Kriter > Dosya > Dosya / Azerbaycan'ın Ermenistan Zaferi |

Nuri Paşa’dan Günümüze Jeopolitik Aklın Sürekliliği


Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Osmanlı’nın Bakü’yü kurtarmak için Azerbaycan’da kurduğu Kafkas İslam Ordusu ile uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı Azerbaycan’ın Ermenistan işgalinden kurtarmak için verdiği azatlık savaşında Türkiye’nin verdiği destek, fonksiyonları itibarıyla birebir bir jeopolitik tekerrür ve süreklilik hadisesidir.

Nuri Paşa dan Günümüze Jeopolitik Aklın Sürekliliği

Tarih tekerrürden ibarettir kelamı herkesçe bilinir. Aslında bu bir sürekliliğin ifadesidir ve tahakkuk olarak tezahürüdür. Tarihi tekrardan tekrara döndüren şey nedir öyleyse? Kanaatimizce, bu sorunun cevabı tarihi oluşturan amillerin çoklu tabiatında gizlidir ve hemen akla gelen siyasi, iktisadi, dini, içtimai, kültürel, askeri, teknolojik, coğrafi vb. sebepler sayılabilir. Ama bunlar içinden bir tane birleşik etmen çıkarmak da mümkündür: Jeopolitik... Bunun gibi jeoekonomi ve jeokültür de ilk etapta sayılabilecekler arasındadır. Elbette, son üç faktör birbiriyle çok alakalıdır. Tarihin tekerrür etmesi aslında bir bütünsel bağlantısallık içerisindeki tüm değişkenlerin etkileşimlerinin sürekliliği sonucu olarak ortaya çıkıyor olsa gerektir.

Cihanşümul bağlantısallık içerisindeki tarihsel tekerrürün serimlerinden biri hiç kuşkusuz jeopolitik sürekliliktir. Jeopolitik sadece coğrafya ve politika etkileşimi değildir. İlgili herkesçe az ya da çok malumdur ki jeopolitiğin; siyasi sınırlar, coğrafi konum ve özellikler, topografya, yeraltı-yerüstü zenginlikleri gibi değişmeyen unsurları; sosyokültürel değerler, ekonomik değerler, yönetim biçimi, siyasi yapı, siyasi değerler, askeri değerler, teknolojik imkan ve kabiliyetler, nüfus gibi değişen unsurları vardır ve jeopolitik tüm bunların zaman içerisinde oluşturabileceği ve/veya etkileşim içinde olabileceği yeni durumlar, yeni tehditler, yeni riskler ve yeni fırsatların bütünleşik değeri olarak görülebilir.

 

Tekrar Eden Tarih

Kafkas İslam Ordusu, Osmanlı Devleti’nin Bakü’yü Sovyet işgalinden kurtarması için kuruldu ve komutanlığına Nuri Paşa getirildi. Enver Paşa’nın kardeşi olan Nuri Paşa, aslında o sıralarda yarbay rütbesinde 28 yaşında genç ve başarılı bir subaydı. Ondan daha kıdemli askerlerin onun emrinde çalışmalarında bir sorun çıkmasın diye Sultan Vahdettin tarafından kendisinin temsilcisi olarak tayin edildi ve fahri ferik yani general yapıldı. Kafkasya Müslümanları Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı’ya müracaat ederek askeri yardım talebinde bulunmuşlardı. Yetkililer yardım konusunda tereddütsüz idiler, ancak nasıl yapılabileceği üzerinde müzakereler yürütülüyordu. O sıralarda Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu ve yardım talebi resmiyet kazandı. 4 Haziran 1918’de o zamanlar Osmanlı toprağı olan Batum’da Saltanat-ı Seniyye-i Osmaniyye ile Azerbaycan Hükümet-i Cumhuriyyesi arasında imzalanan antlaşma ile iki devlet arasında her türlü iş birliği ve yardımlaşma yapılabilir hale getirildi ve uluslararası hukukun teminatı altına alınmış oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Osmanlı’nın Bakü’yü kurtarmak için Azerbaycan’da kurduğu Kafkas İslam Ordusu ile uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı Azerbaycan’ın Ermenistan işgalinden kurtarmak için verdiği azatlık savaşında Türkiye’nin verdiği destek, fonksiyonları itibarıyla bir jeopolitik tekerrür ve süreklilik hadisesidir. Yüzyıl arayla bir nevi kendini tekrar eden jeopolitik bir olayla karşı karşıyayız. O günlerde Bakü, Sovyet Rusya işgali altındaydı. Doğrusu, Azerbaycan toprakları da aynı akıbeti yaşıyordu. İşgal Rus işgaliydi ama Ermeniler kraldan çok kralcı davranarak Ruslardan geri kalmıyordu. Azerbaycan’ın her tarafına Ermeni iskan ederek nüfus yapısı değiştirilmeye çalışılıyor, işgale ve zulme karşı koyanlar şehit ediliyor, Müslüman Azerbaycan Türkleri sindirilmeye çalışılıyordu. Bir tarafta Ruslar ve Ermeniler, diğer tarafta ise onlar kadar zulmetmese de Gürcüler vardı. Ayrıca güneyde İran’ı kontrol eden İngilizlerin gözleri de Bakü üzerinde idi. Osmanlı Devleti Bakü ve Azerbaycan’ın Türklerin olmasından başka hiç bir seçeneğe evet demezken, cihan savaşındaki müttefiki Almanlar Gürcistan’ı işgal etmiş, kendini Kafkasların hakimi gören bir iradeyle Bakü’nün ve dolayısıyla Bakü petrollerinin Ruslara da, İngilizlere de ve fakat müttefiklik ilişkisi içinde oldukları Türklere de kalmasını istemiyordu. Tam bir karmaşa, tam bir kaos, tam bir ikili oyunlar sahnesi!

Ermenistan’ın Rusya destekli Karabağ işgali/Hocalı katliamı ve yıllar sonra Amerika destekli Paşinyan hükümetinin doğrudan sivillere saldırısı bir süreç olarak incelendiğinde 1918’de oluşan jeostratejik ve jeopolitik aklın 2020’de tekrar ortaya çıktığı görülmektedir. 100 sene önceki jeopolitik akılla bugünkü akıl aynı devlet aklıydı. Tek farkla ki, bugünkü akıl sonuç alıcı bir stratejik hamlenin haklı gururunu da bizlere yaşatmıştır. Birinci Dünya Savaşı şartlarının yokluk ortamında varlık sahnesine koyulan Kafkas İslam Ordusu yerine, şimdi güçlü ve donanımlı Azerbaycan ordusu vardır. Karabağ işgali ve katliamları esnasında kardeşliğini ortaya koyamayan Türkiye, hemen ardından uluslararası hukuk çerçevesinde imzaladığı iş birliği anlaşmalarıyla Azerbaycan ordusunun ve askerinin karşı koyulamaz bir güç haline dönüşmesine katkıda bulunmuştur. Kafkas İslam Ordusu’ndan bugüne jeopolitik aklın tezahür alanları farklı olabilir, fakat sürekliliği itibarıyla mezkur iki ordu öncesi ve sonrasıyla aynı bütünün parçaları olarak tarihte yerlerini almışlardır.

Dün Osmanlı ve Azerbaycan, bugün Türkiye ve Azerbaycan tehditler, fırsatlar ve riskler itibarıyla benzer meydan okumaların içindeler. O gün bir jeoekonomik değer olan Bakü petrolü jeopolitik işgal ve istila unsuru olarak, emperyalist devletlerin sahip olmak için Kafkasya’yı cehenneme çevirmelerine sebep olurken, bugün aynı petroller ve doğalgaz bölgenin bir jeopolitik kalpgah olarak yeni bir paylaşım ve hakimiyet alanı hüviyetiyle Rusya ve Amerika’nın nüfuz savaşına sebep olmaktadır. Yani, aslında bir taraftan bakıldığında değişen bir şey yok; aynı jeoekonomik değerler ve aynı jeopolitik meydan okumalar... O günkü müstevli aktörlerin devamı olarak Rusya nüfuzunu kaybetmemek, diğerlerinin yerine Amerika ise Rusya’ya karşı oluşturduğu gücün zayıflamaması için Kafkasya haritasını Ermenistan piyonunu kullanarak kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda satranç tahtası gibi kullanmaktadırlar. İran ayrı bir oyun içindedir ve 1918’de Kafkas İslam Ordusu ve Azerbaycan’ın yanında olmadığı gibi, 1992’de ve 2020’de de Rusya, Ermenistan ve Amerika’ya karşı Azerbaycan’ın yanında yer almamıştır. Ama beri tarafta değişen bir şey vardır: Türkiye. Türkiye’nin jeopolitik gücü stratejik aklı seviyesinde operasyon yapabilme kapasitesine ulaşmış ve hem kendi hem de kardeş ülke çıkarları doğrultusunda oyun kuran ve karşı oyunları bozan bir faktör haline gelmiştir.

Türkiye’nin sert gücü jeopolitiğin, yumuşak gücü ise jeokültürün tezahürü olarak entegre bir sarmal gibi askeri harekatları daha önce görülmemiş bir evreye yükseltmiştir. Somali’den Libya’ya ve Mavi Vatan’a, Katar’dan Azerbaycan/Karabağ’a kadar oluşan yeni jeostratejik alanda aynı kültürel değerleri taşımanın getirdiği avantajların “tek millet iki devlet” anlayışıyla stratejik çıktılara dönüştürüldüğü bir zamana şahit olmaktayız. Dost ve kardeş ülke olmanın gereği olarak, Adalar Denizi sorunları söz konusu olduğunda Azerbaycan Yunanistan’a her hal ve şartta Türkiye’den yana olacağını resmi olarak bildirmişti. Gerçi, adalar konusunda Türkiye zaten her hal ve şartta haklıdır ve meşru haklarını savunmaktadır ama bir kardeş ülkenin tavrını şartsız bir şekilde ortaya koyması önemlidir. Nitekim Türkiye, Osmanlı zamanında Kafkas İslam Ordusu’nu şartsız bir şekilde teşekkül ettirmiş ve Bakü ile birlikte Azerbaycan’ın azatlığının emrine vermişti. Tarihin tekerrürü ve jeopolitik aklın sürekliliği bu olsa gerektir.

Bakü'nün Kurtuluşu

Nuri Paşa’nın Emekleri

Karargahını Gence’de kuran Nuri Paşa, önce alan temizliği yaparak ordusunu kurma ve ikmal etme çalışmalarını yürüttü. Bakü iki büyük taarruz neticesinde zapt edildi. Ağustos 1918’de yapılan taarruz, tam Bakü’ye süngü değmişken top mermisi yetersizliği sebebiyle akim kaldı ve ordu şehitler vererek geri çekildi. Doğrusu, Nuri Paşa çok yetersiz şartlarda bir ordu kurmuştu. Yeterli sayıda gönüllü asker olmamasının yanında, İstanbul’dan istediği asker, silah ve mühimmat da çoğu kere olumsuz cevap aldı. Diğer taraftan Almanlar sürekli İstanbul’a baskı yaparak harekatı engellemeye çalışmaktaydılar. Enver Paşa bir telgrafta Almanların göreceği şekilde Nuri Paşa’ya dur derken, şifreli telgraflarla Bakü’yü ve Kafkasya’yı kurtarmalarını emrediyordu.

Nuri Paşa’nın bu zor durumda bir yönüyle derme çatma diyebileceğimiz bir orduya taarruz emri vermesinin sebebi işgalci düşmanın Bakü’de gücünü artırmasına imkan tanımamak fikriydi. Başarısızlıkla sonuçlanan ilkinden sonra, ikinci taarruz için hazırlıklar yapılırken İstanbul’dan da bir miktar yardım gönderilmiş, hatta eski Kutu’l-Amare kahramanı yeni Şark Orduları Grup Komutanı amcası Halil Paşa da yardıma gelmişti. Yaptıkları deha işi bir stratejik planla birkaç saatte muharebenin seyrini belirlemişler ve sonraki birkaç saatte de harbi bitirmişlerdi. Şöyle ki; mevzilenmeyi düşmanın keşif uçaklarının rahatlıkla gözlemlediği kuzey tarafına yapıp sahte saldırıyı da oradan başlatmışlar ama asıl hücumu batıdan yaparak düşmanı şaşırtmış, boşa düşürmüş ve çok kısa bir zamanda sonuç almışlardı. Aç, susuz, hasta, silahsız, cephanesiz, mühimmatsız velhasıl her türlüsünden imkansızlıklar içerisinde yürütülen bu savaş tam bir zaferle neticelenmişti. Artık Bakü özgürdü. Ancak Bakü’yü Sovyet ve Ermeni işgalinden kurtaran bu ordu, Mondros Mütarekesi gereği geri çekilmek zorunda kaldı. Nuri Paşa’nın ondan sonra esarete dönüşen hayatı İstanbul’da şehadetle sonsuzluğa kavuştu.

Nuri Paşa, Bakü ve Mahaçkale dahil pek çok şehir, kasaba ve köyün azat edilmesinin ardından, önce Azerbaycan ordusunun başına geçti, sonra Bakü İngiliz esaretine girince o da tutuklandı. Esir tutulduğu hapishaneden kaçırıldı ve vatanına döndü. Tarihin gördüğü ender şahsiyetlerden biri olarak, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında, yerli ve milli üretimlerle savunma sanayiinde ülkesine eşsiz hizmetler sunmaya devam ederken, çalışanlarıyla birlikte havaya uçurulan silah fabrikasında 1949’da İstanbul’da, yani vatanında şehit edildi. Bunu kimin yaptığı bilinmemekle birlikte, o yıllarda ülkemizin hangi ülkelerle silah anlaşmaları yaptığına ve bu anlaşmaları hangi devlet yöneticisinin yaptığına bakınca anlamak hiç de zor olmamaktadır. Ömrünü istiklal, bağımsızlık ve hürriyet için savaş meydanlarında geçiren bir asker, nice cephede ölüme meydan okuduktan sonra sivil hayatta mandacı ve sömürgeci zihniyet tarafından bombalarla şehit edildi.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası