Ekonomilerin ve bittabi ülkelerin sürdürülebilirliği için enerji konusu hayati önem arz ediyor. Elektrik, ısınma, ulaşım ve benzeri hizmetlere kesintisiz ve kaliteli bir şekilde ulaşılması hane halklarının yanı sıra üreticiler ve hizmet sektörü paydaşları için de olmazsa olmaz. Dahası, bu hizmetlerin sürekli olarak sağlanması, günümüzde temel insan hakları arasında gösterilirken; sağlanamaması durumunda ise protestolar, ayaklanmalar ve iç karışıklıkların ortaya çıkabildiği Avrupa dahil dünyanın pek çok noktasında tecrübe edildi, ediliyor.
Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan ve en büyük 10 ekonomiden biri olmayı hedefleyen Türkiye, son 20 yıldır enerji alanında hatırı sayılır bir ilerleme kat etti. Cumhuriyetin 100. yılına yaklaşırken, elektrik enerjisi kurulu gücünü 3 kattan fazla artıran; kurulu güç içerisindeki yenilenebilir enerji kaynakları payını 4,5 kat yükselten, 5 yıl gibi kısa bir sürede oluşturduğu derin deniz arama ve sondaj filosu ile açık denizlerdeki en büyük hidrokarbon keşiflerinden birini gerçekleştiren, yerli ve milli kaynaklardan yararlanma oranlarını önemli ölçüde ilerleten AK Parti hükümetleri döneminde hayata geçirilenler, pek çok yazıya konu oldu. Mayıs’ta yapılmasına karar verilen cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler yaklaşırken de diğer partilerin enerji politikaları ve vaatleri merak konusu. Bu yazıda da “altılı masa” olarak tabir edilen oluşumda yer alan partilerin enerji alanındaki politika ve vaatleri incelenecektir.
Enerjinin Geleceğinin Okunması
Altılı masanın en köklü siyasi partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) bu konuda en fazla mesai harcayan parti olarak öne çıkıyor. CHP’nin güncel enerji politikasında en fazla öne çıkan hususlardan biri “enerji yoksulluğu”. Temel enerji giderlerini karşılamakta güçlük çeken vatandaşların kurulacak bir fon ile doğrudan desteklenmesi planlanıyor. Ve yine fon kapsamında Elektrik Üretim AŞ. (EÜAŞ) tarafından rüzgar ve güneş enerjisi yatırımları yapılması öngörülüyor. Günümüzde uluslararası piyasaların da etkisiyle artan enerji maliyetlerinden halkın etkilenmesinin olabildiğince azaltılması adına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından verilen nakit desteğinin göz ardı edildiği anlaşılıyor. Yine Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) yarışmaları ile en düşük elektrik fiyatını vaat eden konsorsiyumlara rüzgar ve güneş enerjisi santrali ihalesi verildiği, bu sayede mümkün olan en ekonomik şekilde kurulu gücün büyük ölçekli santrallerle artırılmaya çalışıldığı da yok sayılmış gibi görünüyor.
Dikkat çeken bir diğer vaat de Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ardından kurulması planlanan ikinci ve üçüncü nükleer santral projelerinin iptal edilmesidir. Türkiye gibi ekonomisi büyüyen ve enerji talebi artan bir ülkenin sera gazı emisyonlarına neden olmadan elektrik üreterek iklim değişikliği ile mücadele edebilmesi için diğer ülkeler kadar nükleer enerji santrallerine ihtiyaç duyduğu açıktır. Enerji arz güvenliğini, çeşitliliği artırarak sağlamak isteyen bir partinin nükleer enerjiye açıkça gerekçelendirmeden olumsuz yaklaşması soru işaretlerine neden olmaktadır.
Muhalefetin Nükleer Sorunu
Altılı masanın bir diğer öne çıkan partisi İYİ Parti’nin son günlerde en fazla öne çıkan vaadi ise Akkuyu NGS’nin millileştirilmesi ve iklim değişikliği ile mücadele için sera gazı emisyonuna neden olan santrallerin kapatılması. Aynı partinin vaatleri arasında nükleer konusunda hem Türkiye’nin kendi santralini inşa etmek üzere çalışması gerektiği hem de deprem riski nedeniyle Türkiye’de nükleer güç santrallerinin inşa edilmesinin büyük tehlikeye neden olacağı gibi birbiriyle çelişen ifadeler de kullanıldığı görülüyor.
Dünya genelinde uzun yıllardır nükleer güçten yararlanan ülkelerde dahi yapımı devam eden nükleer enerji santrallerinin pek çoğunun ekonomik ve teknolojik gerekçelerle yurt dışından çeşitli yabancı şirketlerle anlaşılarak yapıldığı dikkatlerden kaçmış gibi görünmektedir. Bugün dünya genelinde en fazla nükleer santralin de Rus ve Çinli firmalar tarafından inşa edildiği bilinmektedir. İklim değişikliği ile mücadele için de sıfır emisyon ile elektrik üreten nükleer enerjinin önemi göz ardı edilirken buna ek olarak baz yük oluşturan kömür ve doğal gaz termik santrallerin kapatılması ile elektrik arz güvenliğinin riske atılabileceği anlaşılmaktadır.
Saadet Partisi, hidroelektrik santraller açısından Türkiye’nin doyum noktasına ulaştığını öne sürerken, yenilenebilir enerji yatırımlarına gerekli önemin verilmediğini ifade etmektedir. Bilhassa bu hususta yerli teknoloji üretiminin öncelenmesi gerektiği belirtilirken, 2005’te yürürlüğe giren Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması (YEKDEM) mekanizması ve bu kapsamda yerli aksam kullanımının ayrıca desteklendiği, YEKA mevzuatı ile yerlilik oranının artırılması için fabrika kurulması zorunluluğu, KOSGEB tarafından kobilere verilen destekler ve Milli Teknoloji Hamlesi kapsamında kilit önemi haiz ekipmanların yerli ve milli imkanlarla üretilmesinin desteklendiği hiçbir şekilde bahse konu edilmemektedir.
Farklılaşan Görüşler
Gelecek Partisi, doğal gazın yanı sıra petrol ve elektrik depolama uygulamalarının önemine vurgu yaparken arz güvenliğinin artırılması adına bu faaliyetlerin doğrudan teşvik edileceğini ifade etmektedir. Doğal gaz depolama kapasitesinin yetersiz olduğu eleştirilirken bu durumun örneğin pandemi döneminde ciddi ölçüde gerileyen spot LNG fiyatlarından yeterince yararlanılmasının önüne geçtiği iddia edilmektedir. Ancak burada spot LNG fiyatlarının değişken doğası ve uzun dönemli doğal gaz kontratlarının “al ya da öde” şartı vurgulanmalıdır. Günümüzde hala çok sayıda ülke tarafından kullanılan bu kontratlar alınması taahhüt edilen miktar kadar gaz alınsa da alınmasa da belirlenen fiyatın ödenmesini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin önceliği kontratları süresince taahhüt ettiği miktarda gazı alırken talebin arttığı dönemlerde spot LNG piyasasından da en ekonomik ölçüde olabildiğince yararlanmak olmalıdır.
Bununla birlikte, Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasını geciktirerek hükümetin olması gerekeni yaptığı; Türkiye’nin kendi çıkarlarını korumak için öncelikle statüsünü netleştirmesi gerektiği ifade edilmiştir. Son olarak Net Sıfır Emisyon hedefine ulaşmanın zor olmadığı çünkü Türkiye’nin mevcut elektrik enerjisi kurulu gücünün Avrupa’daki pek çok ülkeye kıyasla daha yüksek oranda yenilenebilir kaynaklara dayalı santrallere sahip olduğu da vurgulanmaktadır.
DEVA Partisi altılı masadaki bazı partilerin aksine enerji sektöründe özelleştirmenin ve özel sektörün önemine vurgu yaparken rüzgar ve jeotermal kurulu gücüne ayrı bir vurgu yapmaktadır. Jeotermal kurulu gücünde Türkiye’nin dünyada dördüncü en yüksek, rüzgar kurulu gücünde ise Avrupa’da beşinci dünyada on ikinci büyük kapasiteye sahip olduğundan söz edilmemektedir.
Demokrat Parti, altılı masadaki diğer bazı partilerin aksine yenilenebilir enerji hususunda başta yüksek hidroelektrik potansiyelinden, ardından güneş, rüzgar, jeotermal ve biyokütle gibi yenilenebilir kaynakların potansiyelinden yararlanılması için yatırımlar yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Buna karşılık bilhassa YEKDEM ile bu kaynaklardan elektrik üretiminin hali hazırda teşvik edildiği göz ardı edilmiş gibi görünmektedir. Nükleer enerjinin desteklendiği belirtilirken, hidrojen enerjisi alanında da zengin bor potansiyelinden faydalanılarak yatırım yapılması planlandığı belirtilmiştir. Ancak hem hidrojen stratejisi hem de bahse konu alan başta olmak üzere bordan mümkün olan her alanda en yüksek düzeyde yararlanılması adına hali hazırda Bakanlık ve kurumlarınca çalışmalar yürütüldüğü bilinmektedir.
Birleşme Noktaları ve Çözümsüzlükler
Altı partinin bazı ortak vaatleri ve eleştirileri de bulunmaktadır. Örneğin hemen her parti TPAO bünyesinde gerçekleştirilen hidrokarbon arama ve sondaj faaliyetlerini desteklediğini belirtmekte, bahse konu gemilerle TPAO’nun yurtdışında da daha aktif rol alması gerektiğini ifade etmektedir. Öte yandan partiler, iklim değişikliği ile mücadele ve sera gazı emisyonlarının azaltılması için kömür kullanımının azaltılması ve kömürden kademeli olarak çıkılması gerektiğine işaret ederken, enerji ithalatının düşürülmesi için de kömür tüketiminde yerli kömüre öncelik verilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Bunun için de ülkemizdeki kömür rezervlerinin kullanılmasının önem arz ettiği belirtilmektedir. Bu, bilhassa 2017’de ilan edilen Milli Enerji ve Maden Politikası ile gerçekleştirilmeye çalışılan bir diğer hedeftir.
Son olarak altılı masada yer alan partilerin tamamının yüksek enerji fiyatlarından şikayetçi olduğu görülürken, fiyatların yükselmesine ana etken olarak gösterilen ekonomi için kapsamlı ve çözüm odaklı bir politika ortaya koyamadıkları bilinmektedir. Örneğin enflasyon oranları eleştirilmekte ve düşürülmesi gerektiği ifade edilmekte ancak bu düşüşün nasıl gerçekleşeceğine dair somut öneriler üretilememektedir. Bu sebeple muhalefetin kendi seçmenleri tarafından dahi kararlı bir duruş sergileyememekle eleştirildiği bilinirken seçime 3,5 ay gibi bir zaman kala halen çatı adayının bile belirlenemediğini hatırlamak durumun vahametini gözler önüne sermektedir.