Kriter > Dosya > Dosya / Uluslararası Sistem ve BM |

Tayvan Krizi Ekseninde Büyük Güç Rekabeti ve Küresel Sistemin Geleceği


ABD’nin geç uyanışı esnasında Çin’in kolları Afrika’dan Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya kadar, AB ve NATO ülkeleri dahil olmak üzere, bütün küresel aktörleri sarmış ve Çin ile diğer ülkeler arasında kurulan ekonomik bağlar, Çin’in ABD’nin iddia ettiği gibi ciddi bir güvenlik tehdidi olma ihtimalinin diğer ülkeler tarafından görülmesini bulanıklaştırmıştır.

Tayvan Krizi Ekseninde Büyük Güç Rekabeti ve Küresel Sistemin Geleceği
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Çinli yetkililerin uyarılarına rağmen gittiği Tayvan’da meclisi ziyaret etti. Pelosi'ye, ada otoriteleri tarafından

Geçtiğimiz Ağustos’ta ABD temsilciler Başkanı Nancy Pelosi tarafından gerçekleştirilen Tayvan ziyareti, bölgeyi çalışan uzmanların uzun zamandır takip ettiği gelişmelerin uluslararası toplumun da dikkatini çekmesi açısından oldukça ses getirdi. ABD’nin üç numarası olarak nitelenen Pelosi’nin gerçekleştireceği ziyaretin arifesinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin gösterdiği refleks ve Pelosi’nin uçağının Tayvan’a inmesi durumunda askeri karşılık dahil gerekli tüm önlemlerin kullanılacağına yönelik ikazları, dördüncü Tayvan Boğazı krizinin doğuracağı sıcak çatışma beklentisini yükseltmişti. Nitekim Şi Jinping’in meşhur “Ateşle oynayan kendini yakar” göndermesi ve ABD’nin başlangıçta ziyaretin gerçekleşmesine yönelik isteksiz tutumuna rağmen, Pelosi’nin uçağı, onu canlı olarak takip eden binlerce kişinin şahitliğinde sorunsuz biçimde adaya indi ve Pelosi, Tayvanlı üst düzey yetkililer tarafından coşkuyla karşılandı.

Tayvan ziyaretinin üstünden geçen sürenin ardından ortadan kalkan toz bulutu, Asya-Pasifik Bölgesi’nde oluşmaya başlayan dengelerin ve yürütülen stratejilerin görülmesi açısından, bu krizin başarılı bir turnusol kağıdı olduğunu gözler önüne seriyor. Ziyaretin ardından Çin’in büyük bir hızla başlattığı tatbikatlar ve adayı kuşatma stratejileriyle eş zamanlı olarak, Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki ülkelerin büyük çoğunluğu “Tek Çin” ilkesi (Tayvan’ın ana karanın bir parçası olduğunu kabul eden ilke) paralelinde gerçekleştirdikleri açıklamalarla üstü kapalı biçimde Çin Halk Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün desteklenmesi yönünde görüş beyan ettiler. Örneğin Endonezya, tarafları kışkırtıcı eylemlerden kaçınmaya davet ederken, Tek Çin ilkesine saygı duyduğunu ifade etti. Pelosi’nin ziyareti esnasında Kamboçya’da on üye ülkesiyle dışişleri bakanları toplantısını gerçekleştiren Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) yaptığı yazılı açıklamada, bölgede istikrar ve barışın sağlanmasının öneminin altını çizerken Tek Çin ilkesine de açık vurgu yaptı.

Bölgedeki çoğu ülke Tayvan konusunda Çin’i destekliyor gibi görünse de bu öncelikle istikrarsız bir Asya-Pasifik Bölgesi’nin kendileri için de tehdit oluşturacağını bilen ülkelerin gösterdiği doğal hassasiyetin bir yansıması. Diğer taraftan Asya Pasifik Bölgesi’nde Çin’in davranışlarından giderek daha fazla rahatsızlık duyan ve bu nedenle doğrudan veya dolaylı olarak Tayvan’ı destekleyen ülkeler de mevcut. QUAD’ın son üyesi Hindistan daha alt perdeden olsa da özellikle Avustralya ve Japonya Tayvan’a açık biçimde desteğini dile getirdi. Söz konusu ülkelerin bölgedeki diğer ülkelere nazaran az sayıda olmasına rağmen bölgenin dinamiklerinde oynadığı roller düşünüldüğünde, Çin’in bu ülkeleri kendi toprak bütünlüğünü tanımayan aykırı birkaç ülke olarak görmezden gelmesi mümkün değil. Özellikle de bu ülkelerden birinin dahil olduğu AUKUS ile nükleer denizaltı geliştirme imkanını elde eden Avustralya olduğu düşünülürse; Çin’in son yıllarda sıkça dile getirdiği Tayvan kırmızı çizgisinin bu aktörler tarafından kabullenilmemesi ciddi önem arz ediyor.

ASEAN
(Eko Siswono Toyudho/AA)

 

Büyük Güç Rekabeti ve Asya-Pasifik Bölgesinde Uygulanan Stratejiler

Bu bölgenin geleceğine yönelik projeksiyonları incelemeden önce bölgenin niçin küresel sistemin geleceği için önemli olduğunu ve büyük güç rekabetinin nasıl doğduğunu anlatmakta fayda var. Asya-Pasifik Bölgesi, son yıllarda Asya’nın genelinde görülen ivmeli yükselişin oransal olarak en yoğun yaşandığı yer. Dünya nüfusunun neredeyse 1/3’ünü içeren bu bölge, içinde bulunduğumuz yüzyılla birlikte dünyanın bir nevi fabrikasına döndü ve sahip olduğu su yollarıyla da dünya pazarlarına mamul akışının ana arterlerinden biri haline geldi. Bölgede bulunan ülkelerden Çin Halk Cumhuriyeti, ucuz iş gücünün, yoğun nüfusun ve uygulanan ekonomi politikalarının getirdiği etkiyle ekonomik anlamda ciddi bir sıçrama yaşarken, bu sıçramadan elde ettiği potansiyeli özellikle 2008’den sonra geliştirdiği stratejilerle de destekledi. Bu kapsamda bir taraftan Kuşak-Yol İnisiyatifi gibi büyük çaplı projelere yatırım yaparak kollarını küresel ekonomiye uzatırken, diğer taraftan askeri modernizasyon hamlesine girişerek savunma kapasitesini geliştirmeye odaklandı. Çin, tüm bu stratejilerini ise barışçıl yükseliş, huzur içinde bir arada yaşama, devletlerin iç işlerine karışmama, küresel eşitsizlikle mücadele vb. kavramlarla destekleyerek yeni nesil bir dış politika karakteristiğini de aynı anda uluslararası toplumun ilgisine sundu. Çin’in ekonomik sıçrayışı, 2008’de onu ABD’nin en büyük dış alacaklısı konumuna sokarken, 2010’da Japonya’yı geçerek dünyanın en büyük ikinci ekonomisi koltuğuna oturttu. Çin’in yükselişinin tetikleyici unsurlarından biri olan ve 1971’de filizlenen ABD-Çin ilişkilerinin oluşturduğu Çin’i küresel sisteme entegre etmek üzere teşvik etme stratejisi, önceki yıllarda pek çok sınav verse de, 2011’de Obama döneminde yayınlanan Asya-Pivot politikasıyla bir dönüşüme girmişti. ABD’nin geç uyanışı olarak tanımlamayı tercih ettiğim bu süreç; ABD-Çin arasında başlayan ticari gerginlikler, 2012’de Mao’dan sonraki en güçlü lider olarak gösterilen Şi Jinping’in Çin devlet başkanı oluşu, Hong Kong protestocularının Trump tarafından desteklenmesi, ticaret savaşları ve Covid-19 salgını derken, ABD’nin Çin’e yönelik politikalarının keskin bir hal alması, karşılığında ise uzmanların ABD liderliğindeki uluslararası sisteme yönelik ciddi bir meydan okuma olarak tanımladığı Çin ile sürdü.

Diğer taraftan, ABD’nin bu geç uyanış esnasında Çin’in kolları Afrika’dan Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya kadar, Avrupa Birliği ve NATO ülkeleri dahil olmak üzere, bütün küresel aktörleri sarmış ve Çin ile diğer ülkeler arasında kurulan ekonomik bağlar, Çin’in ABD’nin iddia ettiği gibi ciddi bir güvenlik tehdidi olma ihtimalinin diğer ülkeler tarafından görülmesini bulanıklaştırmıştır. Nitekim, 2021’de gerçekleştirilen NATO liderler zirvesinin sonuç bildirgesinde “Çin'in belirtilen hırsları ve iddialı davranışları, kurallara dayalı uluslararası düzene ve ittifak güvenliğiyle ilgili alanlara sistemik meydan okumalar sunuyor.” ifadelerine yer verilerek ABD’nin gözündeki malumun ilanı, tüm NATO ülkeleri tarafından kabul edilmiş ve bu durum Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin Çin ile ilişkili politikalarına da eş zamanlı olarak yansımıştır.

 

Asya-Pasifik Bölgesinin Geleceği ve Küresel Sistem

ABD’nin Çin’i “sistemik meydan okuma” olarak tanımlamasının ardından uluslararası toplumda farkındalık oluşturmak üzere geliştirdiği stratejilerin yanı sıra askeri stratejilerini de Asya-Pasifik bölgesine yönelttiği görülüyor. Bu kapsamda bir taraftan yeniden canlandırılan QUAD mekanizmasıyla ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya’nın bölgeye yönelik stratejilerinin ortaklaştırılması hedeflenirken; diğer yandan Birleşik Krallık, Avustralya ve ABD ile kurulan AUKUS ittifakıyla sadece istihbarat, yapay zeka, siber savaş gibi yeteneklerin geliştirilmesi amaçlanmıyor, aynı zamanda Avustralya’nın dahil edildiği nükleer denizaltı geliştirme projesiyle bölgeye önemli bir oyun değiştirici aktör ekleniyor.

QUAD ve AUKUS ile başlatılan ABD’nin Asya-Pasifik’te Çin’i çevreleme stratejisi, ABD tarafından yayınlanan Hint-Pasifik stratejisi belgesiyle resmi düzleme oturtulurken, ilgili strateji belgesinde ABD’nin Hint-Pasifik stratejisine ASEAN, Güney Kore ve diğer bölgesel/bölge dışı paydaşları dahil etmeyi amaçladığı görülüyor. Çin’in Pasifik Okyanusu’ndaki birinci ve ikinci ada zincirlerine kilitlenmesi amacıyla Japonya, Güney Kore ve Avustralya ile oluşturulan düşey hat kapsamında, bu hattın ortasında kalan ve yüzen bir uçak gemisi olan Tayvan’la yürütülen ilişkilerin seviyesi yükseltilirken aynı zamanda Tayvan’a yönelik savunma yardımlarının kapasitesi de artırılıyor.

Gelişmelere Çin tarafından bakıldığı zaman, Çin’in 2022’ye kadar, ABD tarafından kendisine karşı uygulanan çevreleme stratejisine verdiği yanıt görünürde diplomatik eksenle sınırlı kalırken, aslında askeri modernizasyonunu henüz tamamlamamış bir ülke olarak hibrit tehdit enstrümanları yoluyla savaş eşiğinin altında cevaplar vermek üzerinden ilerledi. Bu kapsamda siber saldırılar, bölge ülkelerine yönelik ekonomik zorlamalar, espiyonaj faaliyetleri, salam dilimleme taktikleri, lahana stratejileri gibi Çin tarafından geliştirilen farklı uygulamalar, ABD ile girilecek olası bir sıcak çatışmanın doğuracağı riski minimum seviyeye düşürmeyi amaçlıyordu. Ancak 2022, ABD ve bölgedeki müttefikleri açısından alarm sireninin çaldığı bir yıl oldu. Çin’in daha önceki yıllarda Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki mikro adalarla kurduğu yumuşak güç temalı yardım diplomasisi, Solomon Adaları ile imzalanan güvenlik anlaşması ile bambaşka bir hal alırken, ABD çevrelemesinin arkasında kalan bu adaların ABD’ye ait Guam ve Hawaii adalarına olan yakınlıkları dahil olmak üzere sahip oldukları jeo-stratejik özellikler, ABD ve Avustralya başta olmak üzere diğer müttefikleri huzursuzluğa sürükledi. Bu adaların bağlılıklarını kazanma üstüne revize edilen stratejiler, adaların en yakın komşu müttefiki olan Avustralya üzerinden ilerletilirken, Asya-Pasifik Bölgesi’nde Çin’e ekonomik bağımlılığı bulunan ülkelerin ABD ile ortak stratejiler yürütmesi amacıyla, bu ülkelerin özgürleştirilmesi için de Hint Pasifik Ekonomik Çerçevesi isimli girişim ilan edildi.

Tüm bu gelişmelerin paralelinde ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin ziyaretinin “Özgür ve Açık Hint Pasifik” söylemini destekleme amacı taşıması bir yana, ABD’nin bölgeye yönelik geliştirdiği stratejilerin bir sonraki adımı olma ihtimali de yüksektir. Son yıllarda yürüttüğü stratejilerle müttefiklerinin bağlılık seviyelerini yükseltirken, bölge ülkelerinin koşulsuz şartsız desteğini tam anlamıyla kazanamayan ABD’nin Pelosi ziyareti ile amaçladığı kazanımın, Çin saldırganlığını bölge ülkelerine yaşatmak ve böylece bu ülkelerin koşulsuz şartsız ABD’nin kurmuş olduğu güvenlik şemsiyesine sığınmalarını sağlamak olması olasıdır. Bölgede yer alan klasik denge, ekonomik anlamda Çin’den beslenen bölge ülkelerinin Çin ile yaşadıkları uyuşmazlıkları ve Çin kaynaklı güvenlik endişelerini ABD’nin savunma yardımlarıyla gidermesi üzerine kuruludur. Hint Pasifik Ekonomik Çerçevesiyle başlatılan Çin’den bu ülkelerin bağlarını koparma hamlesinin bir sonraki adımının bu ülkeleri Çin’in saldırganlığıyla korkutma ve böylece ABD’nin kurduğu güvenlik şemsiyesi altına çekme ihtimali olması muhtemeldir. Böyle bir stratejide Tayvan krizinin galibinin süreç öncesindeki tüm tehditlere rağmen Pelosi’nin Tayvan’a gelişinin ardından askeri müdahale seçeneğini kullanmayan Çin olduğunu söylemek mümkün. Diğer taraftan ABD, Çin ve Tayvan arasında gerçekleşen bu krizin, iki büyük gücün karşı karşıya gelmesi açısından bölgesel krizlerin çok ötesinde duran ve içinde üçüncü dünya savaşı ihtimalini barındıran önemli bir kaynama noktası olduğunu unutmamak önemli.

Japonya'da düzenlenen Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) Zirvesi
Japonya'da düzenlenen Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) Zirvesi kapsamında, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, ABD Başkanı Joe Biden, Japonya Başbakanı Fumio Kishida ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, başkent Tokyo'da bir araya geldi.
(Yuichi Yamazaki/AA, 24 Mayıs 2022)

 

Sonuç

Günümüzde uluslararası sistemin geleceğinin Asya Bölgesi’nde olduğu kabullenilmiş bir gerçekliktir. Bu kapsamda yalnızca ABD değil; Almanya, Fransa, İngiltere, Türkiye gibi sayısı artırılabilecek ülkelerin bölgeye yönelik ilan edilmiş stratejileri bulunuyor. İngiltere ve Fransa’nın Asya-Pasifik bölgesinde bulunan eski sömürgeleri vasıtasıyla kurduğu ağla sınırlı kalmamakla birlikte bölge dışı pek çok aktörün gerek askeri tatbikatlar yoluyla gerekse ikili iş birlikleri kapsamında bu bölgeye yöneldiği görülüyor. Geçtiğimiz günlerde Almanya tarafından gerçekleştirilen “Rapid Pacific 2022” tatbikatı kapsamında Neuburg Havalimanı’ndan kaldırdığı hava unsurlarının 24 saat içinde Singapur’a ulaşması, Alman Hava kuvvetlerinin istediği an Asya-Pasifik’in kalbine bir günde ulaşabileceğini kanıtlaması açısından önemli bir mesaj. Aynı şekilde dünyanın en büyük tatbikatlarından biri olarak kabul edilen RIMPAC 2022 tatbikatı, bölgeye gelen 26 farklı ülkenin silahlı unsurlarının katılımıyla gerçekleştirildi.

Diğer taraftan Çin’in bölgede gerçekleşen bu gelişmeler karşısında yerinde saymadığını söylemek mümkün. Tayvan krizi örneğinden kolaylıkla seçilebilecek olan Çin stratejisi, aslında ısrarlı ve tehditkar mekanizmaları içeriyor. Çin tarafından Pelosi’nin ziyaretinin ardından başlatılan tatbikatlar, Güney Çin Denizi’nden aşina olduğumuz gri bölge faaliyetlerinin Tayvan için yeni normal olabileceğini hissettiriyor. Pelosi’nin gelişiyle Ağustos başında başlatılan tatbikatlar, Tayvan’ın yalnızca tanımlanmış hava savunma bölgesini (ADIZ) ihlal etmediği gibi iki taraf arasında defacto olarak uygulanan ortay hattın yok sayılması örneğini de sundu. Aynı zamanda gerçekleştirilen tatbikatların Japonya’nın MEB’ine sıçratılması aslında Tayvan’a destek veren bir ülkeye açık gözdağını gösteriyor.

Çin’in hava ve denizden başlattığı ısrarlı yıpratma stratejisi karşısında yanıt vermek Tayvan’ın gücünü tüketmekten başka bir şey ifade etmez. Çünkü Tayvan’ın tanımlanmış hava savunma bölgesini ihlal eden her hava unsuru için kaldırılan bir uçak, yalnızca personelin enerjisinin tükenmesine sebebiyet vermeyeceği gibi aynı zamanda ekonomik anlamda da çok yıpratıcı olur. Özellikle son zamanlarda Çin’in gerçekleştirdiği sortilerin genellikle iki haneli rakamlardan aşağı düşmediği düşünülürse, Çin’in amacının daimi bir baskılama ve kavrama stratejisiyle adaya nefes aldırmamak olduğu söylenebilir. Ancak bu nefes aldırmama durumu gölgesinde, Pelosi’nin ardından ABD kongre üyeleri tarafından Tayvan’a iki ziyaret daha gerçekleştirildiğini belirtmekte fayda vardır. Daha geniş açıdan bakıldığında ise Tayvan krizinin sadece bölgesel bir kriz olmadığını belirtmek önemlidir. Küresel sistemin tıpkı Soğuk Savaş dönemindeki gibi Tayvan krizi ve Tayvan’ın demokratik değerleri özelinde iki farklı kutba bölündüğü düşünülürse bu aslında bir nevi Soğuk Savaş 2.0’ın ayak seslerini hissettiriyor. İlerleyen süreçte Tayvan üzerinden yükselen tansiyonun başta Güney Çin Denizi olmak üzere bölgedeki diğer gri bölgelerde yükselmesi ve iki büyük gücün karşı karşıya gelmesi oldukça muhtemel.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası