Ağustos’ta yaşadığımız finansal türbülans ve TL’nin dolar karşısında ciddi biçimde değer yitirmiş olması bundan sonraki süreçte ekonomide gerek devletin gerekse bireylerin ve şirketlerin ne gibi adımlar atması gerektiği sorusunun yüksek sesle sorulmasına yol açtı. Verilen cevapların hatırı sayılır bir kısmı ise “daha çok tasarruf” ve “daha az harcama” teması etrafında şekillendi. Gerçekten de tasarruf başlı başına önemli bir haslettir. Uzun vadeli çıkarlarımız için kısa vadeli istek ve arzularımızdan fedakarlık etmeyi çağrıştırır. Fakat içinde yaşadığımız modern ekonomik/ finansal sistem oldukça ve belki de tahmin edilenin çok ötesinde karmaşıklık düzeyine sahiptir. Çok fazla sayıda değişkenin ve önemli geri besleme mekanizmalarının bulunduğu modern ekonomilerde atılan adımların ne gibi ekonomik sonuçlar doğuracağının iyi düşünülüp tartışılması gerekir. Bu durum genel ekonomik işleyişin sonucunda ortaya çıkan tasarruf gibi makro değişkenler için “özellikle” geçerlidir.
Tasarruf “Verimli Harcama Yapmak” Demektir
Tasarruf konusu düşünülürken dikkat edilmesi gereken faktörlerin başında geri besleme etkileri ve tasarruf-yatırım ilişkisi gelmektedir. İlk olarak unutulmaması gerekir ki kişisel tüketim için değil piyasa için üretim yapılan modern ekonomilerde bir kişinin (tüketicinin) daha az tüketmesi ve tasarruf etmesi demek başka bir kişinin (üreticinin/satıcının) daha az ürün satabilmesi ve gelir kaybına uğraması demektir. Bir ekonomide topyekün bir şekilde insanların daha çok tasarruf etmeye yönelmesi de o ekonomide toplam talebin ve satışların düşmesi, işsizliğin artması ve nihayetinde ekonomik aktivitenin daralması demektir. Bu durum da sonuç olarak –ve ironik bir şekilde– en başta arzu edilen tasarrufun bile dönem sonunda gerçekleştirilememesi hatta toplam tasarruf düzeyinin düşmesi anlamına gelebilir. Zira gelir düzeyi düşen bireylerin tasarruf etmesi daha zor hale gelir. Buna iktisat biliminde “tasarruf paradoksu” denir.
Bu açıdan ekonomik sıkıntıların yaşandığı dönemlerde vatandaşlara önerilmesi gereken şey “daha çok tasarruf” değil “tüketim harcamalarını aynen sürdürmek” olmalıdır. Zira ekonomi güven ve beklentiler üzerine kuruludur. Sırf ekonomik kriz çıkacak beklentisi bile –insanlar bu beklentiyle harcamalarını kısacaklarından– günün sonunda ekonomik krizin çıkmasına neden olabilir. İşte “kendini gerçekleştiren kehanet” budur.
Bu açıdan yapılması gereken vurgu tasarruf veya tüketimi azaltmaktan ziyade “tüketim kompozisyonu”nu daha verimli hale getirmek olmalıdır. Yani “daha çok tasarruf” değil “daha verimli tüketim”. Aslında –pek bilinmemekle birlikte– ülkelerin ölçülen “tasarruf miktarı” basit bir şekilde milli gelirin harcanmayan kısmı hesaplanarak ölçülmez. Böyle bir ölçüm yoktur ve mevcut milli gelir hesaplama tekniği çerçevesinde olamaz da. Zira milli gelirin üretim, tüketim ve gelir olmak üzere üç boyutu vardır ve (kapalı bir ekonomide) mantıki olarak bir ülkenin bir yıldaki toplam üretimi, tüketimi ve geliri birbirlerine denktir. Peki, tasarruf nerede? Şurada: Milli gelir kendi içinde “tüketim harcamaları” ve “yatırım harcamaları” olarak ikiye ayrılır ve ikincisinin üzerine “yapılan tasarruf miktarı” etiketi yapıştırılır. Yani yatırım harcaması düzeyinden toplam tasarruf düzeyine “ulaşılmış” olunur. Bu ölçüm yöntemi dolaylı olmakla birlikte aslında oldukça anlamlıdır, zira yatırıma dönüştürülmeyen tasarruf aslında israf edilmiş demektir. Yani bazen de tasarruf ederek israf edebilirsiniz. Bu açıdan israf aslında sadece kaynakları boşa harcamak değil aynı zamanda “verimli kullanmamak” demektir.
Evet, özellikle ekonomik sıkıntı yaşanan dönemlerde ve genel olarak da aslında her zaman “israf”ın önüne geçmek gerekiyor. Bunun için de tüketimi “daha verimli” hale getirmek gerekiyor. Bu çerçevede kamu kurumlarında gereksiz harcamaların azaltılması yönünde bir iradenin ortaya konulması oldukça önemlidir ve bunun devamı gelmelidir. Fakat buradan ortaya çıkacak ek kaynakların daha verimli alanlara aktarılması da gerekmektedir. Mesela kamunun sahip olduğu veya kiraladığı makam araçlarının sayısında yapılacak tasarruf devletin veya özel sektörün gerçekleştirdiği teknoloji geliştirme çalışmalarına kanalize edilebilir. Böylece hem toplam ekonomik aktivitenin azalmaması sağlanmış olur hem de aslında ekonomik aktiviteyi uzun vadede daha ileri noktalara taşıyacak momentum “beslenmiş” olur.
Bunun yanı sıra yerli ekonomiye destek olmak anlamında ithal ürünlerin tüketilmesi yerine yerli ürünler tercih edilebilir. Bu hem cari açık üzerindeki baskıyı azaltacak hem de yerli üretimi teşvik edecektir. Fakat bu “tüketici teşviki”nin yerli üreticiler tarafından iyi değerlendirilmesi ve ortaya çıkacak ek kaynakların teknoloji geliştirmeye ve yeni yatırımlara harcanması gerekmektedir. Bu gerçekleşmezse tüketicilerin sağladığı bu teşvikin karşılığında ortaya çıkan şey –eşyanın doğası gereği– daha kalitesiz yerli ürünler olur.
Tasarruf Açığı Değil Teknoloji Açığı
Tasarruf açığı öteden beri Türkiye’nin en temel problemleri arasında sayılır. Bu anlayışa göre daha çok tasarruf etmemiz durumunda ortaya çıkacak ek kaynaklar yatırımlara yönlendirilebilecektir. Fakat Türkiye’nin asıl problemi tasarruf açığı değil teknoloji açığıdır ve bu minvalde Türkiye’de tasarruf açığı değil bilakis “tasarruf fazlası” vardır. Neden? Bireysel olarak elimizde 1 milyon TL’lik bir tasarrufumuzun olduğunu düşünelim. Türkiye’de bu parayı nasıl “değerlendirebilirsiniz”? Birçok kişi için cevap açıktır: Bu parayı arsa veya konut satın alarak değerlendirme yoluna gider. Zira bunlar haricinde bireyler için paralarını “değerlendirebilecekleri” bir yatırım mecrası yoktur. Bu durum az veya çok şirketler için de geçerlidir. Şirketlerin elde ettikleri karların ne kadarının daha teknolojik yatırımlara dönüştüğü ne kadarının da arsa ve gayrimenkul satın alınarak “değerlendirildiği” noktasında arzu edilen noktada olmadığımız bir vakıadır. Şu halde tasarruflar Türkiye’de kendisine yatırıma dönüşecek bir mecra bulma noktasında ciddi düzeyde sıkıntı yaşamaktadır. Bu açıdan ortada yatırıma dönüşmeyi bekleyen bir “tasarruf fazlası” vardır. Çiftlik Bank gibi skandalların ortaya çıkışında bu faktörün de hatırı sayılır düzeyde bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Ayrıntılar bir yana bir ekonomideki tasarruf düzeyi ile yatırım düzeyi birbirine denktir. Bu noktadan hareketle daha çok tasarrufun daha çok yatırım anlamına geleceği düşünülmektedir. Fakat tasarruf ile yatırım arasındaki denklik sadece muhasebe açısından bir denkliktir ve arada nasıl bir neden-sonuç ilişkisi olduğuna dair bir şey söylenmemektedir. Evet, bir çiftçi için bu yılın buğday hasadından gelecek yıl ekmek üzere tohum olarak ayrılan kısım hem tasarruf hem yatırımdır ve burada daha çok tasarrufun basitçe daha çok yatırım anlamına geldiğini görürüz. Zira tohum olarak ayrılan buğday ile tüketim için ayrılan buğday aynı niteliklere sahiptir ve tüketimdense yatırım için ekstradan bir teknoloji gerekmez.
Fakat belirli bir teknolojik düzeye sahip olan ve doygunluk noktasına ulaşmış bir ekonomide daha çok tasarruf basitçe daha çok yatırım anlamına gelmez. Zira daha çok yatırım için sadece daha çok tasarruf etmeniz değil, aynı zamanda daha ileri bir teknolojik düzeye geçmeniz gerekir. Bu açıdan teknoloji geliştirme noktasında sıkıntıların yaşandığı bir atmosferde basitçe daha çok tasarruf etmek, istenen sonuçları üretmek bir yana ekonomik aktiviteyi zayıflatarak ülkeyi daha kötü bir pozisyona sokabilir. Yani Dimyat’a pirince gidilmeye çalışılırken evdeki bulgurdan olunabilir. Bu yüzden günümüzün modern ekonomilerinde tasarruf ile yatırım arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır ve aradaki nedensellik ilişkisi tasarruftan yatırıma değil yatırımdan tasarrufa doğrudur. Yani yatırım düzeyini tasarruf belirlemez fakat tasarruf düzeyini yatırım belirler. Zaten milli gelir hesaplamasında da yapılan tam da budur: Ekonomide ne kadar yatırım yapıldığından hareketle ne kadar tasarruf edildiği “hesaplanmış” olunur.
Bu çerçevede genel eğitim düzeyinin yüksek olduğu, vasıflı iş gücü bulmakta sıkıntı yaşanmayan ve Ar-Ge harcamalarının yoğun bir şekilde gerçekleştirildiği bir ekonomik atmosferde, teknoloji geliştirmeye çalışan ve gelecek vadeden şirketler aradıkları kaynakları yani “tasarrufları” bulmakta sıkıntı yaşamayacaklardır. Zira (yüksek) getiri beklentisi insanları bu şirketlere –doğal olarak– çekecektir. Böylece yatırımlar kendi tasarruflarını “bulmuş” olacaktır. Yine teknolojik atılım potansiyeli barındıran şirketler de mevcut karlarını arsa veya gayrimenkule değil, yatırımlara harcayacaktır. Yani nihayetinde yatırımlar kendi tasarrufunu bulacaktır. Bu açıdan denilebilir ki her yatırım kendi tasarrufunu bulur. Yeter ki gelecek vadetsin. Bu açıdan Türkiye’nin yapması gereken şey daha az tüketmek ve tasarruf etmek değil daha çok teknoloji geliştirmek ve üretmektir. Günün sonunda asıl problem tasarruf açığı değil, teknoloji açığıdır. Modern ekonomilerde tasarruf yatırımı kovalar, tersi değil.