Kriter > Dış Politika |

ABD’nin Sahel’den Çekilmesinin Çevre Ülkelere Etkileri


Afrika’da Sahel Kuşağı’nda yer alan ülkelerin Fransa başta olmak üzere Batılı güçlere karşı olumsuz bakış açıları süregeliyor. Şu aşamada, Kızıldeniz’den Batı Afrika’ya kadar olan bölgede tek güvenli alan olarak Çad öne çıkıyor. Bölgedeki neredeyse tüm iç ve dış dinamikler, tam anlamıyla iç içe geçmiş bir durumda. Sahel Kuşağında yaşanan tüm olayların etkilerinin, mevcut sınırların çok ötesine geçmesi de kaçınılmaz görünüyor.

ABD nin Sahel den Çekilmesinin Çevre Ülkelere Etkileri

Sahel bölgesi son dönemde oldukça dikkat çekici. Atlantik Okyanusu’na kıyısı bulunan Senegal’den başlayan ve Kızıldeniz’e kıyısı bulunan Sudan ve Eritre’ye kadar uzanan Sahel Kuşağı hem geçtiğimiz yıllarda yaşanan olaylar hem de güncel süreçte meydana gelen gelişmeler nedeniyle üzerine daha fazla yoğunlaşılması gereken bir bölge olarak öne çıkıyor. Ayrıca Sahel Kuşağında yaşanan tüm olayların etkilerinin, mevcut sınırlarının ötesine geçmesi de kaçınılmaz görünüyor.

Bu kapsamda genel bir değerlendirme yapılacak olursa Sahel Kuşağı’nda yer alan ülkelerden özellikle Mali, Burkina Faso, Nijer, Çad ve Sudan’ın çevresinde yer alan komşu ülkeler, bu ülkelerde yaşanabilecek istikrarsızlıklardan öncelikle etkilenebilecek ülkeler. Çevre ülkelere bakıldığında Kuzey Afrika’da Libya, Cezayir ve Mısır’ın; Batı Afrika’da Nijerya, Fildişi Sahili ve Gana gibi ülkelerin; Orta Afrika’da Kamerun ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nin ve Doğu Afrika’da ise Etiyopya ve Güney Sudan’ın Sahel Kuşağı’nda yer alan ülkelerin komşuları olması nedeniyle bölgesel gelişmelerden etkilenmesi kuvvetle muhtemel.

Hatta her ne kadar Sahel Kuşağı’nda yer alan ülkelere sınırları bulunmuyor olsa da öncelikle Somali’nin ve devamında Cibuti ve Eritre’nin de meydana gelebilecek sorunlardan dolaylı olarak etkilenmesi mümkün. Zira Afrika’da meydana gelen gelişmeler, sadece mevcut olayın yaşandığı ülkeyi ve bölgeyi etkilemiyor. Dahası, günümüzde Sahel Kuşağında yer alan Nijer’deki bir gelişmenin Çad’ı; Çad’daki gelişmenin Libya’yı ve Sudan’ı, Sudan’daki gelişmenin Mısır’ı, Libya’yı ve Etiyopya’yı; Etiyopya’daki gelişmenin Somali’yi, Cibuti ve Eritre’yi etkilememesi pek mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla bu kapsamda ortaya çıkan riskin boyutu, Doğu Afrika’da Somali’de varlık gösteren el-Şebab terör örgütü ile daha da artıyor.

Bu kapsamda Sahel’deki ABD askeri varlığının, bulunduğu ülkelerden çıkarılmasına yönelik tehditler ile birlikte, ABD’nin Somali politikasının bir arada düşünüldüğü örneğinde olduğu gibi, Sahel’deki gelişmelerin diğer tüm bölgelerden ayrı düşünülmesi mümkün görünmüyor. Yani bölgedeki neredeyse tüm dinamikler tam anlamıyla iç içe geçmiş bir durumda kendisini gösteriyor. Bu da küresel vizyonu olan tüm diğer devletler gibi ABD’nin de Sahel’deki gelişmeleri diğer bölgelerle birlikte düşünmesi durumunu ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda ABD’nin askeri varlığının ve üssünün olduğu Nijer’de yaşanan gelişmeleri takip eden süreçte Sahel’deki varlığına yönelik tehditlerin artması ile daha pragmatik politikalara yönelmesini beklemek yanlış olmayacaktır.

Hatırlanacak olursa, Nijer yönetimi geçtiğimiz aylarda aldığı karar ile ABD’nin Sahel’deki en stratejik üssü olan Air Base 201 adındaki İHA üssünün varlığını ortadan kaldıracağını açıklamıştı. Bu durum ABD'nin bölgedeki varlığı açısından bir gerileme olarak nitelendirilebilir. Nitekim ABD’nin Sahel’de kaybettiği alanı, Rusya’nın doldurabilme potansiyelinin olduğu da anlaşılabiliyor. Zira Nisan 2024’te Nijer’de devlet televizyonundan, Rusya Savunma Bakanlığı'nın Nijer'e hava savunma sistemi dahil olmak üzere çeşitli ekipmanlar gönderdiği ve aynı zamanda askeri eğitim personellerini de sevk ettiği iddia edilmişti.

Bu kapsamda, iddianın doğruluğu söz konusu olur ise ortaya çıkacak olan tabloda, ABD’nin bölgedeki etkisinin azalacağı ancak ABD’nin bölgede ya da bölgeye yakın coğrafyalarda yeni alternatif arayışlara yönelmesi beklenmelidir. Nasıl ki Fransa, Mali, Burkina Faso ve Nijer’den kovulduktan sonra askeri mevcudiyetini günümüzde Sahel Kuşağı’nın belki de tek “güvenli cenneti” olarak adlandırılabilecek olan Çad’a kaydırdıysa ABD’nin de aynı Fransa’nın yaptığı gibi Çad’daki varlığını daha fazla artırması ya da yaşadığı travma sonrası ayrılmış olduğu Libya’ya 10 yıl sonra pragmatik anlamda tekrar dönmesi beklenebilir.

ABD, Sahel'de 110 milyon dolarlık istihbarat ve gözetleme üssünü kaybedebilir, AA İNFO
Nijer'in ABD ile askeri işbirliği anlaşmasını feshetmesinin ardından Agadez'de bulunan 110 milyon dolarlık İHA üssünün akıbeti merak konusu olurken ABD, bölgede konuşlanabileceği yeni bir ülke arayışına girdi. (Omar Zaghloul / AA, 20 Mart 2024)

 

Batı’nın ve ABD’nin Sahel’deki “Güvenli Cenneti”: Çad

Sahel Kuşağı’nda bilindik güçler olan ve ilk akla gelen Fransa ve ABD’nin yanı sıra Almanya, İtalya, Belçika, Macaristan, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Çin vs. gibi çok sayıda uluslararası aktör bulunuyor. Nitekim daha önce ifade edildiği gibi Afrika’da Sahel Kuşağı’nda yer alan ülkelerin Fransa başta olmak üzere Batılı güçlere karşı olumsuz bakış açıları süregeliyor. Nitekim şu aşamada, Kızıldeniz’den Batı Afrika’ya kadar olan bölgede tek güvenli alan olarak Çad öne çıkıyor. Nisan 2024’te Çad’dan zaten çok az sayıda olan ABD askerlerinin ülkeden çıkmasına yönelik bir talep olduğu iddia edilmişti. Ancak bu iddia, muhtemelen 6 Mayıs 2024’te gerçekleştirilen seçimler bağlamında, Çad hükümetinin kamuoyunu etkilemeye yönelik kullanışlı bir retoriği olarak görülüyor.

Yine de en kötü senaryo açısından düşünülecek olursa, çok zor bir ihtimal de olsa Fransa’nın ve ABD’nin Çad’dan çıkması/çıkarılması durumunda Sahel Kuşağı'ndaki güvenlik durumunun daha da kötüleşmesi ve bölgedeki istikrarsızlığın net bir şekilde artma riski bulunuyor. Böylesi bir senaryoda ise Batı’nın Çad’dan, Çad’ın da Batı’dan tamamen vazgeçmesi gerekir. Moritanya, Mali, Nijer, Çad ve Burkina Faso tarafından bölgesel bir kolektif güvenlik örgütü olarak kurulan G5 Sahel’in çöktüğü ve ECOWAS’ın ciddi anlamda zarar gördüğü süreçte, bazı söylemlerin iç siyasete yönelik oluşturulduğu, değerlendirmeler yapılırken unutulmamalı. Dolayısıyla bu tür bir durum oluşursa Sahel’deki terör örgütleri ve aşırılık yanlısı gruplar için çok daha uygun bir ortam oluşabilir ve bölgedeki insani krizler daha da derinleşebilir. Nitekim bölgede mevcudiyetini koruyan Batı Afrika Eyaleti İslam Devleti (ISWAP), Cemaat Nusrat el-İslam vel Müslimin (JNIM), Büyük Sahra İslam Devleti (ISGS) ve aşırılık yanlısı radikal gruplar ve diğer terör örgütlerinin oluşturduğu istikrarsızlık, ABD açısından büyük bir endişe kaynağı. Bahsi geçen bu terör örgütleri, son dönemlerde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle ortaya çıkan boşluklardan yararlanıyor ve güçlerini konsolide etmeye yönelik faaliyetlerde bulunuyorlar.

 

Geçmişin Travması ile ABD’nin Pragmatik Geri Dönüşü: Libya

2011’de ABD’nin geriden gelen liderliğinde Libya’ya karşı NATO öncülüğünde uluslararası koalisyon bir operasyon gerçekleştirmişti. ABD’nin Libya Büyükelçisi Christoper Stevens’ın ve dört ABD personelinin 2012’de öldürülmesi hadisesinin ardından nihayetinde 2014’te ABD’nin Libya’da artık bir diplomatik varlığı bulunmuyordu. Nitekim günümüzde tek başına olmasa da Sahel’de yaşanan hadiselerin de bir yansıması ve gerekliliği olarak ABD’de Biden yönetimi, yeniden Libya ile diplomatik varlığını oluşturmak için adım atıyor.

Rusya’nın Sahel’de varlığını artırmaya yönelik adımlarının bir karşılığı olarak Çad’ın yanı sıra Libya ile ilişkilerini geliştirerek ve aynı zamanda Cezayir ile de yakınlaşarak, ABD’nin kuzeyden Sahel Devletleri İttifakı bağlamında Nijer’i çevrelemesi mümkün gözüküyor. Nitekim son iki yıldır ABD ve Cezayir arasında görüşmelerin yoğunlaştığı görülüyor. Önceki süreçte Rusya, Cezayir ile Fas da Batı Sahra meselesinden dolayı ABD ile yakınlaşmaktaydı. Ancak son 2 yılda ABD ve Cezayir arasında yakınlaşma ve yumuşama durumu, kendisini hissettiriyor. Ayrıca Sahel Devletleri İttifakı bölgesinin güney kanadında yer alan Nijerya ile ABD’nin iş birliği zaten iyi durumda. Dolayısıyla jeopolitik açıdan stratejik bir gereklilik olması nedeniyle ABD’nin Libya’daki diplomatik varlığını yeniden oluşturması son derece pragmatik bir yaklaşım olarak kendisini gösteriyor. ABD’nin 10 yıl önce Bingazi’de yaşadıklarını unutmadan günümüz uluslararası konjonktürüne uygun hareket edeceği ve dengeleri korumaya yönelik hamlelerde bulunacağı öngörülüyor. Kısacası ABD'nin Libya'daki diplomatik varlığını yeniden oluşturması, geçmiş deneyimlerden ders çıkararak ve günümüz uluslararası konjonktürünü göz önünde bulundurarak pragmatik bir yaklaşım olarak görülmelidir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası