Türkiye’nin gündemindeki en önemli konuların başında Diyarbakırlı annelerin HDP il binası önünde başlattığı oturma eylemi geliyor. Anneler çocuklarının HDP aracılığıyla terör örgütü PKK’ya kaçırıldığını söylüyor ve geri getirilmesini istiyorlar. HDP’yi sürecin sorumlusu olarak görüyorlar. Eylemleri günlerdir devam ediyor. Diğer taraftan PKK ve HDP ise etnisite üzerine kurgulamaya çalıştıkları yaklaşım biçimini sürdürüyor. Kuşkusuz konunun birden fazla boyutu var. Bu bağlamda PKK’nın dağa kaçırdığı çocukları için eylem yapan annelerden PKK marşı okutan HDP’li belediye başkanına, CHP’nin ideolojik savrulmasından terörle etkin mücadele yöntemlerine dair pek çok konuyu uzman bir isim olan İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Alptekin ile konuştuk.
SÖYLEŞİ: YUSUF ÖZKIR FOTOĞRAF: İLHAMİ YILDIRIM
Etnik terör nedir?
Etnik terör kavramının iki tane temeli var. Terör kısmı yapılan eylemi, etnik kısmı da motivasyonu bize gösterir. O halde terör nedir buna bakmak lazım. Tabii terörün böyle evrensel kabul görmüş bir tanımı yok. Ama üzerinde anlaştığımız bazı kısımları var. Nedir bunlar? Terör eylemi evvela bir örgüt tarafından yani tek bir kişi değil bir örgüt tarafından yapılacak, şiddet içerecek, siyasi motivasyonla yapılacak ve bu örgüt devlet dışı aktör olacak. Genelde terörden anladığımız şey bu. Siyasi motivasyonla devlet dışı bir aktörün gerçekleştirmiş olduğu şiddet eylemi; biz buna terör eylemi diyoruz. Tabii bazıları diyor ki sivilleri hedef alması lazım. Mesela bir terör örgütü sadece askeri unsurları hedef alıyorsa terör örgütü olmaz diyenler var. Bu noktada bir muğlaklık söz konusu. Ama esasen baktığımızda gerek Türkiye’deki PKK olsun gerek dünyadaki benzer örgütler olsun, bu örgütler sivilleri de hedef alıyor, sivil dışı unsurları da hedef alıyor.
Peki bunun motivasyonu nedir?
Çünkü biliyoruz ki farklı motivasyonlar da olabilir. Mesela devrimci terör diyebileceğimiz, sol terör diyebileceğimiz bir terör çeşidi olabilir. Bunun dışında dinci terör olabilir. Afrika’da Hristiyanlık adına Müslümanlara yönelik terör saldırıları var, Budizm için yapanlar var, El Kaide’si, DEAŞ’ı özetle farklı coğrafyalarda, farklı dinler üzerinden de bunlar yapılmakta. Bir de etnik ayrılıkçı terör diyebileceğimiz bir terör çeşidi var. Bunda da motivasyon bir etnik grubu kendi tabanı olarak işaretleyip o etnik gruba güya bir devlet kurmak adına yapılan terör eylemi. Salt buradaki motivasyon bu işi terör yapmıyor. Bu işi terör haline getiren şey eylemin kendisidir.
Tabii şöyle bir yanlış anlaşılma olabiliyor. Bazen etnik terör dediğimizde zannediyoruz ki bir etnik grupla etnik grubun dışındaki diğer unsur arasında bir savaş veya şiddet var. Aslında etnik terör örgütleri en çok da kendi etnik tabanlarını vuruyorlar. Mesela PKK bir etnik terör örgütü ama baktığımızda dönüp dolaşıp bu işten en çok canı yananlar yine Kürtler. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Diyarbakır Kulp’ta yedi vatandaşımız hayatını kaybetti. PKK’nın tarihine baktığımızda da en çok hedef aldığı kitle yine Kürtler. Ajan, işbirlikçi ve beyni yıkanmış diyerek en çok da kendi etnik tabanı olarak gördüğü Kürtler üzerinde bir korku imparatorluğu sağlamaya çalışır. Tek bir yapıyı dayatmak için dönüp dolaşıp Kürt vatandaşlarını hedef alır. Etnik terör böyle bir şeydir. Motivasyonu etniktir ama eylemi terör yapan unsur, içerdiği siyasal şiddettir.
PKK EN ÇOK KÜRTLERİ ÖLDÜRÜYOR
PKK’nın propaganda içeriklerine Kürtler nasıl bakıyor?
DEAŞ dinci bir terör örgütü ama dönüp dolaşıp öldürdüğü insanlar yine Müslümanlar. PKK da böyledir. Nasıl DEAŞ çıkıp “Bunları Müslümanlar adına yapıyorum” dediği halde Müslümanları öldürüyorsa PKK da çıkıp “Ben Kürtler adına bunları yapıyorum” dese de dönüp dolaşıp yine Kürtleri öldüren bir örgüt. Baktığımızda maalesef PKK’nın Türkiye’de, Irak’ta ve Suriye’de belli Kürt kesimlerinde mağdurları çok fazla, maktulleri çok fazla ama destekleyici kitlesi de var. Örgütün desteklediği siyasi parti Türkiye’nin bazı bölgelerinde baya bir oy alabiliyor mesela. Bu nasıl oldu da mümkün oldu diye soracak olursanız, soru eğer buysa burada maalesef Türkiye’nin de geçmiş dönemlerde yapmış olduğu hatalar var. Türkiye on yıllarca Kürt vatandaşlarıyla barışmadığı için, Kürt vatandaşlarının kimliğini bir suç unsuru gördüğü için maalesef 80 darbesinde, 90’lardaki karanlık yıllarda PKK belli bir Kürt kesimini aslında arkasına alabildi. Kürtleri öldürdüğü halde alabildi. Çünkü devlet de Kürt vatandaşa gerektiği şekilde dokunamadı.
Bugüne geldiğimizde PKK’nın üç tane temel talebi var, hareketin siyasi ayağı olarak Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) de bu üç talebe sarıldığını görmekteyiz. Nedir bu üç talep? Bir, “özerklik” diyorlar. Artık “bağımsızlık” demiyorlar, biz biliyoruz hedef aslında bağımsız bir ülke ama başlangıçta daha kabul edilebilir olması açısından özerklik diyorlar buna. Türkiye’nin içinde bir Kürdistan Özerk Bölgesi oluşturmak istiyorlar. İki, Kürtçe eğitim. Tüm derslerin Kürtçe yapılmasıdır. Üçüncüsü de Öcalan’ın hapisten çıkarılması. İlk iki talebin dile getirilmesi olağan ancak Öcalan’ın serbestliği PKK’nın bir aktör olarak ortaya çıkması anlamına geliyor ve burada siyasetin dışına çıkılmış oluyor.
Doğrudur bazı Kürt vatandaşlarımız PKK’nın propagandası dolayısıyla örgütü destekler hale gelmiştir, bir kısmı da korkudan dolayı, PKK’nın yıldırma siyasetinden dolayı acziyet içerisinde örgüte esir düşmüştür, bir kısmı çoluğunu çocuğunu örgüte kaybetmiştir; bu ağır propaganda ve yıldırma siyasetinden ötürü. Ama Batı basınının düştüğü hataya düşmeyelim. Batı bize sürekli “Kürtler ve Türkler” diyor, HDP Kürtlerin partisi, PKK Kürtlerin temsilcisi ve karşısında Türkler var. Olay böyle değil aslında. Her ne kadar etnik motivasyonla bunu yapıyormuş gibi görünse de PKK ile yan yana durmayan milyonlarca Kürt var. PKK ile savaşan 80 bin korucu Kürt mesela. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, polis teşkilatında binlerce Kürt vatandaşımız PKK’ya karşı savaşmakta ve gerekirse şehit düşmektedir. Yine bölgede birçok alternatif siyasi kanallar var. Fadime Özkan geçenlerde son 7 yılda 37 AK Partili Kürt siyasetçiyi PKK’nın infaz ettiğini yazmıştı. Bölgede insanlar PKK’ya karşı siyaset yapmak için canlarını ortaya koyuyorlar. Bölgede pek çok Kürt din insanı, din alimi, öğretmen, memur, sivil vatandaş yeri geliyor garson PKK tarafından öldürülmektedir. Dolayısıyla bu örgütün etnik bir terör örgütü olması bu örgütü Kürtlerin temsilcisi kılmaz, tam tersine Kürtlerin acılarını, hissiyatlarını suistimal eden, bu acılar üzerine acı katarak var olmaya çalışan bir örgüttür aslında.
PKK’daki yoğun etnik vurgu ile Marksist-Leninist ideolojinin yaklaşımı arasındaki çelişkiye nasıl bakıyorsunuz?
Aslında PKK’nın çelişkiler içerisinde olması bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü PKK dediğimiz örgüt esasen tüm o ideolojik birikimini Öcalan’ın yazıları üzerine bina etti. Öcalan da kafası karışık bir figür. Entelektüel açıdan tutarlı bir tavır ortaya koyabilecek birisi değil. Baktığımızda doğrudur Marksist hatta Stalinist bir kanaldan gelir, totaliter bir ideolojik yapıya sahiptir, örgütte de bunu çok sert bir şekilde uygular. Fakat aynı zamanda Suriye’de Amerika ile çalışabilen bir örgüt. Madem Marksist’ti nasıl Amerika ile beraber çalışabiliyor? Öte yandan milliyetçidir, Marksizm -her ne kadar nüansları olsa da- milliyetçiliğe karşı bir düşünce olarak karşımızda durur. Ama dediğim gibi ideolojik tutarlılık aramamız gereken bir şey değil. Çıkmaz da arasak bulamayız da onu. Ama PKK “Bu ülkenin proleter sınıfı Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürtlerdir. Biz de onlara Stalinist, Marksist bir devlet oluşturacağız” iddiasıyla ortaya çıktı. Hatta öncesi de var. PKK bunu sıfırdan üretmedi. Türkiye’de aslında bu düşünceyi daha da erken ortaya koyan İbrahim Kaypakkaya gibi isimler de vardı; bu Türk solu içerisinden çıkan isimler arasında Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş de var. Bunu daha bölgesel, daha lokal, daha etnik bir sosla PKK ortaya çıkardı. PKK, “Türk solu bizi anlamıyor, Türk solu bize merkezi bir önem vermiyor. Biz bunu Kürdistan özelinde yapmaya çalışacağız” diye bir ifadeyle, iddiayla ortaya çıktı. Aynı taktik yine devrimci bir slogan, yine silahlı ayaklanma, yine askeri-polisi öldürerek güya devrim yaparak halkları halklara rağmen kurtarmaya çalışan bir proje. Ama sonuçta Abdullah Öcalan’ın projesi daha uzun vadeli oldu, diğerleri ortadan kalktı. Neden? Zaten Türkiye genelinde devrimci bir ayaklanma zamanın da konjonktürüyle -soğuk savaş bitti, komünist devletler çöktü- ortadan kalktı bu hayal.
Türkiye genelinde böyle bir devrimci silahlı ayaklanma reelde karşılığı olmayan bir şeydi. PKK bunu dağlık arazisi olan, sınır geçişkenliği olan dolayısıyla bu silahlı ayaklanmaya coğrafi uygunluğu bulunan bir alan olan Güneydoğu’da başlatmış oldu. Güneydoğu’da hatta ilk Şanlıurfa’da başlattılar, olmadı. Oranın coğrafi dokusu da sosyolojik dokusu da buna izin vermedi. Sınıra daha yakın, daha izole olan Hakkari, Şırnak gibi kırsal alanlarda bunu başlattılar. Ve bu bölgelerde uzun süre silahlı ayaklanmayı sürdürebildiler. Ama ideolojik tutarlılık yok. Fırsatçı, pragmatist, yeri geldiğinde Amerika’yla yeri geldiğinde bambaşka ülkelerle -İran’ından İsrail’ine, Yunanistan’ından Amerika’sına kadar, kendisine alan açabilecek her ülkeyle- çalışabilecek, bir nevi paralı askerlik yapabilecek bir örgüt.
HDP-PKK CHP’Yİ DÖNÜŞTÜRÜYOR
CHP ile HDP arasındaki ilişkiyi nerede konumlandırmak gerekiyor?
Orada ideolojik açıdan bakarsak bir çelişki var. Biliyoruz ki Şeyh Sait’i astıran CHP’ydi ama bugün CHP’li milletvekilleri Şeyh Sait’i anabiliyorlar. Hem Atatürkçü hem Şeyh Saitci olamazsınız ama baktığımızda CHP bunu yapıyor. Bana sorarsanız zaten CHP’nin parti teşkilatı da seçmeni de bunu çok umursamıyor. Burada artık önlerindeki ortak siyasi vizyon bir ideolojik ortaklık ve kimlik ortaklığı değildir. Onları birleştiren tek şey iktidarı devirmektir. AK Parti’ye karşı seçim sonucu elde edebilmektir. Baktığımızda da CHP’nin doğuda oyu yok, bunu biliyoruz. HDP’ye o açıdan faydası yok ama HDP baktığında AK Parti’yi devirebilecek en güçlü parti olarak CHP’yi görüyor ve CHP’ye destek sunuyor. CHP’nin de bundan çıkarı İstanbul’da, Ankara’da HDP seçmenlerinin oylarını alabiliyor. Dolayısıyla böyle bir çıkar birlikteliği var. Değer birlikteliği değil bu.
Aslında bu birliktelik CHP’yi çok da savurdu. Normalde biz şunu söylüyorduk: “CHP, HDP ile her ne kadar protokol yapmasa da iş birliği yapabilir. Destek verebilir, hatta protokol de yapabilir, seçim ittifakı da yapabilir.” Böyle bir şey olması durumunda ise, “Daha fazla kurumsallaşmış, daha fazla oy almış, daha büyük parti ağırlık merkezi olur HDP’yi kendine doğru çeker” şeklinde bir beklentimiz vardı. Ama hiç de böyle bir şey olmadı. Tam tersine HDP sabit kaldı. Hala HDP’li belediye başkanları görevde kaldıkları süre boyunca PKK marşı okutturabiliyorlar, PKK’yı çok rahat bir şekilde taltif edebiliyorlar. CHP’den bu yönde bir eleştiri gelmediği gibi, CHP’nin seçilmiş belediye başkanları PKK marşı okutturan belediye başkanlarına gidip destek verebiliyor.
CHP seçmeni biraz mızmızlansa da artık kendine düşman olarak PKK’yı değil de AK Parti’yi görüyor. Dolayısıyla Kandil’den gelen oy desteği CHP’yi rahatsız etmiyor.
