Kriter > Dosya > Dosya / HDP Önünde Anaların Direnişi |

HDP Kürtleri Temsil mi Ediyor, Teslim mi? Diyarbakır’da “Edi Bese” Diyen Anneler


Kürt kültürünün gerçek taşıyıcıları olan bu kadınlar sahneye çıkıp “evlatlarımızı istiyoruz” dediğinde, “hayır sız çatışmaya odun taşımaya devam etmelisiniz” diyen eğitimli vekil kadınlar çıkıyor karşılarına. Varoluşlarını bu kadınların acılarına borçlu başka şanslı kadınlar.

HDP Kürtleri Temsil mi Ediyor Teslim mi Diyarbakır da Edi

Diyarbakır’da Halkların Demokrasi Partisi (HDP) il binası önünde Kürt anneler tarafından, oğullarını dağa kaçıran PKK’ya tepki olarak başlatılan oturma eylemi, siz bu satırları okurken bir ayı devirmiş ve ailelerin sayısı da 50’yi geçmiş olacak. Her gün yeni bir ailenin katıldığı, diğer ailelerin de birbirinden destek ve güç aldığı bu oturma eylemcilerinin sayısı da her gün artıyor.

En son, 82 yaşındaki Hurinaz Omay’ın “artık tükenmesi beklenen” umudunu aslında hiç yitirmediğine şahit olarak yüreklerimiz burkuldu. Hurinaz anne, PKK’nın kaçırdığı oğlu Rıfat’ı hala ısrarla bekliyor, istiyor. Oğlunu, 24 yıl evvel Bitlis’te alıp götürmüşler, bir daha hiç görmemiş ve alamamış. Peşinden Kandil’e, Mahmur’a kadar gitmiş, hem de iki defa. Evladının peşini bırakmamış. Şimdi ise dirisini alamazsa, hiç olmazsa ölüsünü istiyor; gözü yaşlı, ömrünün son günlerinde mahzun ve üzgün. Hurinaz anne, çok açık yüreklilikle HDP’nin Kürtleri temsil etmediğini ve Kürt çocuklarını PKK’ya katılmaları için kandırdığını söylüyor. Bu bir söylemin ötesinde bir isyan, bir şikayet.

Son bir aydır hiç bilmediğimiz hikayeler duyuyoruz. Devletten gizlenmiş, açık edilmemiş kayıplar ve aslında işin asıl muhatabı, kendini Kürt hareketinin siyasi kanadı olarak konumlandırma çabasındaki HDP. HDP, çok uzun bir zamandır PKK ile doğrudan ilişkisini çeşitli beyanlarla adeta itiraf etmişti. En son HDP’li vekil Leyla Güven “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da, savaş da…” sözleri ile Kürt ailelerden ne beklediklerini ve çocuk kaçırma durumuna dair pozisyonlarını da açıkça belli etti.

PKK ve HDP’nin ilk defa kendi kitlesinden bu kadar açık ve net bir karşı duruş, sivil bir protesto ve “Edi Bese” (Yeter Artık) tepkisi aldığını söylersek abartmış olmayız. Ailelerin bir kısmı evlatlarını uzun zaman önce kaybetmiş, bir kısmının kayıpları ise henüz 1 aylık… Bir tek PKK değil, çocuklarını PJAK kaçırdığı için gelenler de var. Ve onlarla beraber PKK’nın kaçırdığı çocuklarını bekleyen asker ve polis aileleri, anneler, babalar.

Bir gece, Hacire Akar’ın HDP’nin kapısına dayanması ile karşılaştık aslında bildiğimiz bir gerçeklikle. Bir hafta sonra, 3 Eylül 2019’da Hacire Akar’dan ilham alan ailelerin hareketi bir protestoya dönüştü. Zira Hacire Akar’ın oğlu Mehmet Akar, 24 Ağustos’ta geri dönmüş, eylem başarılı olmuştu. Hacire anneden sonra Fevziye Çetinkaya, Remziye Akkoyun ve Ayşegül Biçer de HDP binası önüne geldiler, evlatlarını istediler, onların dirençli direnişi diğer annelere örnek oldu.

 

HDP Binası Vurgusu

Oğulları Süleyman Çetinkaya’dan 31 Ağustos cumadan beri haber alamayan Çetinkaya ailesinin bir ferdinin “Diyarbakır’da genç bırakmadınız, ya cezaevinde ya toprağın altında, başlarım sizin Kürdistan davanıza!” sözleri toplumda sarsıcı bir etki yarattı. Bu cümlenin bir Kürt aile tarafından Diyarbakır’da haykırılması, kabın çoktan dolup taştığını göstermekteydi. Müteakip günlerde babalar, aileler hep beraber evlatlarına kavuşmak için beklemeye başladılar.

