ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı ve ardından Taliban’ın hızlı bir şekilde ülkenin neredeyse tamamında kontrolü ele geçirmesi, başta ABD olmak üzere dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasında demokratik düzen vaat ederek işgal ettiği Afganistan’da halkı yüzüstü bıraktığı yorumları yapıldı. Böylesi bir geri plansız çekilmenin, Amerika’nın dünyanın birçok bölgesindeki müttefikleri açısından olumsuz sinyaller verdiği tartışılıyor. Amerikan kamuoyunun büyük kısmı ABD’nin Afganistan’daki maliyetli varlığına karşı çıkmaktaydı, ancak çekilmenin şekli ve medyaya yansıyan görüntüler, uluslararası toplumda şok etkisi ortaya çıkardı. Şüphesiz bu görüntüler ve önümüzdeki günlerde Afganistan yerelinde yaşanacak gelişmeler, dünya kamuoyunu şaşırtmayı sürdürecek. Batı kamuoyundan gelen tepkiler, ABD Başkanı Joe Biden’ı zor durumda bırakırken, Biden yaptığı basın toplantısında, Afganistan’dan çekilme kararının arkasında olduğunu ifade etti.
Uluslararası sistem açısından asıl tartışılacak konu ise NATO’nun Afganistan’dan çekilmesinin stratejik anlamı ve sonuçları idi. 11 Eylül sonrası NATO ittifakı tarafından işgal edilen Afganistan’da, NATO’nun askeri varlığının sonlandırılması, “teröre karşı küresel savaş” parantezinin kapatıldığının en somut göstergesidir. Bu çekilme diğer noktalarda da kademeli olarak gerçekleşecek gibi… ABD bundan sonrası için yeni önceliğine, yani Çin ile stratejik rekabete ve Çin’i sınırlandırma hedefine odaklanacak. Afganistan’dan çekilme ve benzeri adımları, bu çerçevede stratejik bir planın parçası olarak ele almak daha yerinde olacak. ABD’nin yakın zamanda Avrupa’daki askeri varlığını azalttığına tanıklık etmek sürpriz olmaz. Asıl şaşırtıcı olan ise Avrupalı karar alıcıların halen böylesi bir senaryo karşısındaki hazırlıksız durumlarını muhafaza ediyor oluşları. ABD’nin bundan sonraki büyük stratejik hamleleri büyük ölçüde Çin’i dengeleme odaklı olarak şekillenecek gibi duruyor.
Jeopolitik Boşlukların Yönetimi
ABD’nin son dönemde istediği şekilde düzen kuramadığı ve yönetemediği bölgelerde, stratejik bir geri çekilme yaklaşımını hayata geçirmeye çalıştığı görülüyor. En son Afganistan örneğinde de görüldüğü üzere, Washington çekilirken kaos ve karışıklıklara neden olabilecek boşluklar oluşturuyor. Kamuoyunda gündeme gelen ABD yenildi ve ardına bakmadan kaçıyor şeklindeki yorumlar, olanı tam aksettirmiyor. ABD son yirmi yıldır işgal ettiği veya müdahale ettiği bölgelerde istediği şekilde düzen kuramamış hatta asimetrik savaşların neredeyse hepsinde yenilmiştir, ancak mevcut durumda çekilme stratejisini, belirli bir plan çerçevesinde hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu stratejinin ne düzeyde başarılı olduğu/olacağı sorgulanabilir ancak hesapsız, plansız çekilme ve kaçma iddiası gerçeği yansıtmıyor.
ABD çekilirken, belirli güç boşlukları oluşturuyor ve bu boşlukların kendi çıkarları ile uyumlu bir şekilde işlevselleştirilmesine çaba sarf ediyor. ABD’nin öncelikleri arasında, çekildiği bölgelerde aleyhine kullanılabilecek kaos ve terör odağı oluşmasını engellemek, düşman ve rakiplerinin bu bölgelerde tamamen hakim olmasının önüne geçmek ve mümkünse çekilirken rakip ve düşmanlarının kendi aralarında çekişerek, birbirlerini yıpratabilecekleri bir kurgu bırakmaktır. Yani sahada kendi maliyetini ve riskini azaltırken, rakip ve düşmanlarına tuzaklar bırakarak çekilmeye çalışıyor. Şüphesiz böylesi iddialı bir strateji, saha gerçekleri ile karşılaşınca geri tepebilir veya başarısız olabilir.
Bu stratejinin son dönemde tercih edilir seçenek haline gelmesinde, düzen kurma çabalarının son derece maliyetli ve riskli olmasının yanı sıra düzen kurma çabasının düşman ve muhaliflerini bir araya getirdiği gerçeğinin de rolü vardır. Üstelik Washington yönetimi, NATO müttefikleri ve yerel müttefiklerinin kendi düzen kurma çabalarına yeterince destek olmadığından da şikayetçidir. Hem Obama yönetimi hem de Trump yönetimi, ABD’nin özellikle NATO müttefiklerinin askeri harcamalar ve bölgesel operasyonlara katılma konusunda daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini müteaddit defalar dile getirmişlerdi. Avrupalı aktörler ise tehlike kapılarını çalana kadar sorumluluk almaktan uzak duruyorlar.
Dünya Jandarmalığı Parantezinin Kapanması
ABD, Soğuk Savaş sonrası soyunduğu ve 11 Eylül saldırıları sonrasında ivme kazandırdığı “dünyanın jandarması” olma rolünden sıyrılarak, kendi askeri ve ekonomik kapasitesi ile uyumlu daha gerçekçi sınırlara çekilmeye çalışıyor. Liberal argümanların ve liberal düzen inşa etme iddiasının saldırgan bir şekilde hayata geçilmeye çalışılması hem liberal uluslararasıcılık iddiasına hem Amerikan çıkarlarına hem de bu stratejinin sonuçlarına maruz kalan aktörlere zarar vermiştir. Saldırgan ve yayılmacı “liberallik”, yerini daha dengeci ve akılcı bir realizme terk etmektedir. Bu değişim, ABD’nin küresel iddialarından vazgeçtiği anlamına gelmez, sadece iddialarını gücü ve kapasitesi ile uyumlu bir düzeye çekmeye çalıştığı anlamı taşır. Kendisi açısından gereksiz maliyet üreten mücadelelerden stratejik olarak çekilerek, gücünü daha planlı ve kararında yansıtmak, ABD’nin yeni grand stratejisi görünümündedir. Çekilme sırasında oluşan boşluklarda ise kendi öncelikleri ve çıkarları ile çelişmeyecek ancak rakip ve düşmanlarını yıpratabilecek bir kurgunun oluşması için çabalayarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadır.
Dünyanın uzak ara en güçlü silahlı kuvvetlerine sahip Amerika, rejim değişikliği ve işgal girişimlerinde başarılı olsa da işgal ettiği yerlerde kendine yakın aktörler üzerinden istikrarlı bir düzen oluşturmayı başaramadı. 1990’ların dışardan müdahalelerle liberal düzen oluşturma çabası ve yaklaşımı, neredeyse her yerde başarısızlığa uğradı. Liberal müdahalecilik her yerde geri teperken, Amerikan ve NATO müdahaleleri, geride büyük yıkımlar ve istikrarsızlıklar bıraktı. Bunun da ötesinde sonraki yıllar devam edecek Amerikan düşmanlığı tohumlarını da ekmiş oldu. 11 Eylül saldırıları sonrası gündeme gelen “teröre karşı küresel savaş” stratejisi bağlamında yapılan müdahaleler de benzer şekilde istikrarsızlıkla sonuçlandı. Üstelik bu müdahalelerin maliyeti Amerika açısından ağır oldu.
ABD’nin müdahil olduğu bölgelerde angajmanını azaltmasının ardından ise ABD ile iş birliği yapan yerel unsurlar zor durumda kalmışlardır. ABD ile açıktan iş birliği yapmak son derece maliyetli ve riskli bir tercih haline gelmiştir. Açıktan Amerikan uydusu ve müttefiki gibi görünmek, birçok yerel noktada riskli bir durum haline gelmiştir. İşgal karşıtı hareketler ve direniş örgütleri, bu aktörleri doğrudan hedef alırken, ABD yerel müttefiklerine yeterli koruma kalkanı sağlayamamıştır. Sonuç itibari ile işgal edilen bölgelerde ABD’nin yanında durmak, yerelde gittikçe daha maliyetli hale gelmiştir.
Washington işgal ettiği ve nüfuz ettiği bölgelerde düzen kurmaya çalışırken, rakip ve düşmanlarının bir araya gelmesinden ancak müttefiklerinin kendisine beklediği düzeyde askeri, ekonomik ve siyasi dayanışmayı gösterememesinden yakınmaktaydı. Amerikan kamuoyu ve Washington’daki karar alıcılar, bu durumdan son derece şikayetçidirler. ABD kendi çıkarları ile doğrudan ilgili olmayan bölgelerde, riskleri göze alarak ve maliyet ödeyerek istediği düzeni oluşturmakla meşgul iken, küresel güç mücadelesindeki en önemli rakibi olan Çin birçok bölgede siyasi ve ekonomik nüfuz alanını genişletmektedir. Pekin yönetimi askeri kapasitesi ve varlığını kendi yakın coğrafyası haricinde görünür kılmamaya özen göstermektedir.
Stratejik Geri Çekilmenin Ortadoğu’ya Yansımaları
ABD Irak’tan çekilirken bir yandan da İran ile nükleer müzakereleri yeniden canlandırıyor. Nükleer müzakerelerin görünmeyen maddesi, İran ve yerel ortak ile uzantılarının Irak, Suriye ve Lübnan’daki varlıkları ile ilgili olacaktır. Suriye ve Lübnan’ın ABD açısından ayrı bir önemi söz konusudur. Bu ülkelerde tamamen İsrail karşıtı veya ABD düşmanı bir ortamın oluşması, ABD’nin stratejik öncelikleri açısından büyük riskler oluşturmaktadır. ABD’nin Suriye denkleminde PYD üzerinden varlığını devam ettirmesi, düşük bir maliyet ile bölge denklemi içinde kalmasını sağlarken, Suriye iç savaşının düşük maliyet ve düşük yoğunlukla sürmesi, ABD’nin bölgesel öncelikleri ile uyuşmayan Rusya, İran ve Türkiye gibi aktörlerin sınırlandırılmalarına ve yıpratılmalarına yol açmaktadır. Türkiye içerisindeki nüfuzunu önemli ölçüde kaybeden ABD, PYD/YPG üzerinden dış baskı oluşturmaya devam etmektedir. ABD’nin Suriye’deki varlığı, aynı zamanda Suriye sorununda nihai sonucun çıkmasını da ertelemektedir.
ABD Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da yenilgiye uğramıştır. Bu bölgelerden çekilme kararlarının bu yenilgilerin ardından gündeme geldiği gerçeğini vurgulamak gerekir. George W. Bush’tan sonraki başkanlar Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden, özellikle Irak ve Afganistan’dan çekilmeyi gündeme getirmişler ancak bu konuyu tam anlamı ile hayata geçirebilen lider Joe Biden olmuştur. Biden’ın ABD’de müesses nizamın yıllardır tanıdığı ve güvendiği bir isim olması, Biden’ı almış olduğu kararı uygulama noktasında daha avantajlı kılmıştır. Biden ABD’de Pentagon ile bir orta yol bulmayı başarabilmiştir.
Düşmanlarını “Ortak Payda”da Buluşturan ABD’den Yeni Senaryolar
ABD işgali ve varlığını Washington ve müttefikleri açısından maliyetli hale getiren bir diğer gelişme ise bu varlığın muhalif yerel ve uluslararası aktörleri bir araya getirerek ABD karşıtı ittifakların oluşmasına yol açmasıydı. ABD’nin bu bölgelerdeki işgalinin, normal şartlarda bir araya gelmeleri zor olan aktörleri birbirine yakınlaştırdığı görülmüştür. Bu yakınlaşmaların oluşmasında, ABD’nin stratejik rakiplerinin istihbarat çalışmaları da göz ardı edilemez. Her halükarda ABD’nin sahadaki güçlü varlığı, karşısında direniş ittifaklarının örgütlenmesine de neden olmuştur. ABD’nin arzu etmediği bu durum, düşmanlarının bir araya gelerek daha güçlü bir duruşla karşısına çıkmasını sağlamıştır.
ABD geri çekilirken oluşturduğu boşluklarda, rakiplerinin aralarında nüfuz mücadelesine girmelerini arzu ediyor. Güçlerini ABD’ye karşı birleştirmek yerine kendi aralarındaki mücadele yolunda harcamaları, Washington açısından ideal bir senaryodur. Hatta rakiplerinin, çekildiği bölgelerde oluşan kaos ve istikrarsızlık ile boğuşmaları, Washington’ın çıkarlarına daha fazla hizmet etmektedir. ABD bu nedenle bölgesel gerilimlerde düzen kurma stratejisinden kaos yönetimi ve göreli güç mücadelesine döndü. Güç boşluklarını da bu stratejinin parçası olarak kullanmaya çalışmak ve bu boşluklardaki rekabeti dışardan yönlendirmek, yakın zamanda ABD stratejisinin bir parçası haline gelecektir.
ABD son dönemde askeri varlığını kademeli olarak çekerek oluşturduğu boşluk alanlarında, kendi tercih etmediği düzenlerin oluşması yerine, yönetebileceği bir istikrarsızlık durumunun kalması seçeneğine yöneldi. Bu nedenle yerel aktörlerden belirli taahhütler almadan askeri varlığını tamamen seyreltmiyor. Ortaya çıkan yeni boşluk alanları ise yerel ve uluslararası aktörler açısından rekabetin aktif olarak devam ettiği alanlara dönüşüyor. Sorun alanları ve boşluk alanlarının ne şekilde yönetileceği, bir ölçüde dünya siyasetinin yeni karakterini belirleyecek. Afganistan, Irak, Libya ve Yemen gibi bölgelerdeki kaos ve belirsizlikler, diplomasi ve dayanışma içinde çözümlenebilirse, uluslararası düzenin gelişimine olumlu katkısı olur. Aksi durumda, yani mevcut durumdaki rekabetin devam etmesi veya kızışması, eskisinden daha karmaşık bir mücadelenin sergilenmesine neden olabilir.
Belirli bölgelerde istikrarsızlıkları tetikleyecek olsa da Washington’un yeni stratejisi kendi tercih ettiği krizlerde, kendi seçtiği müttefiklerle, istediği düzeyde angaje olma esnekliğini sağlayabilir. Bundan sonrası için asıl üzerinde durulması gereken husus diğer bölgesel ve küresel aktörlerin bölgesel ve küresel krizlerde ne gibi tepkiler verecekleridir.