Türkiye 14 Mayıs 2023’te sandık başına gidiyor. Her seçim döneminde olduğu gibi bu seçim döneminde de ekonomi ve ekonomi ile ilgili gelişmeler, ana belirleyicilerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. 2018 Ağustos’undaki kur atağı, 2020’nin başında patlak veren Covid 19 pandemisi ve nihayet 2022’nin hemen başında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri ile beraber Türkiye ekonomisinin bazı makro ekonomik dengelerinde bozulmalar baş gösterdi. Özellikle artan enerji fiyatları, döviz kurundaki artış ve küresel gıda fiyatlarındaki hızlı yükseliş, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de yüksek enflasyonu beraberinde getirdi.
Artan enflasyon karşısında getirilen eleştiriler ve buna bağlı şekillenen politika önerileri de ağırlıklı olarak ana akım haline gelmiş neoliberal ekonomi politikaları etrafında şekillendi. Hükümet ise geçmiş dönemde sıcak para kaynaklı yaşadığı sanayisizleşme riskini de göz önünde bulundurarak, önerilen yüksek faiz artışlarının yerine büyüme, üretim, istihdam ve ihracatı önceleyen para ve maliye politikalarını tercih etti. Enflasyonla beraber ortaya çıkan satın alma gücündeki düşüşü ise yüksek ücret artışları ile telafi edecek programlar uyguladı ve enerji fiyatlarının etkisini hafifletmek için tüm dünyada olduğu gibi sübvansiyonlara başvurdu.
Muhalefetten Neoliberal Ekonomi Güzellemeleri
İşte böyle bir dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi kurmayları da dahil olmak üzere altılı masanın tüm üyeleri neoliberal ekonomi politikasına dayalı önermelerini ısrarla sürdürdüler. Mesela masanın ortaklarında Ali Babacan “6 ayda ekonomiyi düzeltiriz” derken, ısrarla geçmişte uyguladığı ekonomi politikalarına atıf yaptı. Babacan’ın geçmişte uyguladığı ekonomi politikaları ise tamamen neoliberal politika seti içeriyordu. Sıcak paraya bağımlılık esasına dayalı düşük kur politikasının oluşturduğu sanal ancak oldukça maliyetli refahı çözüm önerisi olarak sürekli masada tuttu.
Benzeri şekilde Ahmet Davutoğlu’nun partisinin ekonomi kurmayları da neoliberal ekonomi politikasını canhıraş bir şekilde savunan isimlerden oluşuyor. Gelecek Partisi’nin ekonomi kurmayları katıldıkları programlarda ve sosyal medya hesaplarında ısrarlı bir şekilde neoliberal ekonomi politikasına dayalı tezleri öne sürdüler. Aksini iddia edenleri ve hükümetin uyguladığı ekonomi politikasını da şiddetli bir şekilde eleştirdiler.
Masanın bir diğer muhafazakar ortağı olan Temel Karamollaoğlu da dönem dönem ekonomi politikasını eleştirirken karşı çıktığı yüksek faize son dönemde yeşil ışık yakan açıklamalarda bulundu.
Dahası ve en önemlisi masanın en büyük ikinci ortağı İYİ Parti’nin 18 Ağustos 2020’de açıkladığı “Ekonomik İstikrar ve Kapsayıcı Büyüme İçin Eylem Planı” başlıklı eylem planının özü de tamamen neoliberal ekonomi politikalarına dayanıyordu. İYİ Parti’nin ekonomi kurmayları katıldıkları televizyon programlarında sıklıkla neoliberal ekonomi politikası önerilerini tekrarladılar.
Kılıçdaroğlu’nun 4 Aralık 2022’de vizyon belgesini açıkladığı toplantıya katılan ve konuşma yapan isimlerin tamamı da neoliberal ekonomi politikalarını önceleyen sunumlar yaptılar. Hatta o danışmanlardan birisi de sıkı bir neoliberal politika savunucusu olduğu da bilinen Jeremy Rifkin idi.
Oysa sonradan türlü badirelerin ardından altılı masanın Cumhurbaşkanı adayı olmayı başaran Kılıçdaroğlu’nun ekonomi politikası ile ilgili söylemleri hep farklı oldu. Örneğin çok eleştirilen ABD ziyareti öncesi açıklama yapan Kılıçdaroğlu şöyle diyordu “ABD’ye gideceğim ama birilerinin dediği gibi icazet almak için değil… Bilim ve teknolojideki gelişmeleri görmek, bilim yapanlarla, teknoloji geliştirenlerle birlikte olmak için… Neoliberal politikalara karşı çıkan, sosyal devleti savunanlarla birlikte olmak için.”
Fakat öyle olmadı. ABD’de neoliberal politika karşıtlığı ile bilinen ve Wall Street’i çok sert eleştiren Senatör Bernie Sanders kendisine randevu vermeyince, Kılıçdaroğlu neoliberal politika savunucusu isimleri ziyaret etti. Her fırsatta neoliberalizme karşıt olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu’nun da konuşma yaptığı alternatif İzmir İktisat Kongresi’nin konuşmacılarından birisi Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Francis Fukuyama’ydı. Fukuyama’nın tüm eserlerinde neoliberal ekonomi politikalarını savunan yazılar yazdığını ve hatta “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında liberalizm için “bundan daha iyisi yok” anlamına gelen güzellemeler yaptığını biliyoruz.
