Bugün, geçmişte olduğundan çok daha farklı bir kimliğe sahip olan Afrika, uluslararası sistem içerisinde önemini giderek artırıyor. Kıtanın önemi temelde ekonomik, siyasi ve jeopolitik muhtevaya sahip. Bu bağlamda Afrika’nın önemi, ekonomik açıdan; zengin yeraltı ve enerji kaynakları ile insan kaynağından, siyasi açıdan; kıta üzerinde sahip olunan devlet sayısından ve jeopolitik açıdan sahip olduğu konumdan kaynaklanıyor. Günümüzde Birleşmiş Milletler (BM) sisteminde mevcut 193 ülkenin 54’ünün Afrika’da yer alması, kıtayı sahip olduğu oy potansiyeli açısından öne çıkarırken, küresel ticaretteki yüzde 3’lük payının yanı sıra 7,7 milyarlık dünya nüfusunun 1,3 milyardan fazlasının topraklarında yaşıyor olması da önemini artırıyor. Avrupa’ya, Asya’ya ve Arap Yarımadası’na yakın konumda olan Afrika, Süveyş Kanalı, Babülmendeb Boğazı, Ümit Burnu, Mozambik Kanalı, Aden Körfezi, Gine Körfezi gibi önemli geçiş yollarına sahip ya da yakın olması ve Akdeniz, Kızıldeniz, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu’na kıyısının bulunması dolayısıyla jeopolitik açıdan da önemli. Ancak Afrika geçmişten bugüne kadar sahip olduğu bu konum ve kaynaklar nedeniyle ciddi sorunlar yaşadı.
15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Avrupa devletlerinin sömürgesi altında yaşayan Afrika, bu dönemden sonra ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin mücadelesine sahne oldu. 21. yüzyılda ise küresel güçlerin yanı sıra bölgesel güçlerin de Afrika’daki ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik mücadelesi ve nüfuz alanı elde etme girişimleri, kıtada yeni bir sürecin yaşanmasına yol açtı. Afrika’da post kolonyal dönemde yaşanan güç mücadeleleri, kıta içindeki ilişkileri daha da karmaşık hale getiriyor. Özellikle 1960 sonrasında, kıta üzerinde “bağımsız” devlet sayısının hızlı bir şekilde artması ve bu ülkelerin BM sistemine dahil olmasıyla, Afrika’nın BM Genel Kurulu’nda siyasi olarak temsil ve oy hakkı dikkatleri çekmeye başladı.
Günümüzde Afrika’da bulunan 54 ülkenin BM Genel Kurulu’nda önemli bir temsil kabiliyeti bulunuyor ya da bir başka ifadeyle BM Genel Kurulu toplam üye sayısının yüzde 20’sinden fazlasını Afrika ülkeleri oluşturuyor. Afrika’nın sahip olduğu bu siyasi gücü, başta BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olmak üzere küresel aktörler kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmek istiyor. Afrika’nın BM Genel Kurulu’nda sahip olduğu oylar, 54 ülkenin ortak bir karar ile hareket etmesi halinde, alınacak bir kararı önemli ölçüde etkileyebilme kapasitesine sahip. Bu durumun tarihte çeşitli örnekleri de bulunuyor; 1971’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afrika ülkelerinin desteğini alarak Tayvan’ı sistemin dışına itmesi ve günümüzde diplomatik açıdan yaşadığı sorunlarda BM Genel Kurulu’nda Afrika ülkelerini yanında tutmaya çalışması söz konusudur. Bir başka örneğe bakılacak olursa 2009-2010 yılları için BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye olarak seçilen Türkiye’ye 53 Afrika ülkesinden 51’inin destek vermesi çok önemli bir belirleyici olmuştu. Dolayısıyla Afrika ülkeleri, birlik sağlamaları durumunda, BM Genel Kurulu’nda sahip olduğu oy potansiyeli ile önemli kararlarda avantajlı konumda yer alabiliyorlar. Ancak Afrika ülkelerinin BM Genel Kurulu’ndaki oy hakları her ne kadar avantaj olarak değerlendirilse de kıtanın kolonyal geçmişinden kaynaklı istikrarsızlık ve bu sömürgeci güçlerin arkalarında bıraktıkları sorunlu siyasi yapılar günümüzde de etkisini gösteriyor.
