Takipçilerine, “İsa peygamber güzel konuşurmuş, ben de güzel konuşuyorum, değil mi?” diye soran Fetullah Gülen bir başka vaazında, “Benim annem de yok, babam da yok. Gelip vazife yapmam lazımdı; geldim, vazifemi yapıyorum” diyor.
Yani kendisinin “seçilmiş” olduğunu iddia ediyor. Zaten bütün Mesiyanik anlayışların temelinde bu “seçilmişlik” safsatası yok mudur?
17-25 Aralık darbe girişiminden kısa bir süre önce… Efkar-ı umumi dershane tartışmaları ile meşgul. Bir mecliste tesadüf ettiğimiz, bilahare yurt dışına kaçan, FETÖ üyesi bir gazeteci ısrarlı sorularım üzerine mecburen itiraf ediyor: “Evet, Gülen’in Mehdi ya da Mesih olduğuna inananlar var.”
Keramet sahibi bir veli değil; Mehdi ya da Mesih. Şimdilerde ev ya da bölge imamlarının “Ve o ‘beklenen kişi’ gelecek” itirafıyla dolu ses kayıtları, görüntüler.
Mehdilik ya da Mesihlik iki farklı “müessese”. Ortak noktaları “yaratıcıyı temsil eden bir kurtarıcı”nın varlığı. Kurtarıcının gelebilmesi içinse “şartların olgunlaşması” yani “kötülüğün bütünüyle hakim olması” gerekiyor.
Peki, kötülük bir kurtarıcının tezahür etmesini zorunlu kılacak kadar yaygın ve güçlü değilse ne yapacağız? Sahte kurtarıcılar ve onların sapkın tarikatları bu görevi kendileri üstleniyor. Yani kötülüğün, yalanın, iftiranın, şiddetin ve her türlü melanetin yayıcısı haline geliyorlar. Ortamı müdahaleye hazır hale getiriyorlar.
Tıpkı dünya tarihinde pek çok prototipi bulunan FETÖ örneğinde olduğu gibi.
Sapkın Bir Hurufilik
“Seçildiğini” iddia eden kişinin takipçilerini kandırabilmek için “gaybın bilgisine sahip olduğunu” da iddia etmesi gerekiyor. Gülen boşuna, “Allah benimle konuştu. Kainatı Muhammed’im için yarattım, senin için devam ettiriyorum” demiyor.
Çevresinde toplanan ve küçük yaşlardan başlayarak bu çarpıklığa maruz kalan “kült” üyeleri geçmişi ve geleceği bilen liderlerinin Tanrıyla doğrudan temas halinde olduğunu sanıyor. Onu peygamberlik hatta bu örnekte peygamberlikten de üstün bir makama yerleştirip Tanrı’nın kendisine ilham ettiğini sandıkları “kurtuluş kehanetleri”ne dört elle sarılıyorlar.
Fetullah Gülen’in kehanetlerini incelediğimizde bütün Mesiyanik kültlerde olduğu gibi sapkın bir Hurufilikle temellendirildiğini görüyoruz. 40 yıl; 20 gün, “falancanın battığı, filancanın zuhur ettiği o tarih”. Bütün hazırlıklar bu rakamlara göre yapılıyor.
Liderin kaderi bildiği, kimin başına ne geleceğinin kendisine bildirildiği, bütün tabii ve beşeri hadiselerin liderin haklılığını ispat etmek üzere dizayn edildiği bir kurmaca bu… Kapalı devre bir bilgisayar oyunu. Takipçiler bu oyunda birer avatardan fazlası değil. Kendi duyguları, kendi düşünceleri, kendi inançları yok. Ve amaca ulaşmak için her şey mübah.
Gerçekleşmeyen kehanetleri yenileriyle değiştirmek buna dahil.
Çelişkili Kehanetler
1 Kasım seçimlerinden hemen önce şöyle diyor Gülen:
“Ağaçlar gibi devrilecekler, yapraklar gibi savrulup gidecekler, toprağa gübre olarak dökülecekler.”
Seçimlerden AK Parti ezici bir üstünlükle çıkınca kehanetini şöyle değiştiriyor:
“Zira zulmün sonu, onlar için de başkaları için de hezimettir. Mesela bu zulümlerden dolayı bir fay kırılması olursa, bir sürü masum insan da ölür. Yüreğim ağzıma geliyor her zaman; Marmara böyle kırılmaya müheyya faylar üzerinde duruyor. O faylar, üzerinde atom bombaları patlatmanızla değil de zulüm bombaları patlatmanızla kırılabilir; hafizanallah, Sakarya zelzelesine rahmet okutturacak hadiselere sebebiyet verebilir...”
Vaktiyle Marmara depreminin kimi gizli silahlar tarafından “yapay” bir şekilde tetiklendiğine dair kitaplar yazan müritleri olan Gülen söylüyor bunu.
Gülen’in kehanetlerinde Tayyip Erdoğan’a ve sevenlerine hususi bir yer ayırdığı görülüyor.
“Eşrefpaşa’dan, Kasımpaşa’dan bir yerlere sıçrayan külhaniler farkına varmadan öyle zehirlenirler ki kendilerini bir şey görmeye başlarlar” diyor mesela. Ağzından tükürükler saçarak beddualar ediyor.
Erdoğan’ı Hitler’e benzettiği konuşmasında ise şöyle diyor:
“Böyle çok aziz yaşayacağım diye koşturdu durdu. Hep kendi refah ve saadet sarayları kurmak, dünyasını ona göre planlamak için koşturdu durdu ama bağışlayın rezil öldü, intihar etti. Bunun gibi çağın bütün diğer firavunları, nemrutları aynı şeye maruz kalacaklar. Allah imhal eder de ihmal etmez.”
Sahte Vaizler Silsilesi
Peki Gülen yanlışlığı kısa bir süre içinde ortaya çıkan bu palavraları neden yayıyor? Nedeni gayet basit: Örgütün dağılmasını engellemek için. “Sizin bilmediğiniz, bana bildirilen şeyler var” algısı oluşturmak için. Takipçilerini aldıkları hezimetin yılgınlığından kurtarıp yeni saldırılara motive etmek için.
Bu yönüyle kendisinden önce gelip geçmiş sahte kahinlerin izinden yürüyor. Mormon Armagedonu’nun mucidi Joseph Smith’in mesela. TV yıldızı olmayı başaran sahte mesihler cümlesinden Pat Robertson’u andırıyor. Üyeleri topluca intihar eden Cennetin Kapısı’nın eşiğinde duruyor. Her an içeri girebilir.
Öte yandan bana en çok Harold Camping’i hatırlatıyor. “21 Mayıs 2011’de kıyamet kopacak” diyerek milyonlarca dolar para toplayan bu sahte mesih günlerce ortadan kaybolduktan sonra çıkıp “aslında ruhsal kıyametin gerçekleştiğini ve insanların bunu göremediğini, fiziksel kıyametin de beş ay sonra yani 21 Ekim’de gerçekleşeceğini“ açıklamıştı.
Fetullah Gülen’i benzerlerinden ayıran bir özellik kehanetlerinin muğlaklığı. Bu sayede bir yandan takipçilerine umut aşılarken diğer yandan “yeniden yorumlama”nın uçsuz bucaksız çöllerine atıyor onları. Tıpkı yumurta kehanetinde olduğu gibi…
Leeds Tavukları
15 Temmuz’daki başarısız darbe girişiminden sonra Gülen kameraların karşısına geçmiş ve bütün umutlarını kaybeden takipçilerine şu müjdeyi vermişti:
“Kuluçkaların sürekli yumurtaları evirip çevirip 20 gün diye inlediği gibi inle ve sabret. Mevsimi gelince çıkacak, sabır!”
20. gün 14 Ağustos 2016’ya denk geliyordu ve Şirince hadisesinde olduğu gibi arkasında bir geyik külliyatı bırakarak geçip gitti.
Gülen’in kehanetleri için zengin tarihsel ve ezoterik göndermelere sahip nesneleri seçtiği dikkatinizi çekmiştir. Yumurta bunlardan biri...
Antik çağlarda Çinliler ilk insanın yaratıcı tarafından suyun üzerine bırakılan yumurtadan çıktığına inanırdı. Eski Mısır’da Ra’nın, Mısır kazının kuluçkaya yattığı kozmik yumurtadan çıktığına inanılırdı. Yunan mitolojisinde Zeus’un ikiz çocukları, Zeus ve Leda tarafından yumurtadan çıkarılmış; yumurta kabukları şapka gibi başlarında kalmıştı.
Brahma da yumurtadan çıkan efsanevi karakterlerden biridir. Budizm’de yumurta kabuğu “cehalet kabuğu”dur ve kırılmasıyla ışığa kavuşulur. Paskalya ve Nevruzlarda yumurtalar boyanır, yeni yıl ağacı olarak da bilinen Aziz Yuhanna ağaçları mayısta yumurta kabuklarıyla süslenir. Evvel zaman içinde bazı tarım toplumlarında bereketi artırsın diye yumurtalar havaya atılır ya da toprağa gömülürdü. Topraktan yapılıp mezarlara konulan yumurtaları da unutmayalım. Bunlar güya ölümsüzlüğü simgeliyordu.
Yumurta ezoterizmine dair bir örnek daha verip konuyu bitirelim: 1806 yılında İngiltere’nin Leeds kentinde yaşayan bir tarikatın üyeleri liderlerinin üzerinde “İsa geliyor” yazan yumurtalar keşfettiğine inanarak bunu İsa’nın “Mesih” olarak geri döneceği ve kıyametin kopacağı şeklinde yorumladılar. Mallarını, mülkleri satıp dağ başlarına çekildiler. Kıyamet kopmadı. Bugün bu sapkın tarikatın görüşlerini savunan kimse de kalmadı fakat Leeds tavukları yumurtlamaya devam ediyor.