Yazı kaleme alındığında Ukrayna Savaşı’nda üçüncü yılın tamamlanmasına iki gün kalmıştı. Bu zaman zarfında, savaşın icra ediliş biçiminden tarafların hedefleri ve stratejilerine kadar sayısız değişimi müşahede ettik. Rusya’nın ilk günden bu yana peyderpey hedef küçülttüğünü, savaşın sıklet merkezinin doğuya çekildiğini, yer yer ricat ettiğine yer yer de bozguna uğradığına tanıklık ettik. Bununla birlikte muharebe sahasındaki taktik ve operatif gelişmelere görece hızlı tepki verdiğini, yeni uygulamalara ve teknolojilere adapte olabildiğini de vurgulamak gerekir. Aynı zamanda savunma sanayisini ve ekonomisini uzayan savaş koşullarına göre yeniden dizayn ederek savaşma direncini de belli ölçüde koruyabilmiştir.
Ukrayna’nın ise hızlı bir mağlubiyete razı olmadığını, savunma avantajlarından doğru şekilde istifade ettiğini, Rus ordusunun ikmal ve lojistik zafiyetlerini hedef alarak zaman zaman yavaşlattığını zamanda zaman da püskürttüğünü gözlemledik. Kendi topraklarında Kiev, Harkov ve Herson; Rus topraklarında ise Kursk örneğinden yola çıkarak karşı taarruzlarda da bulunduğunu hatırlatmak gerekir. Fakat seferberlik ve askeri personel noktasındaki sıkıntıların çözülememesi, cephe hattındaki personelin yıpranması, halkın direncinin giderek zayıflaması, silah ve mühimmat noktasında da dış kaynağa olan bağımlılık, inisiyatifi ve ivmeyi son dönemde Rusya lehine çevirmiştir. Buna rağmen, Rus ordusu Ukrayna’nın doğusunda son bir yılda ancak 40 kilometre ilerleyebilmiş, önemli kayıplar vererek taktiksel kazançlar elde edebilmiştir.

Varılan Noktanın Analizi
Bu zamana kadarki durumda, sahadaki gerçeklik ile tarafların söylemleri ve hedefleri örtüşmemekteydi. Son dönemde Rusya, Ukrayna’nın tamamıyla silahsızlanmasını, daimi olarak tarafsız bir statü benimsemesini (yani NATO başta olmak üzere hiçbir ittifakın parçası olmaması); Herson, Zaporijya, Luhansk ve Donetsk bölgelerinde Ukrayna kontrolünde kalan toprakları talep etmektedir. Bunlara ek olarak, Kırım’ın statüsünü tartışma konusu dahi yapmamaktadır. Mevcut durumda söz konusu dört bölgenin üçte biri halen daha Ukrayna ordusu tarafından kontrol edilmektedir. Rusya’nın doğu cephesindeki temas hattında Ukrayna kuvvetlerini son bir yılda yalnızca 40 kilometre itebildiğini göz önünde bulundurursak tüm bu bölgelerin ele geçirilmesi kolay olmayacaktır. Rus ordusunun ağır kayıplar verdiğini, ateş gücü ve askeri personel üstünlüğüne rağmen üstlendiği ekonomik, demografik, siyasi ve askeri maliyetleri de unutmamak gerekir. Daha somut ifade etmekte gerekirse Rusya aylık yaklaşık 48 bin asker kaybederken ancak 36 bin kişiyi silah altına alabilmektedir. Fabrikalar işçi yetersizliğinden yüzde 80 kapasite ile çalışırken her dört şirketten üçü iş gücü bulma noktasında zorluk yaşamaktadır. Hanehalkının hissettiği enflasyon yüzde 20’lere ulaşırken, savunma harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının bu yıl yüzde 8’i aşması beklenmektedir. Göstergeler, Moskova’nın imkân ve kabiliyetlerinin sınırsız olmadığına, hedeflerinin kapasitesini zorladığına işaret etmektedir.
Ukrayna tarafı ise 2014 sınırlarına geri dönülmesi ve tüm işgal altındaki toprakların özgürleştirilmesi gerektiğini, tüm Rus unsurlarının Ukrayna topraklarından çıkarılmadan durmayacaklarını uzun bir müddet dile getirmiştir. Bilhassa da inisiyatif ve temponun Ukrayna ordusundan yana olduğu dönemde, Kırım’ın özgürleştirilmesi gibi planlar kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Fakat, Kiev’in bu söylemi, muhtelif barış planları çerçevesinde peyderpey yumuşamış, toprak kontrollerinden öte ülkenin varoluşunu sürdürecek güvenlik garantileri üzerinde durulmuştur. Ülkenin silahsızlandırılması ve anayasal olarak tarafsız bir statü benimsemesi ise tartışma konusu dahi edilmemiştir. Burada görünen o ki Ukrayna, statükoyu kabul edip toprak bütünlüğünden vazgeçme uğruna ülkesinin varlığını muhafaza etmeyi tercih etmiştir.
Savaşta ABD Cephesi Gelişmeleri
Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı olması ise tüm tartışmaları ve barış planlarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı doğurmuştur. Her ne kadar 24 saat içerisinde savaşı bitiremese de başkanlığı devralmasının üzerinden bir ay geçmeden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefonla görüşmüştür. Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Moskova’da Putin ile üç saat süren uzun bir görüşme gerçekleştirmiştir. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Ukrayna’nın 2014 öncesi sınırlarına dönmesinin ve NATO üyeliğinin gerçekçi olmadığını söylemiştir. Ayrıca, ülkeye herhangi bir formatta ABD askerlerinin konuşlandırılmayacağını açıklamıştır. Bu açıklama, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin geçtiğimiz yıl ilan ettiği 5 + 3 maddelik zafer planı ile taban tabana çelişmektedir.
Bunlara ek olarak, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, beraberlerinde heyetler ile Riyad’da bir araya gelmişlerdir. Bu süreçte Trump’ın Kiev’e karşı retoriği sertleşmiş, tamamıyla Zelenskiy karşıtı bir diskur benimsemeye başlamıştır. Öyle ki Zelenskiy’i diktatör olarak nitelendirmiş, komedyen olarak aşağılamış, yönetiminin meşruiyetini sorgulamış ve barış görüşmelerinde bulunmasının önemli olmadığını söylemiştir. Benzer bir tutum Elon Musk tarafından da sergilenmiştir. Söz konusu diskur değişimi ise Zelenskiy yönetiminin, ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’in götürdüğü Ukrayna’nın nadir toprak elementlerinin yüzde 50’sini talep eden antlaşmayı reddetmesine bağlanmaktadır. Zelenskiy’nin bu yaklaşımı daha sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve ABD Başkan Yardımcısı James David Vance tarafından da eleştirilmiş, görüşmelerde doğal kaynaklara dair varılan mutabakat ile yapılan açıklamaların tutarlı olmadığı ifade edilmiştir. Zelenskiy’nin 5 + 3 maddeden oluşan zafer planının içerisinde de doğal kaynakların ortak korunması ve kullanılması maddesi yer almaktaydı. Fakat görünen o ki ABD’nin bu kaynaklara borç tahsili olarak yaklaşması, Kiev yönetimini farklı bir pozisyon almaya itmiş.
ABD Başkanı Trump’ın ve kabinesinin son dönemdeki yaklaşımı, ampirik kanıtların aksine Rusya’nın savaşı bitirip Ukrayna’yı haritadan silmeye muktedir olduğu şeklindedir. Washington yönetimi, Ukrayna halkının çıkarları gereği ve daha fazla kayıp yaşanmaması adına savaşın durdurulmasının şart olduğunu, bu nedenle de 24 Şubat 2025’te ABD’nin önerdiği Birleşmiş Milletler Rezolüsyonunun onaylanması gerektiğini vurgulamaktadır. Rezolüsyonunun içeriği net olmamakla birlikte ABD yönetiminin benimsediği Moskova’nın söylemlerinin tekrarı niteliğindeki Zelenskiy karşıtı diskur, çözüm önerisi ve kalıcı barış noktasında Rusya’nın taleplerinin büyük oranda karşılanacağı beklentisini doğurmaktadır.
Bununla beraber, Trump’ın siyasetinin analiz edilmesinin kolay olmadığını ve beklentilerin aksine bir sonuç da üretebileceğini; hatta bu durumun pazarlık sürecini domine etmek için benimsediği bir yöntem olabileceğini ifade etmek gerekir. Zira, bir yandan Zelenskiy’nin barış sürecini zorlaştırdığını söylerken, diğer yandan barış antlaşması için Putin ve Zelenskiy’nin bir araya gelmesinin şart olduğunu açıklamaktadır. Aynı minvalde, Zelenskiy’i gayrimeşru bir diktatör olarak nitelendirirken eğer ki kendisini ararsa görüşeceğine dair de söz vermektedir. Ayrıca ABD askerlerinin hiçbir koşulda Ukrayna’ya konuşlandırılmayacağı söylenirken, nadir toprak elementleri karşılığında güvenlik garantisi vaat edilmektedir.
12 Şubat sonrasındaki olay örgüsü dikkate alındığında, eğer ki Trump yönetimi doğal kaynaklar noktasında umduğu imtiyazları elde ederse barış sürecine dair yaklaşım da değişkenlik gösterebilir. Ayrıca Trump ve kabinesinin açıklamalarını, salt Ukrayna savaşı ve Rusya ile ilişkiler bağlamında değerlendirmemek gerekir. Yeni ABD yönetimi söz konusu savaşı ve müsebbibini ulusal güvenlik önceliği olarak görmemektedir. Dolayısıyla ilgili maliyetin ve sorumluluğun, savaşı güvenlik tehdidi olarak algılayan Avrupalı ülkeler tarafından üstlenilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu sayede haiz olunan imkân ve kabiliyetlerin asıl tehdit olarak addedilen Çin’e yönlendirilmesi, Rusya’nın bilhassa NATO tehdidi konusunda yatıştırılarak Çin-Rusya-İran-Kuzey Kore ittifakına sekte vurulması hesaplanmaktadır.
Birkaç Senaryo…
Tüm bu gelgitler, açıklamalar ve pazarlık süreci içerisinde kalıcı barış ihtimalini değerlendirmek oldukça güç. Bu ahval ve şeraitte, Rusya’nın barış antlaşması şartları (dört bölgenin kontrolü, silahsızlanma ve tarafsızlık) karşılanırsa Ukrayna’nın egemenliğini yitireceğine hiç şüphe yok. Öte yandan Ukrayna’nın şartlarının ise taviz vermeye yanaşmayan Rusya tarafından kabul görüp görmeyeceği tartışma konusu. Burada birkaç senaryo öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki ABD’nin güvenlik garantisi karşılığında ülkedeki nadir toprak elementlerinin yüzde 50’sine sahip olmasıdır. Bu takdirde Putin’in savaşın asıl sebeplerinin ortadan kaldırılması gerektiği beklentisi karşılanmamış olacaktır. Diğer bir ihtimal güvenlik garantisi vermeden ABD’nin söz konusu imtiyazları elde etmesidir; o zaman hem Ukrayna’nın güvenlik teminatı talebi göz ardı edilmiş hem de ayrıca Ukrayna’nın egemenliği yine sarsılmış olacaktır. İkincisi, Ukrayna’nın NATO üyeliğine alınmasıdır ki bunun ihtimal dışı kaldığı tüm taraflarca teyit edilmiştir. Üçüncüsü, Ukrayna’nın ikili-çoklu angajmanlar ile güvenliğini tahkim etmesidir. Bu durum Kremlin tarafından NATO üyeliği ve/veya NATO askerinin bölgeye konuşlandırılması ile eş değer olarak görülmektedir. Zira, İngiltere, Almanya, İsveç vb. ülkelerin bölgeye barış gücü ekseninde dahi asker göndermesi, NATO’nun asker konuşlandırmasından farklı kabul edilmemektedir.
Dördüncüsü, Zelenskiy’nin Münih Güvenlik Konferansı’nda dile getirdiği müşterek Avrupa ordusunun teşkil edilmesi ve Ukrayna’nın bu güvenlik çatısı altında konumlandırılmasıdır. Lakin, ikinci ve üçüncü senaryo gibi bu yaklaşımda Moskova tarafından aynı eksende ele alınmaktadır. Son kertede Moskova ilk aşamada bölgeye barış gücü intikaline, peyderpey de Ukrayna’nın silahsızlandırılmasının ve tarafsızlığının anayasal güvence altına alınmasına ikna edilebilir. Ancak, bu senaryoda da Ukrayna’nın aradığı güvenliğin ne ölçüde sağlanacağı sorgulanabilir. Nihayetinde, Ukrayna’nın barışın kalıcı olabilmesi için aradığı güvenlik garantisinin o veya bu vesileyle sağlanmasının Rusya’nın çıkarları ile ters düşeceği görülmektedir. Hülasası Ukrayna’da sürdürülebilir bir barışın ihdas edilmesi hem savaşın tarafları hem de diğer bölgesel aktörlerin çıkarınadır. Fakat, barış için orta yol arayışları öyle veya böyle diğer tarafın ulusal çıkarları hatta egemenliği ve/veya varoluşu ile ters düşme riskine sahiptir.