmasında önemli bir rol üstlenmiştir ancak ülkenin Avrupa Birliği (AB) üyelik hedefi, emsali olmamış uzunlukta bir geçmişe sahip olmasına rağmen gerçekleşmemiştir. Bu durum, Türkiye’nin NATO üyeliği ile NATO’nun birçok üyesini bünyesinde barındıran AB’nin politikaları arasında çeşitli uyuşmazlıklar ve gerginliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle Yunanistan’ın Türkiye ile yaşadığı gerginlikleri, AB’ye taşıması ve AB enstrümanlarını bu doğrultuda devreye sokması, bu açmazları daha da şiddetlendirmiştir. Bunun en son örneklerinden biri Yunanistan ile Fransa arasında imzalanan ve karşılıklı güvenlik garantisi içeren savunma anlaşmasıdır. Bu anlaşmayla, NATO’nun kolektif savunma ilkesine paralel bir güvenlik garantisi tesis edilerek, NATO aşındırılmış, aynı zamanda Türk-Yunan gerginliği NATO içine taşınmış olmuştur.
Türkiye, AB üyelik hedefini halihazırda gerçekleştiremese de Yunanistan’ın AB’yi kendisine karşı bir enstrüman haline getirmesinin önüne geçmek ve AB’nin güvenlik ve savunma politikalarına etki edebilmek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bu anlamda Türkiye, AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ve Kalıcı Yapılandırılmış İş birliği (PESCO) gibi AB girişimlerine çeşitli mekanizmalarla dahil olmak üzere girişimlerde bulunmuştur ve bulunmaktadır. Ancak nihayetinde birliğin karar mekanizmaları ve birlik mensubu ülkelerin çelişen çıkar ve öncelikleri sebebiyle AB, OGDP ve PESCO gibi önemli girişimlerinde kayda değer bir başarıya ulaşamamıştır.
Stratejik İlişkiler
Türkiye Soğuk Savaş sonrasında, NATO gibi geleneksel ittifak ilişkileri içinde daha iddialı bir rol oynama arzusunu gösterirken, bir yandan da müttefiklerini çeşitlendirme yoluna gitmiştir. Bu sayede daha otonom bir dış ve güvenlik politikası yürütülmesi amaçlanmıştır. Bu anlamda Türkiye; ilgi, çıkar ve sorumluluk sahalarında çeşitli devletlerle güçlü siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. Bunun sonucunda Türkiye, NATO’nun savunma ve caydırıcılığına verdiği güçlü katkının yanında NATO dışı müttefikleri için bir güvenlik sağlayıcı aktör hüviyetini de kazanmıştır. Bunların başında Türkiye’nin Katar, Libya ve Azerbaycan gibi ülkelerle stratejik boyuta varan iş birlikleri sayılabilir. Söz konusu ülkelerin güvenlik kaygılarının giderilmesinde, TSK ve Türk savunma sanayii güçlü bir rol oynamıştır. Soğuk Savaş döneminde çok büyük oranda dış tedarikle donatılan TSK’nın, gerçekleştirilen savunma sanayii atılımıyla milli tasarım ve yerli üretim sistemlerle donatılması, Türkiye’nin yeni müttefikleri için güvenlik üreten bir aktör olarak ortaya çıkmasında asli bir unsur olmuştur.
Türkiye’nin NATO gibi geleneksel ittifak ilişkilerinin yanında stratejik boyutta ortak olduğu ülkelerden biri Katar olmuştur. Türkiye ile Katar arasında Mayıs 2007'de Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Anlaşması, Aralık 2014'te Askeri Eğitim, Savunma Sanayii ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İş Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Bu sayede Katar’da Türk üssü kurulmasının önü açılmıştır. Müteakiben Nisan 2016'da Katar Topraklarında Türk Kuvvetlerinin Konuşlandırılmasına İlişkin Uygulama Anlaşması imzalanmıştır. Bu hukuki zemin üzerinde Aralık 2019’da Katar Türk Birleşik Müşterek Kuvvet Komutanlığı Karargâhı “Halid Bin Velid Kışlası” ismiyle açılmıştır. Temmuz 2017’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn tarafından Katar’a uygulanmaya başlanan abluka ve ambargoya karşı Türkiye üsteki askeri varlığını yoğunlaştırarak, müşterek Türk-Katar komutası altındaki personel sayısını artırmıştır. Aynı dönemde, Türkiye Katar’a hava yoluyla gıda yardımında bulunmuştur. 2019’da üs daha da genişletilerek deniz ve hava unsurları eklenmiştir. Son olarak 2022’de Katar’da organize edilen Dünya Kupası’nda güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmak üzere Türkiye 2 bin çevik kuvvet polisi, 70 bomba imha uzmanı ve tıbbi personel göndermiştir. 6 Şubat 2023’te Türkiye’de yaşanan yıkıcı depremden sonra Katar hızlı bir şekilde Türkiye’ye yardım ulaştırmış, Katar Emiri Şeyh Tamim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret için İstanbul’a gelmiştir. Tüm bunların yanında Türkiye-Katar arasındaki ticaret hacmi büyük artış göstererek 2022’de 2,3 milyar dolara ulaşmıştır.