Kolonyal Dönem Mirası
Kıtanın maruz kaldığı sömürgecilik, Afrika ülkelerinin günümüzde bu güçlere yönelik bakışını ciddi bir şekilde etkiliyor. BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkeler açısından durum incelendiğinde, İngiltere ve Fransa gibi aktörlerin kıta üzerindeki geçmişi, 20. yüzyılda buradan ayrılırken arkalarında bıraktıkları mirasa dayalı hükümetler ve buna bağlı olarak yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, Afrika ülkelerinin Avrupa’ya bakışını olumsuz şekillendiriyor.
Afrika’ya yönelik askeri/güvenlik ve enerji odaklı politikaları, Soğuk Savaş sonrası dönemde kıta ülkelerine yaptığı yardımları kesmesi ve özellikle 1992’de Somali’de giriştiği başarısız operasyon sonrası varlığına yönelik tehditler, ABD’nin de kıtadan uzaklaşmasını sağladı. 21. yüzyılın hemen başında Cibuti’de Camp Lemonnier’de askeri üs kuran ve bu üsten farklı noktalara askeri operasyonlar düzenleyen ABD’nin kıtaya ilgisinin diğer bölgelere oranla yine de zayıf kalması, Afrika ülkeleri tarafından ciddi şekilde eleştiriliyor.
ABD’nin ilgisizliğinden kaynaklı boşluğu, yumuşak güç araçlarını kullanarak dolduran Çin, Afrika ülkelerinin kalkınmaya yönelik girişimleri sayesinde kendisine avantaj sağladı. Ayrıca ABD’nin 11 Eylül sonrası güvenlik odaklı politikalarının Afrika’da da sürmesi, buna karşılık Çin’in yumuşak güce dayalı politikaları karşılaştırıldığında, Çin’in kıtada ABD’den birkaç adım daha ileride olduğu görülüyor. Ancak Çin’in Afrika’daki politikaları; insani, ılımlı ve olumlu olarak algılanmamalı. Durum tersinden okunacak olursa, Çin “kalkınmasına yardım ettiği" Afrika ülkelerini aynı zamanda ağır borç yükü altına sokarak, bir anlamda topraklarını ipotek altına almakta ve bu ülkelerin toplumları, bu ağır borçları ödemek için daha çok çalışmak durumunda bırakılmaktadır. Çin’in uzun yıllardır Afrika’da sessiz ve derinden yürüttüğü ilişkileri ve ülkelerle yaptığı anlaşmalar, her bir ülkeye farklı avantajlar sağlamıştır. Ancak bu durum aynı zamanda bu ülkelerin sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynaklarını yapılan anlaşmalar ile uzun yıllar boyunca sürecek neo-kolonyal bir anlayışla Çin’e devretmesi anlamına gelip, bu ülkelere avantajın yanında dezavantaj da getirmektedir.
Öte yandan kıtada sömürge geçmişi bulunmayan ülkelerden olan Rusya’ya karşı, özellikle Soğuk Savaş döneminde ideolojik olarak yanında yer aldığı ama Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile kendi kaderine bıraktığı Afrika ülkelerinin yaklaşımı, ciddi olumsuzluklar barındırıyor. Ancak günümüzde Rusya’nın kıta üzerinde özel silahlı ordusu Wagner üzerinden varlık gösterme çabaları, belirgin şekilde kendini hissettiriyor. Bu kapsamda Rusya, Afrika’da askeri açıdan zor durumda olan rejimlere destek vererek bir etki alanı oluşturma çabasına girmiş durumda.