CHP’liler PKK marşı okutturan HDP’li belediye başkanının yanında poz veren CHP’li belediye başkanını İzmir’de “Her yer Amed, her yer direniş” sloganları ile karşıladılar. Bunun altını çizmek gerekir. CHP seçmeni bu savrulmanın henüz farkında değil belki de. Çünkü sanıyorlar ki “AK Parti’yi iktidardan indirelim, sonra biz eski CHP’ye döneriz” ama ben CHP’nin ideolojik bir dönüşüm yaşadığını düşünüyorum.
CHP DEĞİL HDP DÖNÜŞMELİ
Peki HDP yeni bir tercihte bulunarak Kandil’le arasına mesafe koyabilir mi?
Siyasette her şey mümkündür. Ama elimizde bunu gösteren bir done yok. HDP’nin maalesef bir otonomisi yok. Kendi iradesi yok, doğrudan Kandil’den gelen sınırlar içerisinde siyasetini çizebilen bir parti. HDP’nin daha sivil, daha makul, daha akil kanadı ile iletişime geçilebilirdi. Bu kanat desteklenebilirdi. HDP içerisinde dolaylı olarak da “PKK’ya silahı bırak” mesajı gönderebilen, en azından doğrudan PKK’yı kutsallaştırmayan, PKK’yı gençlere bir rol model olarak göstermeyen, Kandil’i adres olarak göstermeyen birkaç, sayılı siyasetçi var. Bu siyasetçilerin desteklenmesi gerekirken, tam tersine CHP örneğinde gördüğümüz gibi PKK’ya destek veren belediye başkanlarını desteklemek HDP’ye de zarar veren bir şey. Bizim 6 milyon oy alan HDP’yi sivilleştirmemiz lazım.
HDP bu sorunu aşamadığı için Kayyum mekanizması işletildi. Bu sürece nasıl bakıyorsunuz?
Diyarbakır Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanan Adnan Selçuk Mızraklı seçildikten dört gün sonra, 4 Nisan 2019’da -videosu da var bunun- HDP il binasında, bugün o annelerin nöbet tuttuğu il binası içerisinde, bir kitle ile beraber PKK marşı okunurken saygı duruşunda bulundu. Okunan PKK marşıdır. Bu bazen sulandırılabiliyor, Kürt ezgisi denilebiliyor ama doğrudan PKK marşıdır o, sözlerinde PKK’nın adının da geçtiği bir marştır. Şimdi bir devlet buna izin veremez. Dünyanın hiçbir yerinde mesela Amerika’da, Avrupa’da DEAŞ’ın, El Kaide’nin marşını okutturamazsınız. Bu mümkün değildir. Hatta denilebilir ki onlar farklı türde terör örgütleri, fark etmez. Mesela İspanya’da da ETA’nın marşını okutturamazsınız hatta bırakın marşını okumayı ETA diye bir şey yok, kalmadı; siyasi partisini de kapattılar. partisini de kapattılar. Yani demokrasilerde terör örgütleri taltif edilemez, marşları okutturulamaz.
Elimizde üç tane çok somut örnek var. PKK’nın belediyelerle ilişkisine baktığımızda; PKK marşını okutmak, kitleye saygı duruşunda bulundurmak, sokaklara terörist ismi vermek ki bunları önceki dönemde de yaşamıştık maalesef, gençlik merkezleri gibi birçok belediye yerleşimine terörist ismi verilmişti. Üçüncü olarak da şehit ailelerini işten çıkarıp yerlerine değer ailesi dedikleri PKK militanlarının ailelerini pozitif ayrımcılık uygulayarak istihdam etmek. Dolayısıyla devlet buna izin veremez, vermedi. Bunun da hukuki dayanakları var. Anayasamızın 122. Maddesi diyor ki “Bir belediye suça karışmışsa, bu suçla ilgili soruşturma açılmışsa, bu belediyeye kayyum atanabilir.” Dolayısıyla kayyum ataması hukukidir.
HDP KAPATILSA PKK SEVİNİR
Madem HDP bu kadar PKK ile iç içe, kapatılması gerekmez mi?
HDP’nin her gün kapatılmak için onlarca gerekçe verdiğini düşünüyorum. Siz bugün HDP’yi ka patsanız, hiç kimse, hiçbir hukukçu çıkıp objektif olarak “ya şu partiyi neden kapattınız?” diyemez. Çünkü her şeyi yapıyor kendisini kapattırmak için. Ama siyaseten yanlış bulurum kapatılmasını, iki nedenden ötürü. Birincisi kapattığınızda başka bir isimle yeniden açılacak. Türkiye siyasi partiler mezarlığıdır. Bu çizgideki pek çok siyasi parti kapatıldı ve daha kapanmadan, yargı süreci devam ederken yenileri açıldı. Bugün HDP’yi kapatsanız yarın A-B-C açılacak. Hiç fark etmez. Demokratik Toplum Partisi’ni (DTP) kapattılar, ne oldu? Hiçbir işe yaramadı. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) çıktı, HDP çıktı. Bu işin pratik kısmı.
