Cumhuriyet tarihinin en meşum hadisesi olan 15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden dört yıl geçti. 15 Temmuz’un etkilerini daha uzun yıllar göreceğimiz sosyal ve politik birçok sonucu olsa da her şeyden önce adli bir vaka olarak karşımıza çıkıyor. Henüz darbe faaliyetleri devam ederken demokrasinin ve hukukun yanında yer alan savcılar tarafından başlatılan soruşturmalar ve elde edilen deliller sayesinde kısa süre içinde darbenin Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) Fetullahçı örgütlenme tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkarıldı. FETÖ’nün 15 Temmuz’da suçüstü yakalanması silahlı kuvvetlerde örgütle mücadele için önemli bir avantaj teşkil etse de örgütün bilhassa TSK’daki unsurları için uyguladığı sofistike gizlilik ve haberleşme yöntemleri soruşturmalarda ciddi zorluklar meydana getirdi.
Ordudaki FETÖ yapılanmasını ve 15 Temmuz sonrası mücadeleyi anlayabilmek için öncelikle örgütün siyaseti ve bu bağlamda askeri nasıl okuduğuna değinmemiz gerekir. Esasen silahlı kuvvetler her ülke için önem arz eder ancak Türkiye’de çok daha merkezi bir konumu vardır. Türk siyasetinde ordunun yakın bir tarihe kadar üstlendiği anti demokratik ve belirleyici rol TSK’yı örgütün birincil-vazgeçilmez yapılanma hedefi haline getirdi. FETÖ’nün çok erken dönemlerden itibaren fark ettiği gerçek Türkiye’de orduda egemen olmanın aslında ordu dışında da pek çok şeye hakimiyeti beraberinde getirdiğidir.
En öz ifadesiyle Türkiye’de asker sadece asker değildi. Askeri vesayeti ifade eden bu vecize askeri vesayetle mücadeleyi istismar eden FETÖ’nün mahrem yapılanmasının mottosu oldu. Bu yaklaşımla örgüt odağını hep parti siyasetinden ziyade askeri/sivil bürokrasi üzerinde tuttu.
Hazırlık Safhası: 2014-2016
FETÖ’nün askeri kanadı olarak nitelendirebileceğimiz TSK örgütlenmesiyle topyekun mücadelenin 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle başladığı doğrudur. Fakat genellikle gözden kaçırılan nokta 2014-2016 arasında geçen iki buçuk yılda örgüte karşı sınırlı fakat sonrası için çok faydalı sonuçları olan soruşturmaların yürütüldüğüdür. Bu dönemde FETÖ’nün örgütsel yapısı, izlediği strateji ve uyguladığı yöntemler peyderpey gün yüzüne çıkarılmıştır. Örgütün PDY (paralel devlet yapılanması) olarak ifade edilen kamu teşkilatındaki dehşetli gücü ve etkinliği fark edildi. Nitekim 2016’ya geldiğimizde artık emniyet ve yargı dışında askeriyede de ciddi bir güç olduğu iddianamelere yansımıştı.
Diğer bir ifadeyle örgütün en mahrem ünitesi olan TSK yapılanmasının mahremiyeti bu yıllarda aşılmaya başladı. Bunun dışında bir bütün olarak örgütün ve mensuplarının hareket tarzları, aidiyet ve ideolojileri hakkında önemli veriler elde edildi. Dolayısıyla devlet 16 Temmuz 2016’da her şeye sıfırdan başlamamış, bu birikim üzerine adım atma imkanına sahip olmuştur. Darbe girişiminden sonra ise örgütün üzerine çok daha güçlü bir şekilde gidildi. Anayasanın ilgili hükümleri uyarınca ilan edilen OHAL kapsamında TSK içerisinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden örgüt üyeleri süratle ordudan uzaklaştırıldı ve operasyonel kabiliyetleri zayıflatıldı.
TSK’nın FETÖ’den Temizlenmesinde Gelinen Aşama
15 Temmuz’dan itibaren 150’si general/amiral rütbesinde olmak üzere (ki bu sayı darbe öncesi general/amiral kadrosunun yarısını ifade eder) toplam 19 bin 583 askeri personel ihraç edildi. OHAL’in yürürlükten kalktığı 2018’den bugüne mücadele TSK personelinin tabi olduğu yasal mevzuat çerçevesinde ve idari-adli işlemlerle sürdürülüyor. Öte yandan Haziran 2020 itibarıyla 4 bin 156 personel hakkında adli/idari süreç devam etmektedir.
Bu kendine özgü terör örgütünün silahlı kanadında keşfedilen önemli bir niteliği, rütbesi fark etmeksizin her askerin örgüt içinde “öğrenci” konumunda olmasıdır. Bu sebeple FETÖ’nün TSK’daki uyuyan hücreleri ancak sivil kanatta kendilerinden sorumlu örgüt yöneticilerinin talimatıyla aktive edilir. Silahlı kanadının stratejik değil taktik karar alma düzeyiyle sınırlanması FETÖ’yü diğer terör örgütlerinden önemli ölçüde ayırır. Buradan hareketle askerlerin deşifresinden daha önemlisinin onların amiri konumundaki binlerce sivil (örgütsel terminolojide “mahrem imam” olarak isimlendirilen) örgüt sorumlusunun geçtiğimiz dört yıl içinde etkisiz hale getirilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Darbe teşebbüsü sonrası orduda FETÖ ile mücadeleye önemli ölçüde ivme kazandıran gelişme ise 2017’de örgütün sivil sorumlularının TSK’daki unsurlarıyla sabit/ankesörlü hatlar üzerinden haberleştiğinin tespitidir. Zira TSK’daki FETÖ yapılanmasında örgütün kriptolu haberleşme programı ByLock’un sınırlı ölçüde kullanıldığını biliyoruz. ByLock kullandığı saptanan askeri personelin sayısı sadece 717’dir. Örgüt askeri personelle ByLock yerine ankesör-sabit hat görüşmeleriyle temasa geçmiştir. 2017’de ortaya çıkarılabilen bu yöntem dahi esasen örgütün TSK yapılanmasında birincil olarak tercih ettiği bir muhabere yolu değildir. Örgüt askeri mensuplarıyla iletişim kurmak için mutat aralıklarla randevulaşmaya dayanan ruberu (yüz yüze görüşme) taktiğini tercih etmektedir. Ancak istisnai olarak ankesör veya market ve büfe tarzı işletmelerde bulunan sabit hatlar üzerinden haberleşme sağlandığı ve yine gizlilik amaçlı ardışık, periyodik ve tek arama gibi metotların kullanıldığı ortaya çıkarılmıştır.
Gazeteci Nedim Şener’in paylaştığı verilere göre sadece ankesör-sabit yönteminin deşifresiyle ulaşılan FETÖ şüphelisi askeri personel sayısı 20 binden fazladır. Üstelik bunun dışında 20 bin TSK personelinin daha tespit edildiği ifade edilmektedir. Bu delilin güvenilirliğini ortaya koyan ise şüphelilerin yaklaşık yüzde 40’ının örgüt mensubiyetini itiraf etmesidir. Ayrıca Yargıtay’ın sabit/ankesörlü hatlardan özel usullerle iletişim kurulmasını hukuka uygun delil olarak kabul ettiğini de ekleyelim.
Bununla birlikte gerek adli makamların yaptığı açıklamalar gerekse basına yansıyanlar bugün dahi FETÖ’nün TSK’daki varlığının tedirgin edici boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor. Bu sebeple FETÖ ile mücadelede bilhassa örgütün sivil ve asker şahıslardan oluşan silahlı yapılanmasıyla mücadele iradesi güçlü tutulmalıdır. Aksi halde gösterilecek bir rehavetin sonuçlarının çok ağır olacağını örgütün önceki eylemlerinden biliyoruz.
Diğer taraftan örgüte karşı kalıcı kazanımların elde edilebilmesi için hem etkili güvenlik mekanizmaları kullanılıyor hem de hukuka uygunluk zemini korunuyor. Şüphesiz bir istihbarat teşkilatını andıran yapısı sebebiyle FETÖ’yle mücadele hem yargı hem de emniyet mensupları için önemli zorluklar içeriyor. Fakat her türlü güçlüğe rağmen mücadelenin hukuk-güvenlik dengesi gözetilerek yürütülüyor olması önemlidir.