BM Reformu ve Afrika
Günümüzde Afrika, geçmişte olduğu gibi sadece Batılı güçlerin tekelinde olan bir kıta olmaktan çıkmış durumda. Kıtada Batı tekelinin kırılması ile Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, Japonya, Hindistan gibi farklı devletlerin Afrika için fırsat olarak ortaya çıkması söz konusu oldu. Bu kapsamda Türkiye, kıta üzerinde herhangi bir sömürgeci geçmişi olmayan, kazan-kazan ilişkisine dayalı, insan odaklı politikalar izlemekte olup, siyasi açıdan temsil konusunda daha adil bir uluslararası yapının oluşması ve Afrika’nın sesinin gür çıkması için destek veren ülke olarak küresel ve bölgesel birçok aktörden farklılaşıyor.
Toparlamak gerekirse, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi Afrika’da ciddi bir rekabet içinde. Ancak başta Avrupa ülkeleri açısından kolonyalizm geçmişi olmak üzere, ABD’nin salt enerji ve güvenlik odaklı politikaları, Çin’in “kazan-kazan” olarak adlandırılan ancak neo-kolonyal olarak adlandırılabilecek girişimleri ve Rusya’nın paralı askerler temelinde izlediği rejim güvenliğini esas alan politikalar, Afrika ülkelerinin bu devletlerle kurduğu ilişkilerin çıkar odaklı olmasını ve rasyonel her devlet gibi bir tarafın çıkarının azaldığı yerde ilişkilerin sorunlu hale gelmesini bünyesinde barındırıyor. Ancak kıtadaki Batı tekelinin ortadan kalkması ile birlikte Afrika ülkeleri için birçok avantaj ve fırsat da söz konusu. Nitekim Afrika’da farklı aktörler tarafından son yıllarda gerçekleştirilen altyapı, ekonomi, tarım ve özellikle insan odaklı yatırımlar, Afrika’nın uzun yıllardır beklediği sorunların yavaş yavaş ortadan kalkmasını da sağlıyor.
Pandemi nedeniyle dünya liderlerinin, BM Genel Kurulu’nda Eylül 2019’dan bu yana toplanamamaları söz konusu olsa da, Eylül 2021’de tekrar yüz yüze buluştular. Geçen iki yıllık süre zarfında küresel sorunlar giderek artmış ancak sorunların çözümü için liderlerin toplanması mümkün olmamıştı. Pandemi sonrası dönemde, BM’nin uluslararası alanda çözmesi ve dikkate alması gereken birçok konu ortaya çıkmış durumda. Bu bağlamda, Afrika’nın küresel siyasette daha fazla gündeme gelmesi ve kolonyal güçlerden bağımsız hareket edebilme kapasitesinin artmasıyla, uluslararası siyasette yeni bir dönemin yaşanabilmesi söz konusu. Afrika’da bulunan 54 ülkenin BM sisteminin revize edilmesi konusunda vereceği destek, hem Afrika’nın küresel pozisyonundaki değerini arttıracak hem de uluslararası sistemde yaşanacak dönüşüm ile kıtadaki sorunların çözümünü kolaylaştırarak, sömürge bağlarından tamamen kurtulabilmesini sağlayacaktır.
Eskisi kadar vizyoner olmaması, uluslararası barış ve güvenliği sağlamada yetersiz kalması, dünyayı ilgilendiren konularda Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin veto yetkisi nedeniyle karar alamaması ve sorunların çözümsüz bırakılması gibi nedenler, BM’nin günümüzde etkisiz kalmasına yol açıyor. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak 2016’da dile getirdiği “Dünya 5’ten Büyüktür” politik doktrini ile birlikte düşünüldüğünde, Afrika ülkelerinin desteğiyle daha fazla yol alınabilmesi mümkün. Afrika’da artık kolonyalizm ve neo-kolonyalizmin işlemeyeceği açık bir gerçeklik olarak görülmelidir. Bu noktada Türkiye, kıtada gerçekleştirdiği faaliyetler ile diğer küresel ve bölgesel aktörlere nazaran en avantajlı aktör konumundadır.