2005’ten bu yana gerçekleştirilen dört Federal Meclis seçimlerinden de galibiyetle çıkan Şansölye Angela Merkel (Hristiyan Demokratlar Birliği/CDU) yakın bir zamanda siyasete veda edecek. 2000-2018 arasında Şansölye Merkel’in genel başkanlığını yaptığı CDU ve kardeş parti CSU 2017 Federal Meclis seçimlerinde önemli bir oy kaybı yaşamış, 2018/2019’da CDU/CSU’daki parti-içi hoşnutsuzluklar da artmaya devam etmişti. Bu sürecin sonucunda Şansölye Merkel, önümüzdeki seçimlerde yeniden aday olmayacağını açıklamıştı. Böylelikle 26 Eylül 2021’de Almanya’da yeni bir Federal Meclis’in belirlenecek olmasının hem Alman iç siyaseti hem de uluslararası siyaset açısından daha önemli etkileri olması tahmin edilmektedir.
Halihazırda görevde bulunan bir Şansölyenin Almanya siyasetinde ilk kez bir sonraki Federal Meclis seçimlerinde aday olmayacağını açıklaması önemli bir değişikliği teşkil etmektedir. Her ne kadar CDU içerisindeki dengelerin neticesinde Merkel’in böyle bir karar aldığı hatırlansa da kendisinden sonraki CDU Genel Başkanı Annegret Kramp-Karrenbauer de beklenen siyasi performansı gösterememiş ve kısa bir süre sonra parti liderliği görevini bırakma kararı almıştır. Sonrasındaki süreçte de kamuoyunun yakından takip ettiği üzere aylar süren bir arayışın ve pandeminin de mevcut planları etkilemesi sonucunda Kuzey Ren-Vestfalya (KRV) eyaleti Başbakanı Armin Laschet Aralık 2020’de CDU genel başkanlığına seçilebilmiştir. Hemen sonrasındaki çalkantılı süreçte de CDU ve CSU partilerinin 26 Eylül 2021 için ortak şansölye adayının belirlenmesi süreci yaşanmıştır. 2021’in başında yaşanan bu süreçte CDU/CSU üyeleri kardeş parti CSU’nun Genel Başkanı ve Bavyera Başbakanı Marks Söder ile KRV Başbakanı ve CDU Genel Başkanı Armin Laschet arasında bir çekişmeye şahit olmuşlardır. İki adayın da karşı karşıya geldiği bu mücadelenin sonunda Laschet önümüzdeki Federal Meclis seçimlerinde CDU’nun adayı olabilmiştir. Daha sonraki haftalarda da diğer iki adaya kıyasla Almanya’nın favori şansölye adayı olarak kamuoyunda öne çıkmayı başarmıştır.
Ancak geçmiş seçimlere kıyasla önemli bir ayrıntıyı daha dikkate almak gerekmektedir. Zira 26 Eylül’deki Federal Meclis seçimlerinde CDU/CSU ve sosyal-demokrat SPD’nin yanında son zamanlarda anketlerde ciddi bir yükseliş yakalayan ve geçmişte marjinal bir parti olarak değerlendirilen Yeşiller de bir şansölye adayı belirlemiştir. Almanya siyasetinde bir ilki temsil eden bu tercih, aslında diğer iki ana akım siyasi partinin giderek azalan oy potansiyellerinin de bir sonucudur. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde iki temel farkın şimdiden gözlendiğini söylemek mümkün. Öncelikle seçimlerde eskiye kıyasla iki siyasi partinin bir koalisyon hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamayacak olması şimdiden kesin olarak öngörülmektedir. Bu bağlamda üçlü koalisyon ihtimallerinin olağanlaşması ve partilerin yüzde 30 bandını geçmeleri dahi zor olarak değerlendirilmektedir. Ana akım partilerin seçmenler nezdinde destek kaybettiğini son beş yılda üçlü koalisyon trendinin Almanya eyalet hükümetleri nezdinde çoğalmasıyla görmekteyiz. Diğer yandan ikinci fark olarak ise ve ayrıca anketlerdeki değişken trendlere de bakıldığında seçim sonuçlarının ve partilerin alacakları oy oranlarının birbirine oldukça yakın sonuçlanacağı ihtimalidir. Örneğin son zamanlarda anketlerde CDU/CSU’nun yalnızca yüzde 25 civarında bir oy oranına ulaştığı gözlenirken, SPD ve Yeşiller’in de yaklaşık yüzde 20 sınırını zorladıkları yönünde değerlendirmeler mevcuttur. Bu doğrultuda önümüzdeki seçimlerde Hür Demokratlar olarak adlandırılan liberal FDP’nin seçimlerde kilit bir öneme sahip olacağı yorumları artmaktadır. Her ne kadar genel başkan Christian Lindner’in FDP’si ile CDU lideri Armin Laschet halihazırda KRV eyaletinde uyumlu bir koalisyon hükümeti yürütseler de ve federal düzeyde de CDU/CSU-FDP partilerinin domine ettiği bir koalisyonu birinci tercih olarak hedefleseler de seçim sonuçlarının şimdiden tam anlamıyla öngörülememesi, tahminleri son derece zorlaştırmaktadır. Aynı şekilde SPD’nin veya Yeşiller’in liderliğinde bir SPD-Yeşiller-FDP’den oluşan üçlü bir koalisyon ihtimali de son günlerde birçok vesileyle dillendirilmeye başlanmıştır.
Haliyle 26 Eylül’ün ardından başlayacak olan istikşafi ve koalisyon görüşmelerinin ardından uzun vadede yeni bir Federal Hükümet koalisyonunun kurulması tahmin edilmektedir. Bu uzun sürebilecek arayış sürecinde, halihazırdaki Şansölye Merkel’in görevine bir müddet daha devam etme ihtimali söz konusudur. Şüphesiz Almanya’da kurulacak olan ve henüz tahmin edilemeyen yeni hükûmetin hem iç hem de dış politikası açısından oldukça önemli sonuçları olabileceği düşünülmektedir.
Seçim sürecine bakıldığında ise genel anlamda politika içeriklerinin tam anlamıyla ele alınmadığı, aksine, medya ve kamuoyunda üç partinin şansölye adaylarına odaklanıldığı söylenebilir. Bu bağlamda yüzeysel bir sürecin yaşandığına şahit olunmaktadır. Özellikle iktidar ortağı CDU/CSU’nun kendi içerisinde de tam anlamıyla bir uyum yakalayamaması ve Armin Laschet’in beklenen performansı gösterememesi anketlerdeki oyların giderek düşmesiyle belirginleşmiştir. Diğer yandan adaylığı ilk açıklandığında çok güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan ve partisinin anketlerdeki oy oranını neredeyse yüzde 30’lara yükselten Annalena Baerbock’ın popülaritesinde, hem CV’sindeki bazı tutarsızlıklar hem de yakın zamanda yaptığı bazı gaflar sebebiyle, bir gerileme yaşanmıştır. SPD’nin ise iktidar ortağı olmasına rağmen neredeyse üç yılı aşkın bir süredir yaşadığı gerileme, ki bu süreçte birkaç kez genel başkan değişikliklerine de şahit olunmuştur, son haftalarda şansölye adayı Olaf Scholz ile birlikte toparlanmaya başlamıştır. Bu doğrultuda Scholz’un mevcut Federal Hükümet’te Maliye Bakanı olarak görev alması ve toplum nezdinde diğer iki adaya –ve partisi SPD’ye de– kıyasla daha büyük bir popülariteye sahip olması, genel anlamda partisinin seçimlerdeki performansını olumlu anlamda etkileyebileceği yönünde yorumlanmaktadır.
İçeriklerin tartışılmadığı bir seçim sürecinin yanı sıra geçtiğimiz Temmuz'da Almanya’nın batısında meydana gelen ve birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olan sel felaketinin de bilhassa iktidar partilerine olumsuz yansımalarının olması mümkündür. Bu bağlamda Armin Laschet’in bu süreçte öne çıkamayışına kıyasla pandemi sürecindeki Federal Maliye Bakanlığı göreviyle olumlu bir intiba yakalayan Scholz’un önemli bir yardım fonunun oluşmasında da ön ayak olduğu intibaı, seçmen tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu durum son zamanlarda CDU/CSU’daki gerilemeyi daha da hızlandırmıştır.
Son bir tespit ise Merkel'in ılımlı muhafazakar ve liberal siyaset anlayışının CDU'yu Alman parti sisteminde merkezin ortasına yerleştirmesi üzerinedir. Bu gelişme CDU'nun sağ kanadının erozyona uğramasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla aşırı sağ ve milliyetçi Alman seçmenleri özellikle Merkel'in liberal mülteci politikasından dolayı yeni arayışa yönelip eski aşırı muhafazakar CDU politikacıların kurucusu olduğu aşırı sağ olan AfD partisini tercih etmeye başlamıştır. Avrupa genelinde olduğu gibi Almanya’da da mülteci sorununun popülist aşırı sağ akımların güçlenmesini tetiklemesi ve Merkel'in sağ ve aşırı sağ seçmenini gözden çıkarması AfD'nin yükselişini hızlandırmıştır. Bu sürecin neticesinde AfD Alman parti sisteminde sadece kitlesel parti olarak yerini almamış ve devamında Federal Mecliste muhalefet lideri konumuna da yükselmiştir.
Şansölye Merkel’in Alman siyaset sahnesine veda edecek olması aynı zamanda Avrupa'nın kronik olan liderlik sorununu da derinleştirecektir. Ayrıca Merkel'in varisi olacak siyasetçinin benzer bir yönetim tarzı ve üslubu devam ettirmesi, yani gelenek ve ideolojik saiklerden arındırılmış, siyasi ve toplumsal devamlılığı hedefleyen pragmatizm olarak tanımlanabilir bir çizgisi gerçekçi olmayacaktır. Nitekim yeni Şansölye’nin hem içerde (çevre ve iklim politikaları, dijitalleşme, sağlık ve sosyal politikaları) ve hem de dışarda (AB’nin reform politikası, AB içerisinde yapısal ve siyasi krizler) çetrefilli sorunlar ile mücadele etmesi gerekecektir.
Dolayısıyla Merkel’in yerine gelecek olan şansölyenin daha önce başbakanlık dönemlerinde reform ve değişim bağlamında iz bırakmış olan Konrad Adenauer (Batı sistemine entegre), Willy Brandt (Doğu Bloku ile uzlaşma), Helmut Kohl (iki Almanya'nın birleşmesi ve AB'nin kurumsallaşması) ve Gerhard Schröder (sosyal reform) gibi şansölyelerin başarılarının gölgesinde kalmamak için Almanya ve AB’nin mevcut kriz döneminde daha atik ve kararlı bir yönetim tarzı sergilemesi gerekecektir. Yeni Şansölye’nin asıl misyonu ise Alman toplumunda başlayan siyasi ve sosyal kutuplaşmayı bertaraf edebilecek kararlı bir yönetim tarzı sergilemesi olacaktır.