Kriter > Dosya > Dosya / Filistin 2 |

İsrail’de Yükselen Aşırı Sağ ve “Dincilik”


Yerleşimci teröristlerin İsrail siyasetindeki etkisini artırması, hem Netanyahu gibi aşırı sağcı olmayan siyasetçilerin daha fazla aşırı sağ söylemi benimseyerek “daha sağa” kayması hem de şu an görevde olan kabinede Smotrich, Ben Gvir gibi aşırı sağcı bakanların yer alması şeklinde gerçekleşmiştir. Gelinen noktada aşırı sağcı siyasetçiler, ana akımlaşarak İsrail siyasetini teslim almış durumdadır.

İsrail de Yükselen Aşırı Sağ ve Dincilik
(Mostafa Alkharouf/AA, 2 Kasım 2023)

HAMAS’ın İsrail’e yönelik Aksa Tufanı adını verdiği sürpriz saldırısının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik sınır tanımayan saldırıları, 50 günü geride bıraktı. “İnsani fasıla” kapsamında sınırlı sayıda esir takasının yapıldığı bugünlerdeki geçici -Gazzeliler için- “soluklanma”nın ardından İsrail’in soykırımcı şiddeti kaldığı yerden devam edecek. Sureta 7 Ekim tarihli, İsrail açısından hem büyük bir travma hem de büyük bir aşağılanma sebebi olan Aksa Tufanı’nın intikamını almak, bu soykırımcı şiddetin “bahanesini” oluşturuyor. 7 Ekim’den bu yana önce Gazze’de sonra da Batı Şeria’da İsrail devlet aygıtı eliyle icra edilen eylemler dizisi, buradaki amacın askeri bir saldırı gerçekleştiren HAMAS ve diğer Gazzeli silahlı grupları cezalandırmanın çok ötesinde bir şey olduğunu ortaya koyuyor. Geride kalan elli küsur günün çok büyük bir kısmında İsrail’in Gazze’ye karadan hiçbir müdahale yapmaksızın sadece havadan yoğun bir bombardıman kampanyası yürüttüğüne şahitlik ettik. Yakın geçmişten itibaren karadan sınırlı bir operasyon başlattığında ise İsrail güçleri, HAMAS ve diğer silahlı grupların asıl sıçrama tahtası olan meşhur tünellerinden itinayla uzak durdu.

 

Adım Adım Proje

Dolayısıyla İsrail’in yıkıcılık ve ateş gücü açısından DEAŞ’a karşı küresel koalisyonun Irak ve Suriye sathında yapmış olduğu havadan bombardımanı çoktan geride bırakan kampanyası, neredeyse bütünüyle Gazzeli sivilleri hedef aldı. Buradaki sivillerin hedef alınması, yalnızca Gazze’nin çok küçük bir kara parçasına 2 milyon 300 bin sivilin sıkışmış olması ve HAMAS gibi muharip unsurlarla Gazzeli sivillerin “yan yana” bulunmak zorundalığından kaynaklanmıyor. “Operasyonel” zorlukların hiçbir şekilde söz konusu olmadığı, uzaktan güdümlü mühimmatlarla; hastanelerin, mülteci kamplarının, ambulans ve göç konvoylarının vurulması ile Gazze’ye elektrik, su ve yakıt kısıtlaması net bir biçimde “demografik” bir ajandanın uygulanmakta olduğunun kanıtı. Daha evvel örneklerini Suriye iç savaşında gördüğümüz, askeri hedeflerle hiçbir ilgisi olmayan okul, hastane, fırın, mülteci kampı ve su kaynaklarının vurulması, büyük bir nüfus kitlesinden hızlı bir şekilde ve büyük ölçekte “kurtulmanın” “etkin” bir yöntemi olarak uygulandı. Sivillerin günlük hayatını idame ettirmesi için ihtiyaç duyduğu temel kaynakların hedef alınması, sivilleri göçe icbar etmede askeri saldırılardan çok daha “etkili” olmaktadır.

İsrail’in Gazze’de bugün uygulamaya koyduğu demografik proje ise 1948’deki kuruluşundan çok önce başlayan ve bugüne kadar Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de on yıllara yayılmış bir şekilde ağır çekimde uygulanmakta olan projenin, çok daha kısa bir zaman içinde çok daha hızlı bir tempoda uygulanmasıdır. Bugün Batı Şeria’nın 1967’deki halinden eser kalmayan, Filistinlilerin çoğunlukta olduğu toprakların İsrail eliyle itinayla birbirinden fiziken kopuk “adacıklar”a dönüştürülmesi, yine bugün Gazze’ye uygulanan demografik projeyle bütünlük arz etmektedir. Batı Şeria ile Gazze’nin fiziki kara bağlantısını bilinçli bir şekilde kopardığı tarihten bu yana İsrail, aynı stratejik hedefe doğru ilerlemektedir: Bir Filistin devletinin kurulmasına kaynaklık edecek maddi unsurlar olan bütünlüğe sahip bir toprak parçası ile üzerinde yaşayan insan topluluğunu ortadan kaldırmak. Batı Şeria ve Gazze şeklinde iki parçalı hali bile riskli görülen Filistinli varlığı, on yıllardır Batı Şeria kısmında her yerinden delinmiş, küçük parçalara bölünmüş, yerleşimci teröristlere peşkeş çekilmiştir. Bugüne kadar defalarca ağır bombardımanlara maruz kalan Gazze, ağır insani ve maddi kayıplara ve bir açık hava hapishanesi niteliğine rağmen, toprak ve insan topluluğu bütünlüğünü koruyabilmişti. Ancak 7 Ekim sonrası başlayan İsrail saldırıları sebebiyle Gazze’nin artık toprak ve insan topluluğu bütünlüğü ve dolayısıyla bir Filistin devletinin kuruluşuna kaynaklık teşkil edecek maddi unsurları da yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 7 Ekim’den bu yana Gazze’nin kuzey-güney şeklinde ikiye bölünmesi, kuzeyden güneye kitlesel göçün hem teşvik hem de tazyik edilmesi, kuzeyin tamamen Gazzeliler için bir yaşam alanı olma niteliğinden arındırılması, eş zamanlı olarak da İsrail içerisinde kuzeyin “yerleşime açılması” tartışmaları, Batı Şeria’da on yıllardır uygulanan programın bu defa Gazze’ye de teşmil edileceğini düşündürmektedir. Bu noktada, tarifi yapılan kolonizasyon sürecinin ya da yerleşimci terörünün taşıyıcısı ve lokomotifi olan İsrail’in yerleşimci teröristlerine dikkat çekmek gerekir.

Netanyahu, ağlama duvarı
(Stringer/AA)

 

Yerleşimci Teröristler

Yerleşimci teröristler, Filistinlilerin evlerine ve topraklarına zor kullanarak el koyma sürecinin hem bizzat sahadaki icracısı hem de İsrail’in bu yöndeki siyasetinin seçmen ve kitle olarak oluşturucusudur. Bu kitle yıllar içerisinde hem sayısının artması hem de “azgın” nitelikleri sebebiyle İsrail siyasetinin daima dikkate almak zorunda kaldığı, devamlı suretle yeni yerleşim işgali rüşvetleriyle “hoş tuttuğu”, bir bakıma çekindiği ama bir bakıma da Filistinlilere karşı bir “kötü polis” ya da “sopa” unsuru olarak kullandığı bir kitle olmuştur. 1970’lerden bu yana yerleşimci teröristlerin, İsrail siyasetindeki ağırlığı ve temsiliyeti, sürekli bir şekilde artmıştır. Yerleşimci teröristlerin İsrail siyasetindeki etkisini artırması hem Netanyahu gibi köken olarak aşırı sağcı olmayan siyasetçilerin daha fazla aşırı sağ söylem ve siyasetlerini benimseyerek “daha sağa” kayması şeklinde olmuş hem de şu an görevde olan kabinedeki Bezalel Smotrich ve Itamar Ben Gvir gibi aşırı sağcı bakanların yer alması şeklinde gerçekleşmiştir. Gelinen noktada aşırı sağcı ve radikal siyasetçiler, ana akımlaşarak İsrail siyasetini teslim almış durumdadır.

Aşırı sağcı ve radikal siyasetçilerin, yerleşimci terörist tabanlarından aldıkları güçle belirleyici konuma yükselmeleri, 7 Ekim sonrası Gazze’ye saldırıların benzeri görülmemiş bir soykırımcı şiddet seviyesine ulaşmasını beraberinde getirmiştir. Zira aşırı sağcı İsrailliler, Filistinlilere yönelik soykırım uygulamalarını “dini” temellere oturtmakta, soykırım motivasyonlarını “dinden” almaktadırlar. Netanyahu’nun 7 Ekim’den sonra Kutsal Kitap’tan (Kitab-ı Mukaddes) alıntı yaparak gündeme getirdiği “Amalek kıssası”, öteden beri aşırı sağcı İsrailliler tarafından Filistinlileri katletmek için istismar edilmiştir. Samuel kitabında geçtiği şekliyle Mısır’dan çıkan İsrailoğullarına sürpriz bir şekilde saldıran kadim bir topluluk olan Amalekliler, Tanrı’nın gazabını üzerine çekmiştir. Tanrı, Samuel Peygamber aracılığıyla Kral Saul’a Amaleklileri katletme emrini iletmiştir. Bu emirde de “kadınlar, erkekler, çocuklar, bebekler, sığırlar ve koyunlar” özellikle zikredilerek katliamdan muaf tutulmadıkları vurgulanmıştır. Ana akım Yahudi geleneği, bu kıssayı ve emri, mecaz anlamıyla anlama eğiliminde olmuş, daha lafzi yorumlayanlar ise bu emrin münhasıran Amaleklilere yönelik olduğuna hükmetmiştir. Dolayısıyla Amalekliler ortadan kalktığı, bugün de Amaleklilerin kim olduğu bilinmediği için böyle bir emrin bugün için geçerliliği yoktur. Ancak aşırı sağcı İsrailliler, Amaleklilerin bugünkü Filistinliler olduğu konusunda, yıllardır güçlü bir kanaat ya da inanç içerisinde bulunmaktadır.

Çocuk ve bebekler dahil olmak üzere soğukkanlılıkla işlenen ve bu yönüyle dışarıdan izleyenleri de şaşkınlığa sürükleyen sivil katliamlar, aşırı sağcılar tarafından “Tanrı’nın emri” olarak algılanmakta ve sunulmaktadır. Bugün de Gazze’de şahit olan herkesi hem öfkeye hem de hayrete sevk eden sivillere yönelik katliamlar, Kutsal Kitap’taki Amalek kıssasının hastalıklı bir zihin yapısıyla istismar edilmesi sayesinde gerçekleşmektedir. Zaten ordu içerisinde bulunan aşırı sağcılar açısından Amalek kıssasının “motive edici” unsuru geçerliyken, 7 Ekim’den sonra bu “motivasyonu” harekete geçirmek için aktif çaba da gösterilmiştir. Ordu hahamları, kara harekatında görev alacak askerleri üslerde ziyaret ederek Amalek kıssasını hatırlatmış ve telkin etmiştir. Netanyahu ise mezkur “motivasyonun” kitleselleşmesi için kamuoyuna açık bir platformda “Tanrımız bize Kutsal Kitap’ta ‘Amalek’i (sana yaptığını) hatırla’ diyor. Biz de hatırlıyoruz ve savaşıyoruz” ifadelerini sarf etmiştir. İsrail bugün; aşırı sağcı, radikal ve “dinci” siyasetçi ve yerleşimci teröristlerin kayığına binmiş bir şekilde, dümende de kendi siyasi kariyeri için her ilkeyi çiğnemeye ve kullanmaya hazır bir Netanyahu ile kontrolden çıkmış durumda. İki devletli veya tek devletli, İsrail ile Filistin arasında herhangi bir “barış”, “çözüm” ya da asgari “sükunetin” önündeki en büyük engel; yerleşimci teröristler, yönetimdeki aşırı sağcı siyasetçiler ve onların aşırıcı ve hastalıklı zihin yapısıdır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası