Piyasaların ve yatırımcıların merakla beklediği Orta Vadeli Program (OVP), yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) “Dengeleme, Disiplin ve Değişim” sloganıyla Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından tanıtıldı. Türkiye ekonomisinin yeni yol haritasında en çok dikkat çeken ve konuşulan nokta büyüme, enflasyon, işsizlik ve cari açık gibi temel makroekonomik göstergelere ilişkin beklentiler oldu.
2017’de yüzde 7,4 ve 2018’in ilk yarısında ortalama yüzde 6,3 büyümenin ardından gerek yurt içi gerekse yurt dışı piyasalarda “dengeli” büyüme çağrıları yapılmış, Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme beklentileri uluslararası kuruluşlarca aşağı yönlü revize edilmişti.
YEP de piyasa öngörüleriyle örtüşür şekilde Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme beklentilerini düşürerek 2018 için yüzde 3,8, 2019 için 2,3 ve 2020 için yüzde 3,5 büyüme tahmininde bulunuyor. Bu beklentilerin ortaya koyduğu en önemli mesaj şu: Türkiye önümüzdeki iki yıl içinde bir ekonomik dengeleme sürecine girecek. Bu yönüyle program son iki yıldaki hızlı büyümenin getirmiş olduğu birtakım sorunları –enflasyon, cari açık, bütçe açığı, döviz borcu– orta vadede çözüme kavuşturmayı hedefliyor. Bunu yaparken de piyasa beklentilerine kulak verdiğini, piyasayla kavga ederek değil uyumlu bir şekilde ilerleyeceğini ortaya koyuyor. Keza Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın göreve gelmesinden bu yana piyasalara ve yatırımcılara verdiği, her fırsatta dile getirdiği mesaj da ekonomi yönetiminin piyasa ile kavga etmek değil güçlü bir iletişim kurma iradesidir.
Enflasyonla Mücadele ve Mali Disiplin
Türkiye ekonomisine ilişkin son bir yılda en çok konuşulan konulardan biri de enflasyonist baskılar oldu. 2017’de yüzde 11,9 gerçekleşen enflasyon bu yılın Ağustos’unda yüzde 17,9 olarak kaydedildi. Hızlı büyümenin getirmiş olduğu talep artışı bir noktaya kadar enflasyonun yukarı yönlü hareket etmesine yol açmış olsa da 2016’nın son çeyreğinden bu yana yüksek seyreden üretici enflasyonunun Ağustos’ta yüzde 32,13’e ulaşmasıyla birlikte tüketici fiyatları üzerinde üretici fiyatlar kaynaklı belirgin bir maliyet baskısı bu yılın ikinci çeyreğinden itibaren hissedildi. Bu veriler doğrultusunda göreve geldiği ilk günden bu yana enflasyonla mücadeleyi önceliklendiren hükümetin yeni programında da fiyat istikrarının tesisi ana gündem maddesi olarak yer alıyor.
YEP’e göre yaşanan maliyet yönlü baskılar yılın kalanında da devam edecek ve enflasyon yıl sonunda yüzde 20,8 seviyesine ulaşacak. Ağustos’ta yüzde 18 seviyesine yaklaşan ve Ekim’den itibaren aşağı yönlü hareket etmesi beklenen enflasyon için ortaya konan tahmin piyasa ve uzmanlar tarafından olumlu karşılandı. Zira piyasalar ülkenin makroekonomik gerçekliklerinden uzak, piyasa nabzını tutmayan ve erişilemeyen enflasyon hedeflerini artık ciddiye almıyor hatta cezalandırıyordu.
Önümüzdeki süreçteyse enflasyonla mücadeleyi oluşturan en önemli kalem Merkez Bankasının atacağı adımlar olacaktır. Ancak enflasyonun sadece para politikası ile çözülemeyeceği, tüm yükün ve sorumluluğun Merkez Bankasından beklenemeyeceği çoktan anlaşılmıştır. Merkez Bankası temel görevi olan fiyat istikrarı doğrultusunda gereken tüm adımları atarken kamu tarafının da mali disiplinle ve fiyat artışlarını kontrol eden mekanizmalarla enflasyonla mücadeleye destek vermesi gerekiyor.
Ekonomi yönetimi tüm unsurlarıyla enflasyon mücadelesi verirken iç ve dış piyasalarda aktörlerin bağımsızlığını sorgulayıcı tartışmalara da mahal verilmemesi gerekiyor. Özellikle Temmuz’daki toplantıda faiz artırmayan Merkez Bankası, bağımsız olmadığı gerekçesiyle çok sert şekilde eleştirilmiş, 13 Eylül’deki toplantısında 625 puan faiz artışına gidince de yabancı mecralarda bankanın bağımsızlığını ortaya koyduğu yazılmıştı. Ne yazık ki bu tutum Merkez Bankası politikalarının iç ve dış piyasa aktörleri hatta ekonomi yazarları tarafından çok boyutlu olarak değerlendirilemediğini ortaya koyuyor.
Temmuz’da faiz konusunda bir aksiyon almayan Merkez Bankasının piyasalara hatta ekonomi yönetimine verdiği güçlü bir mesaj vardı: Enflasyonu dizginlemek birincil hedefse para politikası tek başına yeterli değil faiz artırımından medet ummayın. Nitekim 2018’e ilişkin yüzde 20,8’lik enflasyon beklentisine bakıldığında da son faiz artışının da yeterli olmayacağını söylemek mümkün.
YEP’in ortaya koyduğu hedefler dahilinde enflasyonla mücadele konusunda kamu kesimi Merkez Bankasını yalnız bırakmayacak. “Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı” hayata geçilirken yeni bir “Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi” kurulacak. Özellikle gıda ürünlerindeki fiyat dalgalanmaları yakından takip edilecek. Bu noktada Ticaret Bakanlığının da fiyatlandırma bozulmalarının önüne geçmek için kurduğu fiyat gözetim mekanizmaları da büyük önem arz ediyor.
Enflasyon ile mücadelenin bir diğer önemli aracı da talebi kısıtlayıcı etkisiyle kamu harcamalarını azaltma politikasıdır. YEP’in ortaya koyduğu ilkelere göre önümüzdeki dönemde enflasyon üzerinde dolaylı ve dolaysız etki yaratan kamu harcamalarının kısılması, aynı zamanda bütçe açığının dengelenmesi öncelikli hedefler arasında yer alıyor.
Bu anlamda hükümetin izleyeceği mali disiplin politikası çerçevesinde kamunun mal ve hizmet alımının yanı sıra yatırım harcamalarında düşüş gözlemlenecek. İhale süreci tamamlanmamış yatırım projelerine başlanmazken devam eden projeler de bitiş oranlarına göre önceliklendirilecek. Mega projelerin finansmanı için de uluslararası kaynaklara başvurulacak. Tüm bu önlemler neticesinde YEP tahminlerine göre 2018’de bütçe açığı da gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,9’una, 2019’da ise yüzde 1,8’ine tekabül edecek. Bu oran 2017’de yüzde 1,5 olarak gerçekleşmişti.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, tüm küresel ve bölgesel ekonomik zorluklara karşın Türkiye’nin tüm hedeflerine güçlü bir şekilde yürümesini sağlayacak bir ekonomik program hazırladıklarını belirtti.
Özel Sektörün Borcu Konusu
İç ve dış piyasalar ile yatırımcıların önümüzdeki süreçte Türkiye ekonomisine ilişkin yakından izleyeceği en önemli hususlardan biri de özel sektörün borcu konusu. YEP’in bu konuda ortaya koyduğu çerçeveye geçmeden önce Merkez Bankasının Temmuz verilerine bakmakta fayda var. Merkez Bankasının Temmuz Ödemeler Dengesi verilerine göre özel sektörün (bankalar, bankacılık dışı finansal kuruluşlar ve finansal kesim dışındaki kuruluşlar) yurt dışından sağladığı uzun vadeli borcu 221,6 milyar dolar. Bankalar bu borcun 93,8 milyar dolarlık kısmını sırtlanırken finans dışı kesim 111,2 milyar dolarlık kısmını üstleniyor. Yine bu verilere göre bankalar Ağustos-Aralık döneminde 16,7 milyar dolar borç ödeyecekken finansal olmayan kesim aynı dönemde 5,5 milyar ödeyecek. Özel sektörün yurt dışından sağladığı kısa vadeli borcu ise temmuz ayında 18,9 milyar dolar olarak kaydedildi. Vade dağılımına bakıldığında, bankaların ekim ayında 1,8 milyar dolar ödemesi beklenirken finans dışı kesim 358,8 milyon dolar ödeyecek. Özel sektör aktörlerinin Kasım ve Aralık’ta da sırasıyla 1,3 milyon ve 1,5 milyon dolar ödemesi bekleniyor.
Özellikle son iki ayda kurda yaşanan volatilite ve değer kaybı döviz açık pozisyonundaki reel sektör aktörlerini etkilerken borçların ödenmesi ve bankacılık sektörünün bu gelişmelerden olumsuz etkilenmemesi için rahatlatıcı ve kolaylaştırıcı adımların atılmasını da zaruri kıldı. Bu nedenle YEP’in önceliklerinden biri de bankacılık sektörünün mevcut yapısını korumasını sağlamak ve borçların yeniden yapılandırılmasını ve yönetimini düzenlemek.
Borçların yeniden yapılandırılması için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun öngördüğü çerçeve anlaşma geçtiğimiz hafta imzalandı. Anlaşmaya göre bankalar ve diğer finansal kurumlar münferit veya birlikte borçlarını ödemeye niyetli ancak farklı nedenlerle edimlerini zamanında yerine getiremeyen müşterilerine ödeme kabiliyetlerinin iyileştirilmesine destek olacak. Bunun içinse bankalar her bir müşterinin durumunu ayrı ayrı değerlendirerek müşterilerine kredi kanallarını açık tutacak; vade, ödeme ve teminat koşullarında esneklik sağlayacak.
Mevcut borçlar Türk bankaları ve finans dışı kesim için başka fırsat kapılarını da aralayabilir. Mevcut ekonomik koşullar altında hükümetin mali disiplinden taviz vermemesi gerekiyor, o yüzden bu borçları sübvanse etmekten geri durması muhtemel. Bu durumda atılacak adımlardan birisi de borçların bankalara daha çok kredi verilerek ve kredi kanalları açılarak desteklenmesi yerine son dönemde Türkiye’yi sık sık ziyaret eden yabancı yatırımcılara bir yatırım aracı olarak sunulması. Türk bankalarının yüzde 16,1 seviyesindeki sermaye yeterlilik rasyosu ile yüzde 14,4’lük öz kaynak karlılığına Türkiye ekonomisinin büyüklüğü, çeşitliliği ve sağlam dinamikleri eklenince söz konusu borçların Amerikalı ve Avrupalı portföy yatırımcılarına yatırım aracı olarak sunulması içinde bulunduğumuz dönem için kaçırılmaz bir fırsat olabilir.
Gerek makroekonomik hedefler gerekse mevcut sorunlara yönelik belirlenen çözüm setleriyle yeni ekonomi programı tasarımdan sunuş aşamasına kadar piyasa beklentilerinin dinlendiğini, piyasa ile sulh içerisinde hareket edildiğini gösterdi. Önümüzdeki süreçteyse ihracat odaklı büyüme, tasarruf ve disipline dayalı kapsamlı bir programın dünyanın en iyi performansına sahip bankacılık sektörlerinden biriyle destekleneceği bir döneme şahitlik edeceğiz. Ülkenin makroekonomik gerçekliklerinden uzak ve hedeflerin gerçekleştirilemediği programlar yerine kurulacak ofisler ve üç aylık denetimlerle şeffaflık, hesap verebilirlik ve ölçülebilirlik kriterleriyle donatılmış bir program doğrultusunda, hükümet ve ekonomi yönetimi hedeflere ulaşmak için çalışırken piyasa ile de iletişimin yeni yol haritası kanalıyla güçlendirileceğine dair bir taahhüt ortaya koydu. Bundan sonraki süreçte, YEP’in performansını takip edecek olan piyasanın da hükümeti ve ekonomi yönetimini iyi dinlemesi gerekiyor.