Kriter > Dosya > Dosya / Siyaset ve Seçimler |

Yol Ayrımındaki Türk Dış Politikası


Dış politikanın, her iki ittifak açısından sosyolojik tabanları dikkate alınmadan ele alınmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Daha açık bir anlatımla; Cumhur İttifakı Türkiye’nin iddialı dış politikasını ne kadar sürdürmek istiyorsa, Millet İttifakı bu iddialı dış politikanın ülkeye maliyet getirdiğini düşünüyor ve daha az maliyetli olacağını varsaydıkları bir politika öneriyor.

Yol Ayrımındaki Türk Dış Politikası

2023 seçimleri, Türk dış politikası için bir yol ayrımına işaret ediyor. Zira Cumhurbaşkanlığı yarışındaki ittifaklar arasında, dış politika konusunda çok ciddi ayrımlar söz konusu. Ayrışmanın en başında, dış politika paradigmaları arasındaki farklılıklar geliyor. Cumhur İttifakı açısından AK Parti’nin dış politika paradigması büyük ölçüde tanıdık. İttifakın önemli bir parçası olan MHP’nin de bu paradigmaya desteği zaten ortada. Özellikle 2015 sonrası Türkiye’nin ulusal ölçekte karşı karşıya kaldığı terörizm dalgası ve bölgesel ölçekte yaşanan sert güvenlik rekabeti, Türkiye’nin dış politikada daha iddialı bir pozisyon ortaya koymasını zorunlu kıldı.

Bu iddialı pozisyon, sadece dış politika söylem ve pratiklerinde, ittifakı sosyolojik olarak birleştirmedi, aynı zamanda içerde de Cumhur İttifakı’nı siyasi ve sosyolojik olarak konsolide etti. Söz konusu konsolidasyon süreci ve dış politika üzerinden yaşanan rekabet, siyasi ve sosyolojik düzeyde Millet İttifakı bünyesi altında, bütüncül olmasa da geniş bir muhalif kitlenin de konsolidasyonunu beraberinden getirdi. Dolayısıyla tıpkı Cumhur İttifakı’nın tecrübe ettiği gibi Millet İttifakı partileri de dış politika üzerinden kendi siyasal alanlarını tanımladılar.

Bu tanımlama mücadelesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum zira dış politikanın her iki ittifak açısından sosyolojik tabanları dikkate alınmadan ele alınmasının pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Daha açık bir anlatımla ifade etmek gerekirse; Cumhur İttifakı Türkiye’nin iddialı dış politikasını ne kadar sürdürmek istiyorsa, Millet İttifakı bu iddialı dış politikanın Türkiye’ye maliyet oluşturduğunu düşünüyor ve yeni ve daha az maliyetli olacağını varsaydıkları bir dış politika öneriyorlar. Tam da bu noktada Türk dış politikasının, seçimlerinin sonuçlarına göre bir yol ayrımında olacağını görüyoruz. Cumhur İttifakı süreklilik, Millet İttifakı ise bu sürekliliğin kopması anlamına geliyor.

TBMM genel kurulu sınır ötesi harekat tezkeresi
TSK'nın gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere Irak ve Suriye'ye gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanı’na verilen yetkinin 2 yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulunda CHP ve HDP'nin "hayır" oylarına karşı AK Parti, MHP ve İYİ Parti'nin "evet" oylarıyla kabul edildi. (Mustafa Murat Kaynak/AA, 26 Ekim 2021)

 

Bağımsız Dış Politika Külfet mi Fırsat mı?

Cumhur İttifakı açısından dış politika, iddialı bir perspektif üzerine oturuyor. Henüz kurumsal düzeyde sahiplenilmemiş ya da ilan edilmemiş olsa da bu iddiayı dış politikada “stratejik otonomi” olarak tanımlamak mümkün. Kanaatimce burada dış politikayı tekil bir diplomasi alanı olarak ele almak pek mümkün de değil. Bütüncül bir şekilde ele alındığında otonomi, güvenlik, savunma, ekonomi ve sanayinin yer aldığı daha geniş ölçekli teknolojik ve endüstriyel kabiliyetlere önemli ölçüde kendi imkanlarıyla sahip olmuş; gerektiğinde ise dış ve güvenlik politikalarında görece daha bağımsız hareket etme durumu olarak tarif edilebilir. Bu yaklaşımı popüler söylemde “bağımsız dış politika” olarak tanımlamak da mümkün ki birçok kez resmi dış politika yapıcıları, bu ifadeyi farklı bağlamlarda kullandılar.

Bu dış politikanın pratikte bazı stratejik sonuçları olduğunu görüyoruz. Bence en önemli sonuçlarından birisi; Türkiye’nin uluslararası konumunu daha iddialı bir yere konumlandırarak Türkiye’nin güç statüsünü bölgesel ölçekte pekiştirmesi ve Türkiye’ye küresel bir rol oynama imkanı tanımış olması. Ancak bu politikanın birçok alanda, başta Türkiye-Batı ilişkileri olmak üzere, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Afrika gibi bölgelerde bazı kırılmalar ve dönüşümler meydana getirdiğine de işaret etmek gerekiyor.

Fayda ve maliyetleriyle bu iddialı dış politika, Türkiye’yi güçlü ve etkili bir jeopolitik oyuncuya dönüştürdü. Daha önemlisi stratejik otonomi, Türkiye’nin son 20 yılda yaşanan uluslararası ve bölgesel dönüşümün dayatmalarına “rıza göstermeme”, “direnme” ve en sonunda kendi “oyununu oynayabilecek bir kapasiteye ulaşması” süreci olarak da anlaşılabilir.

Millet İttifakı için ise iktidarın dış politika tercihleri tam tersine; Türkiye’yi uluslararası siyasette yalnızlaştırdı, Batı ittifakından kopardı, Rusya’ya daha fazla yaklaştırdı, Türkiye’nin Ortadoğu’daki geleneksel tarafsızlık statüsünü bozdu ve dış politikanın “Ortadoğululaşmasına” neden oldu.

Her ne kadar Millet İttifakı’nın çoklu bir yapıdan oluşması nedeniyle bütüncül bir dış politika söylemi olmasa da -ki bu Ortak Politikalar metninde açık bir şekilde görünüyor- iddialı ve gerektiğinde tek taraflı davranabilecek bir otonomi anlayışının yanlış olduğunu savunduğunu söyleyebiliriz. Bu iddiayı destekleyecek birçok farklı örneğin de CHP kanadından geldiğini görüyoruz. Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’nin dış politika kurmaylarından yapılan kritik dış politika açıklamalarının söylemsel yapısı, dış politikada tarafsızlık ve müdahalesizlik üzerine inşa edilmiş durumda. Libya, Suriye, Doğu Akdeniz, Ukrayna, Karabağ ve PYD-YPG gibi örnekler, bu pozisyonu yeterince temsil eder nitelikteler.

CHP ile ittifak üyeleri arasında bariz farkların olduğu ise açık. Örneğin İYİ Parti’nin yukarıda zikredilen dış politika konularında CHP’den tamamıyla farklı düşündüğü anlaşılıyor. Saadet, Gelecek ve DEVA partilerinin de bu konularda CHP gibi düşünmediği açık. Farklılıkları olsa da sorun, diğerlerinin de dış politika paradigması boşluğunu dolduracak ölçüde bütün aktörler tarafından kabul edilebilir bir önerileri yok. Önerileri var ancak bunun diğerleri tarafından kabulü söz konusu değil. Dolayısıyla Millet İttifakı arasında dış politikanın stratejisinin ne olacağı konusunda bir ortaklığın inşa edilmesi pek mümkün görünmüyor.

Türk ve ABD Silahlı Kuvvetleri
Türk Silahlı Kuvvetleri ve ABD Silahlı Kuvvetleri unsurları, Suriye'de Fırat'ın doğusunda ortak kara devriyesinde. (Emin Sansar/AA, 8 Eylül 2019)

 

Koalisyon Dış Politikası

Türk dış politikasındaki yol ayrımının ölçeğini anlamak için Doğu Akdeniz, Libya, Rusya ve ABD ile ilişkiler ve Karabağ gibi birkaç dış politika meselesine bakmak yeterli olabilir. Ancak bunlardan daha da önemlisi Suriye konusu. Suriye meselesi, sadece bir diplomasi meselesi değil. Suriye, öncelikli olarak güvenliğin her boyutunu ilgilendiren bir sorun ve Türkiye için hafife alınmaması gereken bir meydan okuma. PKK, YPG ve DEAŞ bağlamında bir terör sorunu. Ancak tehdidi sadece terör olarak tanımlamak yeterli değil. YPG’nin varlığı ve “siyasi iddiası” düşünüldüğünde; Suriye, içinde topraksal bir egemenlik alanını inşa etme çabası açısından da terörün çok daha ötesinde ele alınması gereken stratejik bir mesele.

Öte yandan Suriye, sığınmacılar ve mülteciler üzerinden ele alındığında, bir insani güvenlik sorunu ve bu haliyle de Türkiye için sosyolojik bir mesele. Suriye, bölgesel rekabetin cephe alanı olması ve ABD ile Rusya’nın varlığı bakımından da jeopolitik bir konu. Bununla birlikte Suriye, aynı zamanda büyük bir istihbarat dosyası. Özetle Suriye meselesi, Türk dış politikasının en önemli, karmaşık ve çözülmesi en zor dosyalarından biri.

Şu anki mevcut politikalar açısından ele alındığında ise Suriye dosyası; i) terörle mücadele, ii) sığınmacıların geri dönüşü iii) BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı kapsamında siyasi çözüm ve iv) çatışma sonrası yeniden yapılanma başlıklarında, Esed yönetimi ile bir çözüm arayışı etrafında yeniden şekilleniyor. Bütün bu başlıklar bile Suriye dosyasının çok boyutlu karakterini göstermeye yeterli.

Bütün bu boyutlarıyla ele alındığında Millet İttifakı’nın dış politikası açısından Suriye meselesi popülist bir siyasi bağlama oturtulmuş durumda. Sığınmacılar, terörle mücadele, PYD meselesi, siyasi ve askeri muhalefetin durumu, ABD ve Rusya ile ilişkiler gibi başlıklar düşünüldüğünde Suriye’de nasıl bir tutum takınılacağı oldukça önemli ancak buna dair net bir tutumun varlığından bahsetmek, Millet İttifakı açısından çok mümkün değil. Özellikle de ittifak içinde Suriye konusunda farklı politikaların olması, Suriye’ye yönelik bütünlükçü bir yaklaşımın oluşturulmasını zorlaştırıyor.

Ayrıca Millet İttifakı’na HDP’nin dışardan destek verecek olması, ittifakın Suriye politikasının en yumuşak karnını oluşturuyor. Zira HDP, Türk askerinin Suriye ve Irak’ın kuzeyinden çekileceğini ve askeri operasyonların duracağını söylüyor. Eğer HDP’nin Millet İttifakı’na desteği, ittifakın dış politikası açısından YPG/PYD’nin sorunsallaştırılmadığı bir Suriye politikasının ortaya çıkmasına neden olursa, Suriye’de Türkiye için uzun süre üstesinden gelinmesi zor bir sorunun oluşması kaçınılmaz.

Suriye meselesi elbette ittifakın iç tutarlılığı ile sınırlı bir mesele de değil. Bu konuyu Türk-Amerikan ilişkileri denklemine yerleştirdiğinizde ise dış politikada Millet İttifakı için daha sorunlu bir durum ortaya çıkıyor. Zira ittifakın baş aktörü CHP, Batı ile ilişkileri tamir etmenin yolunun ABD ile ilişkileri düzeltmekten geçtiğini düşünüyor. İsveç’in NATO üyeliğinde Türkiye’nin tavrının yanlış olduğunun ifade edilmesi ya da S-400 konusunda yapılan açıklamalar, bu noktaya işaret ediyor. Bu nedenle ABD ile ilişkileri tamir etmek için YPG/PYD bir sorun olmaktan çıkarıldığında, ABD’nin PYD projesine hem siyasi bir meşruiyet hem de jeopolitik bir fırsat alanı açılmış oluyor.

Dış politikadaki yol ayrımı sadece Suriye ile de sınırlı değil. Libya, Doğu Akdeniz ve en önemlisi de Ukrayna konusunda mevcut politikalardan farklı bir yönelim olduğu açık. Libya’nın basit bir diplomatik meseleye indirgenmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutumunu, buradaki tutum da Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkilerini doğrudan etkileyecek sonuçlar üretebilir.

Millet İttifakı’nın bütüncül bir strateji oluşturması, birçok açıdan çok zor görünüyor. CHP’nin hakim olduğu bir dış politika paradigmasının, dış politikada bir revizyon ortaya çıkarması ise oldukça yüksek bir olasılık. Bu anlamda ilk revizyon da Türk dış politikasının Ortadoğu bağlamının zayıflayarak, Avrupa’yı merkeze alan Batıcı bir dış politikanın izlenmesi. Bu durumun Türkiye’nin otonomi siyasetinden vazgeçmesi anlamına geleceği açık.

Uluslararası sistemde güç rekabetinin yeniden geri döndüğü, bölgede Türkiye’nin son beş yıllık mücadelesinin sonuçlarının yeni alınmaya başlandığı bir dönemde, yeniden başa dönmek hem Türkiye’nin ölçek küçültmesine hem de değişen uluslararası sisteme edilgen bir aktör olarak eklenmesine neden olur. Daha da kötüsü Suriye gibi konularda daha büyük sorunlara davetiye çıkarır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası