2010 sonrası Ortadoğu siyasetinde agresif dış politika izleyen aktörlerin başında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gelmektedir. Özellikle Abu Dabi veliahtı Muhammed bin Zayid’in fiilen -de facto- şekilde BAE dış politikasını şekillendirmesi ile birlikte Abu Dabi’nin izlediği siyaset Ortadoğu jeopolitiğinde önemli etkiler bırakmaya başlamıştır. Bu anlamda BAE’nin Libya’da darbeci Hafter’i iktidara taşımaya yönelik çabaları, Arap ayaklanmalarının ikinci versiyonu olarak adlandırılan Sudan’daki halk hareketlerinde “ordu” kartını kullanarak toplumsal talepleri susturmaya yönelik duruşu, Filistin meselesinde Hamas’ı diplomatik, siyasi, ekonomik ve askeri olarak sıkıştırmak için Muhammed Dahlan’ı ve Kushner’in “Yüzyılın Anlaşması” planını destekleyerek İsrail ile iş birliği yürüttüğü, PKK/PYD ve Esed rejimi ile yakınlaşarak Türkiye’yi bölgesel ölçekte zayıflatmak istediği, Afrika Boynuzu’nda askeri üsler kurarak jeopolitik avantaj elde etmeye çalıştığı görülmektedir. BAE’nin Ortadoğu’da kurduğu ittifaklar ve izlediği politikalar büyük oranda ABD ve İsrail ile paralel bir çizgide ilerlemektedir. Buna rağmen son dönem BAE’nin İran siyaseti, ABD’nin İran politikasından oldukça farklılaşmaktadır.
Bu anlamda İran Sınır Birlikleri Komutanı Tuğgeneral Kasım Rızai 11 Kasım’da yaptığı açıklamada, İran’ın Körfez’de özellikle Katar, Kuveyt ve BAE ile çok iyi ilişkilere sahip olduğunu belirtmiştir. Dahası Rızai düzenlediği basın toplantısında, İran sınır muhafızları ile BAE’li mevkidaşları arasında bir dizi toplantıların düzenlediğini ve ulusal-bölgesel ölçeklerde anlaşmalar yapıldığını açıklamıştır. Aynı zamanda BAE’nin Dışişlerinden Sorumlu Bakanı Enver Gargaş, İran ile gerginliğin tırmanmaması adına diplomatik çözüm yollarının aranması gerektiğini ifade etmiştir. Gargaş’ın Körfez güvenliğine en yakın tehdit olan İran destekli Husilerin Yemen toplumunun bir parçası olduğunu dile getirmesi de BAE’nin İran siyaseti bağlamında önemli bir göstergedir. BAE ve İranlı yetkililerin son dönemdeki açıklamaları ABD’nin İran’a yönelik maksimum baskı politikasına rağmen BAE’nin neden İran ile yakınlaştığı sorusunu akıllara getirmektedir.
Ekonomi ve Güvenlik
BAE’nin İran siyasetini etkileyen ilk unsur ekonomidir. 2011’de iki ülke arasındaki ticaret hacmi 24 milyar dolar civarındayken 2012’de bu rakam 15 milyar dolara gerilemiş; 2015’te ise tekrar 20 milyar dolar seviyelerine yükselmiştir. Böylelikle BAE İran’ın Çin’den sonra en önemli ticari ortağı haline gelmiştir. Bu anlamda Dubai’nin gerek coğrafi konumu gerekse petrol ticaretindeki pozisyonu İran ile BAE arasındaki ticaretin seyrini önemli ölçüde belirlemektedir. 2014 sonrası BAE’nin İran siyasetinin sertleşmesine rağmen Dubai’nin Tahran ile ekonomik yakınlaşması emirlikler içerisinde İran’a yönelik tek bir siyaset olmadığını göstermektedir.
Öte yandan Tahran yönetimi özellikle Dubai pazarına ulaşmayı ABD yaptırımlarıyla yıpranan ekonomiye bir çözüm olarak görmekte ve bu bağlamda BAE ile ilişkilerin ticari boyutunu öncelemektedir. Nitekim İran’ın küresel aktörlerle olan ticareti son yıllarda gerilemiştir. Bu anlamda 2019’da İran-Çin ticaret hacmi yüzde 38’lik bir düşüş yaşamıştır. İran’ın en büyük ticaret ortağı olan Çin’in ABD yaptırımları nedeniyle Tahran ile ticaret hızını yavaşlatmasının yanında Almanya, Hollanda ve İtalya’nın da İran’a ihracatında yüzde 43-52 arasında bir düşüş olduğu görülmüştür. İran’ın dış ticarette problemler yaşarken Rusya ve BAE gibi ülkelerle ise ticaretinin geliştiğini söylemek mümkündür. Bu anlamda iki ülkenin İran’a yaptığı ticaret 2019’da yüzde 16,8 artış göstermiştir.
BAE’nin İran siyasetini etkileyen ikinci unsur güvenlik kaygılarıdır. Bu anlamda Tahran’ın 1979’dan beri gittikçe artan yayılmacı politikaları Körfez’de iki temel güvenlik kaygısına sebep olmuştur. Bunlardan ilki Körfez monarşilerini yöneten ailelerden rejim güvenliğine yöneltilen tehditlerdir. İran’ın mezhepçi politikalarla Körfez’deki Şii nüfuzu rejimlere karşı birer araç olarak kullanması bölgesel rekabeti ve istikrarsızlığı tetiklemiştir. Bu anlamda BAE’nin İran ile ilişkilerini belirlerken bu unsuru da göz önünde bulundurmaktadır. Öte yandan Körfez’in tarihsel olarak sırasıyla İngiltere’nin ve ABD’nin güvenlik şemsiyesine muhtaç durumda olması da BAE’nin İran siyasetini etkilemektedir. Günümüzde ABD gibi bir dış aktöre güvenlik ve savunma anlamında bağımlı olan BAE, İran’ın potansiyel tehditlerine yönelik ulusal güvenlik stratejisi geliştirememektedir.
Bu durum BAE’nin İran’a karşı radikal bir duruş sergilemesinin önüne geçmektedir. Diğer bir deyişle BAE gerek ABD’nin güvenlik tedarikine yönelik kuşkularının artmış olmasından gerekse İran’ın olası saldırılarında hedef noktaları arasında olmasından dolayı Tahran ile karşı karşıya gelmekten kaçınmaktadır. Bu anlamda bölgede yaşanan son gelişmeler bu durumu doğrular niteliktedir. Örneğin Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi sonrası BAE iki ülke arasındaki gerginliğin sonlandırılması yönünde çağrılarda bulunmuştur. Gargaş yaptığı açıklamalarda itidal çağrısında bulunarak Abu Dabi’nin ABD-İran geriliminde taraf olmak istemediklerini ifade etmiştir. Nitekim İran’dan yana bir tavır sergilemek ABD ile sürdürülen iş birliğini tehlikeye atacaktır. Benzer şekilde ABD’den yana bir tavır sergilemek İran’ın BAE’deki rejime yönelik tehditlerinin artırmasına yol açacaktır.
İlişkilerin Seyri
BAE’nin İran’dan algıladığı diğer bir tehdit ise enerji güvenliğidir. İran’ın gerek Husiler gibi vekil aktörler aracılığıyla gerekse Kasım Süleymani önderliğinde kurulan ve yönetilen aktörler aracılığıyla Körfez’in enerji akışına yönelttiği tehditler Abu Dabi’nin İran siyasetini etkilemiştir. Bu anlamda İran’ın ABD’ye insansız hava araçlarını vurmasından sonra yaşanan gerilimde petrolün güvenliğinin tehlikeye girmesi BAE’yi tedirgin etmiştir. Bu minvalde Mayıs 2019’da Fuceyra Limanı yakınlarında 4 ticari gemiye saldırılması BAE’nin İran’a yönelik yaklaşımını etkilemiştir. ABD başta olmak üzere birçok küresel ve bölgesel aktörün saldırıların arkasında İran’ın olduğunu belirtmesine rağmen BAE İran’ı doğrudan suçlamamıştır. Dolayısıyla BAE İran’ın doğrudan tehdit alanına girmeme adına temkinli bir tavır sergilemiştir. Hatta bu saldırı sonrası BAE, bölgesel güç dengesinin İran’ın lehine dönmesini sağlayabilecek hamleler yapmıştır. Örneğin BAE Temmuz 2019’da Yemen’deki askeri varlığını azaltma kararı almıştır. Temmuz sonunda ise BAE delegasyonu İran’a giderek deniz güvenliği, sınır sorunları, yasadışı geçişler ve balıkçılarla alakalı sorunları tartışmıştır. 2013 sonrası BAE’den İran’a giden ilk heyet olan bu delegasyon İran medyasında olumlu lanse edilmiştir.
ABD’nin Tepkisi
BAE’nin İran ile ticari yakınlaşması Abu Dabi’nin küresel ve bölgesel pozisyonunu ve siyasetini etkilemektedir. Bu anlamda İran’ın yayılmacı politikalarından geleneksel olarak rahatsız olan Suudi Arabistan, BAE’nin bu siyasetini tasvip etmemektedir. BAE’nin bölgedeki en güçlü müttefiki Suudi Arabistan’ın dışında da Abu Dabi’nin İran siyasetinden rahatsız olan aktörlerin olduğunu söylemek mümkündür. Bu anlamda ABD’nin henüz dozu düşük olan tepkisi dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak BAE’nin İran siyaseti ekonomi ve güvenlik temelli şekillenmektedir. BAE İran ile doğrudan sıcak çatışmaya girecek bir kapasiteye sahip olmadığının farkındadır. Uzun yıllardır savunma harcaması yapmasına rağmen BAE askeri anlamda henüz başarılı olamamıştır. Ayrıca İran destekli Husilerin Suudi Arabistan’ın petrol tesislerini vurması da BAE’nin İran’dan algıladığı güvenlik tehdidini hat safhaya çıkarmıştır. Öte yandan BAE bölgesel ve küresel müttefiklerine güvenmemektedir. Trump’ın azil süreci ve başkanlık seçimleri, İsrail’de Netanyahu’nun geleceği, Suudi Arabistan bağlamında küresel çapta bin Selman’a yöneltilen eleştiriler BAE’nin İran siyasetini daha temkinli hale getirmesine neden olmaktadır.