İkinci kısmı benim için biraz daha önemli. HDP her ne kadar suç işliyor olsa da HDP’yi kapattığınızda PKK şunu diyecek “Siyaset yapma imkanımız ortadan kaldırıldı, bize dağdan başka çare bırakmıyorlar.” Bunu söyleyecek ve maalesef bölgede bunun tesiri de olacak. Bunu dedirtmemek adına yapılması gereken şey şu; HDP’ye siyaset alanı açılmalı. Bunu yaparken de bu tüzel kişiliği, siyaset alanını açık bırakırken HDP içerisindeki gerçek kişilerin suç işlemesine izin veremezsiniz. HDP açık kalır ama HDP’li biri, bir kişiyi, bir çocuğu alıp Kandil’e yönlendirmek; PKK için para toplamak hatta bazen haraç toplamak; örgüt propagandası yapmak gibi bir suç işlediği zaman durum farklı olur. Bu suçları işleyen gerçek kişiler belediye başkanı ise görevden alınır, yargıda mahkeme süreci başlar, hiç fark etmez milletvekili de olsa parti üyesi de olsa bir terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçtur.
Bugün isterse özerklik talep etsinler, isterse Kürtçe eğitim, isterlerse en uçuk örneği bile konuşabilirler. Siyaset yapmak serbesttir ve serbest kalmalıdır. Suç olan unsur PKK’ya yardım ve yataklık yapmaktır. Bunu da hiçbir modern demokrasi suç olmaktan çıkaramaz.
HDP ile iş birliği yapan kesimler, CHP veya örtülü olarak İYİ Parti, “HDP hukuk kuralları içerisinde kurulmuş bir siyasi parti. YSK’ya başvurmuş, seçilmiş isimler. Bizim onlarla oturup konuşmamızda da bir beis yok. Bizi itham edemezsiniz” diyerek faturayı AK Parti’nin önüne koyuyorlar. Bu anlamda AK Parti bir sıkışmışlık yaşıyor mu?
Orada maalesef ciddi bir dezenformasyon kampanyası var. Şimdi YSK dediniz mesela YSK’nın mahkumiyet kararı olmayan bir kişiyi seçimden dışlama yetkisi yok. Adnan Selçuk Mızraklı seçime girme hakkına sahipti. Bu anayasal hakkıdır. YSK şunu düşünemezdi: “Ben izin verirsem bu seçildikten dört gün sonra PKK marşı okutturur.” Böyle bir çıkarımda bulunamaz YSK, ama izin verdi, aday yarıştı, seçimi kazandı, kazandıktan sonra PKK marşını okuttu. Marş okutulması konusunu tekrar tekrar söylüyorum çünkü hep sulandırılıyor, siteden bayrak kaldırılmasının bahanesi bulunur ama bu çok net bir tutumdur. CHP’nin de söylemediği bu, bunun bir mazereti yok. Peki, yasal bir parti mi, evet yasal bir partidir. Bu parti ile seçim ittifakı yapabilir misiniz? Yapabilirsiniz, sıkıntı yok.
Sıkıntı şurada. CHP’li isimler gidip doğrudan HDP’nin suç işleyen isimlerinin yanında yer alıyorlar. Tekrar söylüyorum üstüne basa basa PKK marşı okutturan, PKK marşı okunurken saygı duruşunda bulunan adamın yanındalar, ona desteğe gidiyorlar. Onu İzmir’de alkışlarla karşılıyorlar. Bu çok tehlikelidir.
ÇOCUKLARI KAÇIRMAK İNSANLIK DIŞI
Diyarbakır HDP İl Başkanlığı önünde Kürt analarının 22 Ağustos’ta başlayan bir direnişi var. Analar niye HDP İl Başkanlığı önünde?
O ailelerle yapılan mülakatlara baktıysanız şunu diyenler var, mesela bir baba diyor ki ,“Oğlum en son geçen Ramazan’da bu binaya girmişti. Daha sonra görmedim oğlumu.” Hepsi değil ama bir kısmının hiç haberi yok çünkü onlar olağan şüpheyle oraya gitmiş, ama birçoğu da biliyor ki oğlu/kızı HDP ilçe binasına, gençlik merkezine gitmeye başladı, radikalleşti, daha sonra ortadan kayboldu. Hatta bir kısmı haber de almışlar. Bir kısmı Kandil’den, Suriye’den, Irak’tan haber uçurmuş; farklı farklı yerlerden. Ve “Biz artık buradayız, istesek de gelemeyiz” diyenler de var, bu yazışmaları gösterenler oldu kameralara. Şimdi şu söyleniyor; “HDP onları kaçırmadı, gitmişlerse kendi rızaları ile gitmişlerdir.” Bunların büyük bir çoğunluğu çocuk yaşta katılmış örgüte, 9-10 yaşına kadar düşüyor rakam. Ama büyük bir çoğunluğu hatta PKK’nın kendi propaganda filmlerine bakın, birçok terörist kendi hikayesini anlatırken 15-16 yaşında örgüte katıldığını söylüyor.
O yaşta bir çocuğun araba sürmeye ehliyeti yok, oy kullanmaya ehliyeti yok, evlenmeye ehliyeti yok, terörist olmaya da ehliyeti yoktur. O yüzden bugün maalesef bazı sol kesimler “Yani bunları çuvala mı koymuş kaçırmışlar?” diyor. Hayır, çuvala koyup kaçırmamış ama 9-10 yaşında bu çocuklara devlet düşman olarak gösterilmiş, “Devlet bize soykırım yapıyor, sen de halkının kurtuluşu için çıkıp Türkleri öldürmelisin. İçimizdeki işbirlikçileri, ajanları öldürmelisin” denilmiş. Bu çocukların zihinleri doldurulmuş. Gençlik merkezlerinde ve HDP’nin farklı birimlerinde yapılmış bu. O birimler tespit edilince kapatılıyor zaten. CHP’nin itiraz ettiği konulardan bir tanesi de bu. Bu yerlerin kapatılmasıdır. Dolayısıyla o anneler, babalar kimin sorumlu olduğunu biliyorlar, hesap sormaya gidiyorlar.
Bölgenin dinamikleri açısından bakıldığında anaların bu direnişi bir ilki oluşturuyor. Kürt sosyolojisinde nasıl bir etkisi olur?
PKK’ya Kürtlerin örgütlü direnişi iki şekilde sürüyor. Birincisi koruculuk sistemi üzerinden, silahını alıp kendi köyünü, kendi ailesini PKK’ya karşı koruyarak oldu. Yani devletinin yanında yer alarak. Sayısı 80 bini bulan vatandaşımızın bir çoğunluğu Kürt’tür zaten; PKK’ya karşı mücadele ediyor. İkinci örgütlü direniş AK Parti üzerindendi. Bölgede PKK’nın siyasi kolu dışındaki tek siyasi örgütlenme AK Parti. HÜDA-PAR gibi daha küçük partiler var ama daha geniş, en fazla desteğe sahip parti AK Parti; ilk defa bir sivil inisiyatifle, bir parti örgütünün, bir devlet teşkilatından bağımsız olarak varlığını gördük.
Anaların direnişi ise Hacire ana ile başladı. Şu anda sayı 49 aileye kadar ulaştı. Belki daha da büyüyecek, bu açıdan bir ilk oldu. Bize şunu gösteriyor PKK’nın oradaki korku duvarı yıkılmış. Ve insanlar artık çıkıp PKK’dan HDP’den hesap sorabiliyorlar. Bu bir artıdır. Hatta sadece bu değil yine geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’nin birçok kentinde Şırnak’tan Bingöl’e kadar yüzlerce binlerce insan yürüdü Türkiye bayrakları ile. Çünkü vatandaş artık şunu diyor: “80’lerde, 90’larda kimliğimizden dolayı acı çektik, ama bugün Kürdüm diyebiliyorum. Kürtçe konuşabiliyorum. Burada oy verdiğim partinin temsilcisi Kürtçe konuşarak miting yapabiliyor. Kürtçe afiş asabiliyor. Dolayısıyla o baskı kalmadı.”
Bunu görenler var ama görmeyenler de var. Çünkü hakikaten o 80’lerin, 90’ların acısı artık çok derine işlemiş. Vamık Volkan’ın deyimiyle seçili bir travma ortada görüyoruz. Bugün bu travmayı kaşıyor PKK. Orada kan aktıkça PKK bu acıdan beslenecek. Kaçırdıkları çocuklar öldükçe PKK buradan güçleniyor. Çünkü her ölen çocuğun arkadaşı, kardeşi, kuzeni örgüte bir sempati beslemeye başlıyor. Bu örgütü bitirmenin yolu da o yüzden son teröristi öldürmek değil, çünkü son teröristi öldürdüğünüzde onun kardeşleri, kuzeni de katılabiliyor örgüte, bitmiyor. Ama son terörist dönüp annesine, babasına gelirse o zaman bu örgüt ortadan kalkacak. Nasıl dönecek? Bir, bu çocukları Kandil’e kaçıran o yolları keseceğiz; ama kayyum atayarak ama farklı yollarla. İki, çocuklarını geri isteyen annelerin yanında duracağız, destek olacağız; madem böyle bir cesaret örneği ortaya çıktı, bu iş sadece devletle olmaz. CHP de yanlarında durmak zorunda -her ne kadar sulandırmaya, görmemeye çalışıyor olsa da- hatta HDP de içerisindeki “Şiddet dursun, barış gelsin” diyen insanlar bu dediklerinin arkalarındalarsa onlar da parti binasından çıkıp orada oturmalı, PKK’dan hesap sormalılar.
PKK YALNIZLAŞTIRILMALI
PKK’ya dış destek kesilir mi veya ne olursa kesilir?
Bu örgüt bitecekse eğer adına “yalnızlaştırma stratejisi” dediğim bir yolla bitecek. Nasıl yalnızlaşacak? Bağlantıları kesilecek. Nereden kesilecek? Bir, tabandan yani kandırdığı, endokrine ettiği bir şekilde avucuna aldığı ve insan devşirdiği, para topladığı, istihbarat aldığı insanlarla bağı kesilecek. Bu ise yurttaşlar doğru bilgilendirilerek, devletin onlara dokunmasıyla olacak.
İkincisi de dış desteğin kesilmesidir. Çünkü ne kadar kızgın olursanız olun silaha ulaşmak, silah bulundurmak o kadar kolay değil. Bir devletin size silah vermesi gerekiyor. PKK bu yönden bu zamana kadar hiç sıkıntı yaşamadı. İran’dan, Suriye’den, Rusya’dan, Yunanistan’dan bugün Amerika’dan her şey akıyor; para, silah hatta bugün meşruiyet vermeye çalışıyorlar bu örgüte. Bunları kesmek zorundayız ama kesebilecek miyiz? Zor. Çünkü İran kesse İsrail başlar, İsrail kesse Yunanistan başlar, o kesse Ermenistan başlar. O yüzden hepsini aynı anda kesmek zor ama başka da bir seçeneğimiz yok. Benzer örneklere baktığımızda bu örgütlerin çözülmesi dış desteklerin kesilmesi ile oldu. ETA örneği böyle oldu Fransa’daki yapısı çökertildi. İRA örneği böyle oldu Kaddafi gemilerle silah gönderirdi. Amerika’daki Irish Pub dedikleri mekanlardan para toplarlardı, bunlar kesildi.
Üçüncü aşamada da kendi tabanı ile yabancılaşması gerekiyor. Yani bu örgüt bitecekse, bu şekilde yalnızlaştırılarak bitecek.
Fakat sol mahalledeki PKK sempatisi baya yüksek...
Maalesef. Sol cenahın içinden gelen bir isim Cüneyt Cebenoyan’ın tabiriyle “Sol mahalle PKK’ya saygı duydu.” Halen de saygı duyuyor, bunu diyen Cüneyt Cebenoyan yakın zamanda kaybettiğimiz bir gazeteci. Ablasını PKK saldırısında kaybetti; The Marmara Hotel’in altındaki pastanede. Solcu, mahallenin içerisinden bir gazeteci artık şunu söyledi “Maalesef ablamın katili mahallemde saygı görüyor.” Entelektüellik adı altında, aydınlık adı altında devrimci şiddet gerekliliği etiketi adı altında PKK kutsanıyor, kutsandı, toz kondurulmadı. Ve o sol mahalle üniversitelerde güçlü olduğu dönemde maalesef pek çok üniversiteli genci Kobani’ye Kuzey Suriye’ye oradan da Kandil’e aktarmalı bir şekilde yönlendirdi. Ve maalesef bazı akademisyenlerimizin iyi niyetli olanları da bu hataya düşüp hep devleti öcü olarak göstererek, şeytanlaştırarak, devleti Kürt katili, soykırımcı, bir düşman gibi göstererek üniversitelerdeki gençleri Kandil’e ve Suriye’ye yönlendirdiler.
ANNELERİN CESARETİ DESTEKLENMELİ
Sadece sol mahalle değil kapitalizmin zirvesini yaşayan bazı oyuncu, tiyatrocu ve şarkıcıların PKK sempatisi de tavan yapmış durumda...
Türkiye’de sol cenahın yaptığı “Devlet düşman, devlet kötü” propagandası tuttu. Bu devlet askeri darbeler üzerinden farklı farklı kesimlere sert davrandı, çok büyük yanlışlar yaptı. Ama bu somut, objektif yanlışlıklar solun propagandist dilinde devleti savaşılması gereken bir düşman olarak konumlandırdı. Ve bunu popüler kılmayı da becerebildi. O şarkıcılar da oyuncular da bu popülarite üzerinden aslında ideolojik içeriğini de bilmeden bunu söyleyebiliyorlar. Tüm PKK eylemlerinde, orman yakmalarında ilk refleks, ilk tepki “PKK yapmamıştır, derin devlet yapmıştır” şeklinde oluyor. PKK’nın “Hayır ben yaptım” dediği yerde de ama devlet de şunu yapmıştı şeklinde bir refleksi ortaya çıkıyor. Veya haberlerde faili vermiyorlar. Kimi zaman eylemin terör eylemi olduğunu belirtmekten kaçınıyorlar. Failleri görmeme durumu söz konusu, biz bunun farkındayız, görüyoruz. Ama bunu ısrarla görmek istemeyen kitleler de var, bu odaklarda o kitlelere hitap ediyorlar. Ve çok büyük zarar veriyorlar. Eğer sen bugün gerçekten barış isteyen, evladını isteyen annelerin yanında durmuyorsan, onları görmüyorsan yarın çıkıp da barış deme hakkın yok. Bugün Diyarbakır’da annelere destek vermeyen insanların hizmet ettiği tek nokta bilerek veya bilmeyerek PKK olmuş oluyor.
CHP, İYİ Parti ve bazı sanatçılar da AK Parti ve MHP gibi Diyarbakır’daki anaları destekleyen bir pozisyonda dursalardı PKK açısından nasıl bir tablo oluşurdu?
PKK çok çok yalnızlaşırdı, bence ciddi bir kriz yaşardı. PKK’yı bitirmek istiyorsanız bunun en etkili yanı Kandil’i bombalamak da değil. En etkili yanı PKK’yı utandırmak, tüm bu suçlarını, kabahatlerini yüzüne vurmaktır. Bölgedeki insanların yüzüne de “PKK işte böyledir.” diye haykırabilmektir. Bugün CHP’nin veyahut bu sol dediğimiz aydınlık kesimlerin takındığı tavır ikircikli bir mesaj gönderiyor. “PKK’yı anlayalım, PKK o kadar da kötü bir örgüt değil, insan kaçırmaz zaten buradaki annelerin buraya gelmemesi gerekirdi. AK Parti’den çocuklarını istemesi gerekirdi” gibi bir tavır bu. Maalesef PKK’ya suçüstü yapılmışken, her şey bu kadar netken resmi sulandırmaktan başka bir işlev görmüyor.
CHP’liler HDP ile olan ilişkileri konusunda “AK Parti çözüm sürecini yönetti, o zaman devlet PKK ile görüştü. Biz de şimdi HDP ile yakın temas halindeyiz. Dolayısıyla bizi eleştiremezsiniz” diyorlar. Çözüm sürecini yönetmekle, CHP-HDP ilişkisi aynı şey mi?
Farkı şu, bir kere devlet hiçbir zaman doğrudan PKK ile görüşmedi. İstihbarat herkesle görüşür. İstihbaratın işi o. Düşmanı ile görüşür, bilgi toplar o ayrı bir durum ama AK Parti hükümet olarak, seçilmiş irade hiçbir zaman PKK ile bir görüşme içerisinde olmadı. Ama dolaylı ikna yöntemleri kullanıldı. HDP üzerinden, farklı kanallar, sivil kanallar üzerinden. Şu ayrımı gözetmek lazım; hükümetin tek bir şartı ve hedefi vardı; hedef PKK’nın silahsızlanması ve terörün son bulmasıydı. Şartı da “Silah kullanmayacaksınız, şiddet kullanmayacaksınız” idi. Ne zaman ki PKK 20 Temmuz’da Adıyaman’daki, 22 Temmuz Ceylanpınar’daki, 23 Temmuz’da Diyarbakır’daki hain saldırıları ile 2015 yazında teröre döndü ve devlet tüm şiddetiyle terörü cezalandırmaya başladı. Çünkü devletin “Silah kullanmayacaksınız, kan akıtmayacaksınız” şeklinde tek şartı vardı. Bugün CHP-HDP ilişkisi çok farklı.
Bugün PKK kan akıtıyor. Ve bugün CHP’nin ve dolaylı olarak da İYİ Parti’nin yaptığı şey kan akıtan örgütün HDP içerisindeki uzantılarını, temsilcilerini desteklemek. Madem HDP’ye yardımcı olmak istiyorsun HDP’nin sivil kanadı varsa eğer onları bul, onların önünü aç.
AK PARTİ’YE KÜRTLERİN DESTEĞİ YÜKSEK
Kürt seçmenin zaten takriben yarısı AK Parti’ye oy veriyor. Son seçimde AK Parti MHP’lileşti dendi. Fakat aksine Ağrı’yı, Bitlis’i, Şırnak’ı AK Parti HDP’den aldı. HDP AK Parti’nin hangi ilini aldı? Hiçbirini alamadı. AK Parti hiçbir ilini HDP’ye kaybetmedi. Demek ki Kürtler AK Parti’ye oy vermeye devam ediyorlar. AK Parti’ye oy veren Kürt yine AK Parti’ye oy veriyor, büyük metropoller HDP’ye oy verenlerin CHP’ye vermesi ile kaybedildi. Denklemi değiştiren bu olmuş oluyor. Türkiye’de nasıl diğer etnik gruplar blok halinde oy kullanmıyorsa Kürtler de blok halinde oy kullanmıyor. Nasıl Türkü, Çerkezi, Lazı, Arabı farklı farklı partilere oy verebiliyorsa Türkiye’deki Kürtler de HDP ve AK Parti arasında oy kullanarak genelde ikiye ayrılıyorlar.
AK Parti açısından bakıldığında bundan sonra ne olur?
Evvela şu kayyum sürecini yönetmek lazım, çünkü CHP’nin de HDP’ye verdiği destekle, İYİ Parti’nin verdiği dolaylı destekle, halkın iradesini gasp etmek olarak lanse ediliyor. Hiç kimse orada okunan PKK marşını seçmenine söylemiyor. Bugüne kadar ülkedeki Kürt kimliğine dair ne verildiyse, hangi hak teslim edildiyse bunu AK Parti yaptı. Kürtçe konuşmaktan tutun da yer isminden, televizyon kanalına, propaganda afişlerine kadar her şey AK Parti döneminde yapıldı. Öncesinde sıfırdı. Bunu anlatması lazım AK Parti’nin.
Bir de şu var tabii AK Parti standardı yükselttikçe beklentiler de yükseliyor. AK Parti HDP desteği ile CHP’nin büyükşehir belediyelerini kazanmasıyla oluşan yeni süreci de dikkatle değerlendirmelidir.