1908’de İran’ın Mescid-i Süleyman bölgesinde petrol bulunduğu zaman, ülkenin günümüze değin tüm siyasi tarihini şekillendirecek ana değişkenlerinden biri olacağı öngörülmüş müdür, bilinmez. Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından petrol tesislerinin gelişimi, petrol çıkarma ve işleme kapasitesiyle birlikte petrol gelirlerinin artması, kolonyal dinamiklerle beraber İran siyasetini temelden dönüştürerek onun anlamlandırılması için ana referansa dönüşmüştür.
Daha sonradan 20. yüzyılın üçüncü dünyacı ulusal bağımsızlık hareketlerini karakterize edecek olan millileştirme hamlelerinin en önemli öncülerinden biri 1951’de İran’da gerçekleşen petrolün millileştirilmesi hamlesidir. Bu hamle, İran siyasetinin 19. yüzyıl sonlarından itibaren neşv-ü nema bulan milliyetçi damarının en kritik dışavurumlarından olması yanında, tetiklediği emperyalist öfke ile ABD’nin Ortadoğu’ya ilk ciddi müdahalesini ortaya çıkarmış ve bölgenin tüm siyasi tarihini şekillendirmiştir. Bunun yanında İngiltere’den ABD’ye geçen küresel hegemonik güç olma vasfının da en önemli göstergelerinden biri, 1953’te gerçekleşen ve İran’ın seçimle göreve gelen Başbakanı Musaddık’ı deviren CIA-MI6 ortak yapımı darbedir.
İran petrolünün İngiliz şirket Anglo-Iranian Petrol Company tarafından on yıllarca sömürülmesi, şirket tarafından petrol rafinerilerinin bulunduğu Abadan bölgesinde yaşayan ve kendi ülkelerinde ikinci sınıf insan muamelesi gören İranlıların da yıllar süren kin ve nefretlerinin kaynağını teşkil etmiştir. Aslında daha genel bir bağlamda 19. yüzyılda yabancılara verilen tütün, petrol, haberleşme hatları ve muhtelif ticari eylemlere dair imtiyazlar karşısındaki rahatsızlığa dayanan sömürgecilik karşıtı duygular, 20. yüzyılın ortasındaki Musaddık darbesiyle yeni bir boyut kazanmıştır.
Bu darbe, ABD’yi de İran halkının hedefine koyması anlamında önemlidir. Darbe sonrası Şah ve ABD arasındaki iş birliği, İran İslam Devrimi’nin dış politika tercihlerini belirlemesi açısından önemlidir. Petrol gelirleriyle zenginleşen Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin İran halkına temas etmeden şaşalı bir hayat yaşaması ve petrol gelirlerinden halkın adilane bir pay almaması da devlet-toplum ilişkilerini sorunsallaştırırken İslam Devrimi’nin toplumsal zeminini oluşturmada işlevsel olmuştur.
Yukarıda ana atlarıyla zikredilen tarihsel arka plan, İran’ın bugün nükleer müzakereleri yürütürken ve Batı ülkeleriyle pazarlık ederken sahip olduğu zihni ve psikolojik altyapıya işaret etmesi anlamında önemlidir. İran için kendi petrolünü satabilmek ya da nükleer enerji faaliyetlerini sürdürebilmek, her şeyden öte bir ulusal gurur konusudur. İran’ın enerji siyasetini yönlendiren ekonomik motivasyonlar kadar bu politik-psikolojik boyutun da etkisi ihmal edilmemelidir.
Uluslararası Siyaset, Yaptırımlar ve İran Ekonomisi
İran’a uygulanan yaptırımlar aslında oldukça eski bir tarihe dayanmaktadır. 1951’deki millileştirme sonrası İngiliz hükümeti, İran’a ağır yaptırımlar uygulayarak petrol çıkarma, işleme ve satmasının önüne geçmeye çalışmıştır. O güne kadar İranlı mühendisler, muhasebeciler ve bilumum uzmanlar petrol tesislerini işletmek için yeterli donanıma sahip olmadıklarından, İngilizlerin bu planı teknik olarak işe yaramıştır. Ancak Musaddık’ın inatçılığı ve meseleyi ekonomik olmaktan öte siyasi bir bağımsızlık arayışı olarak görmesi, yaptırımları siyaseten sonuçsuz bırakmıştır.
İran İslam Devrimi’nin ardından ABD’nin İran’a uygulamaya başladığı ve çoğunlukla diğer devletleri ve uluslararası örgütleri de uymaları için zorladığı yaptırım kararları, temel olarak İran’ın enerji kapasitesini hedef almaktadır. Özellikle 2010’da uygulanan ağır yaptırımlar, İran’ın petrol satışını oldukça kısıtlamıştır. 2015’te imzalanan nükleer anlaşma sonrası İran yeniden petrol satabilecek bir duruma gelse de 2018’de Trump nükleer anlaşmadan ABD’yi çekmiştir. Bu olayın ardından uygulanan yaptırımlar ise İran’ın petrol satışını sıfırlama amacı gütmüştür.
İran’ın enerji kaynaklarına dair sayısal verileri incelemek, meselenin ekonomik boyutunu daha anlaşılabilir kılması bakımından gereklidir. Kanıtlanmış petrol rezervleri bakımından Venezuela, Suudi Arabistan ve Kanada’nın ardından dünyada 4. sırada olan İran, yaptırımlar öncesinde günde 4 milyon varil civarı petrol üretmekteydi. Üretilen bu petrolün kabaca 2,2 milyon varili dış piyasaya ihraç edilmekteydi. Kalan kısmı ise İran’da tüketilmekteydi. 2018’de uygulanmaya başlanan yaptırımlar ile birlikte İran’ın hem petrol üretim hem de ihracat miktarı dramatik ölçüde azalmıştır.
Buna mukabil İran Petrol Bakanı Cevad Ovci’nin geçtiğimiz Mart’ta açıkladığı plana göre İran’ın petrol üretim miktarını 5,7 milyon varil seviyesine çıkarılması hedeflenmektedir. Bu hedefin Rusya-Ukrayna Savaşı ile krize giren küresel petrol arzına yönelik olduğu söylenebilir. İran hükümeti daha önce de benzeri açıklamalarda bulunmuş olmasına rağmen ifade edilen miktarlarda petrol üretim artışı gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla bu kez gerçekleşeceği de şüphelidir ve büyük oranda da Viyana’da devam eden nükleer müzakerelerin akıbetine bağlıdır.
Petrol ihracatının İran ekonomisindeki payına bakıldığında, yaptırımlar öncesinde 2018’deki bütün ihracatının yüzde 60’dan fazlasının petrol ürünlerine dayandığı görülmektedir. Yaptırımlara rağmen İran, çeşitli yöntemlerle resmi olmayan yollardan petrol ihracına devam etmektedir. Bu ihracatın da büyük kısmının Çin’e gerçekleştiği görülmektedir. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesiyle Çin’in Rusya’dan aldığı petrolü azaltarak bu açığı İran petrolleriyle kapattığı iddia edilmektedir. Söz konusu ihracatın günde sekiz yüz bin varil civarında olduğu tahmin edilmektedir. Çin’in İran’dan petrol almaya devam etmesinin ABD tarafından ciddi bir yaptırımı tetiklememesi dikkate değerdir. Ancak İran’ın Çin dışındaki önemli müşterileri petrol almayı kesmişlerdir. Bu müşteriler arasında bazı Avrupa ülkeleri, Güney Kore ve Hindistan ile birlikte Türkiye de bulunmaktadır.
Doğal gaz konusunda ise İran görece rahattır. ABD yaptırımları İran’ın doğal gaz ihracatını büyük oranda etkilememektedir. İran, kanıtlanmış doğal gaz rezervleri açısından dünyada Rusya’nın ardından 2. sırada gelmektedir. Ancak bu avantajını doğal gaz ihracatına ve dolayısıyla doğal gazın ülke ekonomisine katkısına yansıtabildiği söylenemez. Bunda doğal gaz tesislerinin yetersiz olması, tesislerin teknolojik anlamda geliştirilebilmesinin yaptırımlar engeline takılması ve iç piyasadaki tüketimin çok yüksek olmasının payı büyüktür. İran yıllık 250 milyar metreküp doğal gaz üretimine sahiptir. Bu miktar içerisinde yılda ortalama 18 milyar metreküp doğal gaz ihracatı gerçekleştirmektedir. Bu ihracatın büyük bölümü Irak ve Türkiye’ye gerçekleştirilirken, Azerbaycan ve Ermenistan’a da sınırlı miktarda gaz satılmaktadır. LNG ihracatı yapabilecek bir altyapıya sahip olmaması, İran’ı boru hatları dışında doğal gaz satamayacağı bir alternatifsizliğe mahkum etmiştir.
Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Avrupa’nın Rus petrolüne ve gazına olan bağımlılığının bir kere daha hissedilmesi ve bunun sonucunda Rusya’ya yönelik bütünlüklü bir siyasi tavır ortaya konulamaması, İran gazının Rus gazına alternatif olup olamayacağı sorusunu akıllara getirmiştir. İran, potansiyel olarak çok zengin rezervlere sahip olsa da yukarıda ifade edildiği üzere gerekli altyapı imkanlarından yoksun olduğu için gazını çok sayıda ülkeye satamamaktadır. Gerekli altyapı için ise dışarıdan teknoloji desteği ve altyapı yatırımları gerekmektedir. İhtiyaç duyulan bu desteğin sağlanması ise nükleer müzakerelerin sonucuna ve yaptırımların kaldırılıp kaldırılmayacağına bağlıdır. Ancak yaptırımlar kaldırılsa ve İran gerekli yatırım desteğini alsa dahi kısa vadede İran gazının Avrupa’ya ulaştırılması mümkün değildir. Söz konusu altyapı inşası 5-10 yıl gibi uzun bir süre alacaktır. Bu süre içerisinde İran’a yeniden yaptırım uygulanmayacağının garantisi ise bulunmamaktadır.
Petrol konusunda ise İran’ın tankerlerle taşıma seçeneği bulunmaktadır. Yaptırımlar öncesinde İran, aralarında İtalya, İspanya ve Fransa’nın bulunduğu birçok Avrupa ülkesine petrol ihracatı yapmaktaydı. Yaptırımlar kaldırıldığı takdirde petrol sevkiyatının doğal gaz sevkiyatından farklı olarak kolaylıkla ve hızlı bir biçimde gerçekleşeceği öngörülebilir. Elbette Rusya’nın böyle bir senaryoya yaklaşımı da bir diğer değişkendir. Rusya’nın nükleer müzakereleri kilitleme gücü her zaman bulunmaktadır. Özellikle, İran ve Rusya arasında son yıllarda gelişen ilişkiler dikkate alındığında, Avrupa’nın İran’ı kullanarak Rusya’yı devreden çıkarma planının işlemesinin önünde aşılması gereken zorlu engellerin olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Sonuç
İran, sahip olduğu enerji kaynakları itibarıyla küresel enerji piyasasının en önemli aktörlerinden biridir. Şu an için yaptırımlar ve siyasi baskılar sebebiyle potansiyelini tam olarak hayata geçiremese de İran’ın dünyanın en önemli enerji aktörlerinden biri olduğu gerçeği önümüzde durmaktadır. Nükleer müzakereler, Rusya-Ukrayna Savaşı, Çin’in yükselişi, Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeleri gibi birçok faktör, İran’ın enerji siyasetinin geleceğini belirlemektedir. Dolayısıyla uluslararası siyasetin dengeleri ve İran’ın kendi siyasetinin etkileşiminin ortaya çıkardığı bir tablo söz konusudur. İran tarafı, kendi politik, psikolojik ve ekonomik motivasyonlarıyla pozisyon almaya çalışmakta ancak küresel dengeler ve bilhassa yaptırımlar sebebiyle hareket alanı sınırlanmaktadır.