Yine altılı masanın 30 Ocak 2023 tarihli “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” içerisinde yer alan “Ekonomi, finans ve istihdam” bölümünün tamamı da neoliberal politika setlerinden oluşuyor. Örneğin metnin 80. sayfasında hayata geçirilmesi vaat edilen “mali kural”, net bir IMF politikası olarak bilinmektedir.
Metinde sık sık vurgulanan “uluslararası en iyi uygulamalar” kavramı ile yerleşik hale gelmiş ana akım iktisadın önermeleri kastedilmektedir. Örnekleri artırmak ve detaylandırmak mümkün. Ancak özetle altılı masanın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemleri ile masanın hayata geçirmeyi vaat ettiği eylemler arasındaki tutarsızlığın ciddi bir kafa karışıklığına işaret ettiğini kayda geçirmekte fayda var.
Ekonomi Yönetiminin Sahibi Kim?
Kılıçdaroğlu’nun ekonomi politikaları ile ilgili bir diğer çıkmazı da ekonomi yönetimini kimin yapacağı hususunda. Zira uluslararası haber ajansı Bloomberg, İYİ Parti Genel Başkanı Yardımcısı Prof. Dr. Bilge Yılmaz ile yaptığı mülakatta, kendisinden muhtemel Hazine Bakanı diye bahsederken, Ali Babacan ekonomiyi kendisinin yöneteceğini ifade ediyor. Diğer yandan CHP’nin ekonomi kurmayları da iktidarları döneminde ekonomiyi kendilerinin yöneteceğine ilişkin açıklamalar yapıyorlar. İşin ilginç yanı neoliberal karşıtı olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu’nun ekonomi kurmayları da neoliberal isimlerden oluşuyor.
Tüm dünyada neoliberal ekonomi politikalarının bu denli eleştirildiği, akademik yazında gelişmekte olan ekonomilerin neoliberal ekonomi politikaları ile esir alındığına dair çalışmaların her geçen gün arttığı bir dönemde, cumhurbaşkanı adayı ile potansiyel ekonomi yönetiminin net bir şekilde ayrıştığını görüyoruz.
Ancak altılı masanın tek tezat durumu bu değil. Çünkü “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” içerisinde bir yandan enflasyonun 2 yıl içinde tek haneye indirileceği ifade edilirken diğer yandan da ortalama büyüme hızının yüzde 5’in üzerine çıkarılacağı söyleniyor. Oysa neoliberal politikanın kendisi, ekonomide belirgin ve uzun dönemli bir daralma olmadan enflasyonun bu kadar hızlı düşürülemeyeceğini salık veriyor. Ekonominin uzun süreli daralması ile sonuçlanacak bir politika önerisinde diğer yandan “en az 5 milyon ilave iş imkanı” sağlanmasından bahsediliyor. Bu durum da önerilen politika setinin potansiyel sonuçları ile çelişiyor. Çünkü ekonomi daralırken istihdam oluşturmak bir yana işsizlik oranlarının arttığı bilinen bir gerçek.
2008’de yaşanan ve tüm dünyaya yayılan Küresel Finansal Kriz sonrasında yerleşik iktisada ilişkin eleştirilerin bu denli çoğaldığı bir dönemde, Türkiye’nin yeniden sıcak paraya bağımlı hale getirilip ithalatı ucuzlaştırarak, içerideki üretimi cazip olmaktan çıkaracak politika setlerine mahkum edilmesi anlamına gelen böylesi bir politika önerisini hazırlayan masanın cumhurbaşkanı adayının, tam da bu politikalara karşı olduğunu ısrarla ifade etmesi muhalefetin ekonomi politikasındaki kafa karışıklığını gözler önüne seriyor.
Alınan Riskler
Diğer yandan küresel ekonominin karşı karşıya kaldığı sınamaları da göz ardı etmemek gerekiyor. Örneğin pandemi döneminde enflasyon riskini göze alarak gelir kayıplarının önüne geçen ekonomi politikaları ön plana çıktı. Dahası yüksek enflasyon pahasına merkez bankaları aşırı parasal genişleme yapmak zorunda kaldı. İlaveten merkez bankaları, yerleşik uygulamanın aksine ekonomik büyümeye destek verecek para politikalarını hayata geçirdi. Bu konuda IMF’nin bile destekleyici açıklamalarına şahitlik ettik. Rusya-Ukrayna Savaşı ile merkez bankalarının para politikası metinlerine giren enerji krizi, ekonomi yönetimlerini alışılanın aksine farklı uygulamalar yapmaya itti. Sübvansiyonlar, düşük faiz, büyük oranlı parasal genişleme ve helikopter para uygulaması da dahil olmak üzere doğrudan gelir destekleri tüm ülkelere önerilen politikalar oldu. Böylelikle pandeminin ve enerji krizinin ekonomiler üzerindeki yıkıcı etkisi hafifletilmeye çalışıldı.
İşte böyle bir dönemde Türkiye’nin bir süredir uyguladığı ortodoks olmayan ekonomi politikasının kısa vadede bazı eleştirel sonuçları olmakla beraber uzun vadeli getirilerinin üretim, istihdam ve ihracat etrafında şekillendiğini görüyoruz. Öte yandan altılı masanın kendi içinde çelişen vaatleri uzun süreli durgunluk, istihdam piyasasında daralma, ithalata bağımlılık ve sanayisizleşme ile sonuçlanacak bir sürece işaret ediyor. Bu bakımdan 14 Mayıs 2023 seçiminin ekonomik ayağı da bu iki tezat durumun etrafında geçecek gibi görünüyor.