Türkiye’nin NATO dışında stratejik seviyede müttefik haline geldiği diğer bir aktör Libya’dır. Türkiye ile Libya Kasım 2019’da Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını imzalamış, bu şekilde deniz alanlarında bulunan doğal kaynaklar üzerindeki hak taleplerini hukuki çerçeveye oturtmuşlardır. Anlaşma 2020’de Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Benzer şekilde aynı dönemde Türkiye ile Libya askeri iş birliği anlaşması imzalamış, bu anlaşmayla Türkiye Libya ordusuna silah, lojistik, istihbarat ve eğitim desteği vermeye başlamıştır. Türkiye’nin bu katkısı yaşanan iç savaşta BM tarafından tanınan Libya’nın meşru hükümetinin konumunu korumasına güçlü bir destek sağlamıştır. Ekim 2022’de Türkiye ile Libya hidrokarbon anlaşması imzalamış, bu anlaşmayla Türkiye, Libya ana karasında ve münhasır ekonomik bölgesinde hidrokarbon arama yetkisi elde etmiştir. Türkiye ile Libya arasında Akdeniz’de stratejik boyuta ulaşan iş birliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek taraflı adımlarına ve Yunanistan’ın maksimalist deniz politikalarına karşı Türkiye ve Libya’nın hak ve çıkarlarını korumaktadır.
Stratejik Müttefik: Azerbaycan
Son dönemde Türkiye’nin stratejik bir müttefik olduğu diğer ülke Azerbaycan’dır. Azerbaycan Türkiye’nin enerji arz güvenliğinde kilit bir aktör olurken, Türkiye de Azerbaycan petrol ve doğal gazının dünya pazarlarına ulaştırılmasında transit ülke olmuştur. Bu kapsamda Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı ve Trans Anadolu doğal gaz boru hattının kurulup faaliyete geçmesi, Türkiye ile Azerbaycan’ı enerji alanında stratejik ortaklara dönüştürmüştür. Diğer taraftan Türkiye ile Azerbaycan arasındaki askeri iş birliği yıllar içinde en üst seviyeye çıkmıştır. Bu anlamda Haziran 2021’de imzalanan Şuşa Beyannamesi, iki ülkenin karşılıklı taahhütleri dolayısıyla bir dönüm noktasıdır; zira beyanname NATO benzeri bir kolektif savunma anlayışını ortaya koymuştur. Gerçekleştirilen ortak tatbikatlar, TSK’nın eğitim desteği, Azerbaycan ordusunun Türk savunma sanayii ürünleriyle donatılması gerçekleştirilmiştir. Tüm bunlar Azerbaycan ordusunun Eylül-Kasım 2020 arasında gerçekleşen İkinci Karabağ Savaşı’nda etkin bir performans göstermesine kayda değer bir katkıda bulunmuştur.
Şubat 2022’de Rusya’nın saldırısıyla başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa güvenlik mimarisini parçalarken, Türkiye’nin ittifak politikaları bakımından çeşitli sınamaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye, ulusal çıkarları gereği savaşa yönelik dengeli bir politika izlemeyi tercih etmekte, Ukrayna’ya savaş öncesi imzalanan anlaşma gereği savunma desteği sağlarken, Rusya’ya yönelik yaptırımlara ise katılmamaktadır. Türkiye, Rusya’nın “özel askeri operasyon” olarak ifade ettiği işgal harekatını “savaş” olarak niteleyerek Montrö Boğazlar Sözleşmesi uyarınca Türk boğazlarını savaş gemilerinin geçişine kapatmıştır. Bu eylem, Karadeniz’de Rus donanmasının varlığını sınırlandırmış ve savaşın denizde tırmanmasının önüne geçmiştir. Diğer taraftan Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında barış görüşmeleri düzenlemiş, esir takasının yapılmasını sağlamış ve tahıl anlaşmasına öncülük ederek savaş kaynaklı küresel gıda krizinin hafifletilmesine yardımcı olmuştur. Sonuç olarak NATO’ya süren güçlü katkısının yanında, NATO dışında stratejik müttefiklik ilişkileri geliştirmesi ve Rusya-Ukrayna Savaşı’na yönelik sürdürdüğü dengeli politika, Türk dış politikasında gelenekselleşmiş olan çok taraflılık ve denge politikası anlayışlarının güçlü bir şekilde uygulanmaya devam edildiğine işaret etmektedir.