17 yaşında dağa kaçırılan oğlu için karı-koca eylem yapan Biçer ailesi, Hacire Akar’dan sonra en tanınan yüzlerden oldu. Henüz 32 yaşında olan anne Ayşegül Biçer, basına 11 ay evvel kandırılarak dağa kaçırılan oğlunun iki hafta sonra gelen bir telefonla Suriye’de terör örgütü YPG’nin elinde olduğunu öğrendiklerini söyledi.

Şahsen yaptığım 8 Eylül’deki Diyarbakır ziyaretimde ailelerin hepsine tek tek “çocuklarınız kayboldu; peki, onları neden HDP’nin önünde arıyorsunuz” diye sordum. Açık bir şekilde tüm ailelerin beyanı birbirleri ile örtüşmekteydi. Çocuklarının kaçırılmadan bir süre önce HDP il binasına gidip gelmeye başladıklarını, burada arkadaşlıklar edindiklerini ve ortadan kaybolduktan sonra bu kişilerin çocuklarını hiç tanımamış gibi davrandıklarından bahsediyorlardı.

 

HDP Kürtleri Temsil mi Ediyor, Teslim mi?
Diyarbakır'da çocukları kaçırılan annelerin önünde oturma eylemi yaptığı HDP İl Başkanlığı binasının kepenkleri partililerce kapatıldı, 3 Eylül 2019

Fevziye-Şahap Çetinkaya çifti, 28 Ağustos 2019 cuma günü ortadan kaybolan çocukları Süleyman Çetinkaya (17) için hemen 6 gün sonra oturma eylemine katıldı. Hacire Akar’ın evladına kavuşmasından umutlanan aile, çok yeni olan bu hadisenin hızlıca sonlandırılacağını düşünüyordu. Kendilerine çocuğun nasıl kaçırıldığını sorduğumuzda Süleyman’ın futbola meraklı olduğunu, iyi futbol oynadığını, bu sebeple bir futbol kulübüne yazıldığını (anne, kulübün adını da bilmediğini söylüyor) köyden gidiş geliş yol paralarının kulüp tarafından karşılandığını, bir gün futbol oynamaya gitmek için evden çıkıp bir daha dönmediğini anlatıyor. Bir defasında hastaneye gitmek için şehre oğluyla beraber gelen Fevziye Hanım, oğlunun HDP binasına girip çıktığını gördüğünü dile getiriyor. Diğer aileler ve konuyla ilgili yaptığımız sahadan görüşmeler, çocukların salt Diyarbakır’da değil, diğer şehirlerde ve özellikle İstanbul’da kültür evi, müzik okulu, spor kulübü gibi etkinliklerde ideolojik endoktrinasyona maruz kaldığını, çeşitli sosyalleşme ortamlarında PKK sempatizanı yapılmaya çalışıldığını, toplantı ve yürüyüşlere teşvik edildiğini doğruluyor.

Halbuki ailelerin siyasi veya ideolojik bir mesajı yok. Artık yıllardır süren bu çatışma ve savaş ortamının bitmesini ve normal bir hayat sürmek istediklerini, çocuklarının canından endişe etmek yerine meslek sahibi olmalarını beklediklerini artık çok yorulduklarını söylüyorlar. Ayşegül Biçer yavrusuna şu sözlerle sesleniyor: “Bize bir ses ver. Gelemiyorsan biz gelip seni alalım. Dağların arkasında olsan da mesafeler uzak değil. Yeter ki sen ses ver, gelip alırız.” Biçer ailesi, eyleme katıldıktan bir müddet sonra PKK tarafından tehdit edildiğinin de altını çiziyor.

Ailelerden Saliha Edizer’in oğlu Yakup, 2015’te 16 yaşındayken dağa götürülmüş. Saliha anne, çocuğunu yoksullukla büyüttüğünü anlatırken onun kalem tutmasını ve okumasını istediğini dile getiriyor. Annesinin ifadesine göre, oldukça başarılı bir çocuk olan Yakup, okulunu okumayı ve öğretmenlerini çok severken, lise ikinci sınıfta ve okulun bitmesine bir hafta kala HDP tarafından kaçırılıp zorla dağa gönderiliyor. Ardındaki gözü yaşlı annesi her gün “Evladım evde başını tertemiz yastığa koyardı, şimdi taşa koyuyor” diye düşünmeden edemiyor. Çocukların bir kısmı endoktrinasyonla götürülürken bir kısmının zorla dağa kaçırıldığı, orada uyuşturucu bağımlısı yapıldığı ve çeşitli hizmet işlerinde kullanıldığı biliniyor.

Örnekleri çoğaltmak mümkün, hikayeler çok acı verici ve çaresizlik karşısında insan çok öfkeleniyor. Lakin her şeyin bir “anlatı” olarak sahnede belirdiği ve gerçeklerden çok algıların hükmettiği, bu algıların nedense hep negatif olanlarının çok rağbet gördüğü bu günlerde tarihi bir önem arz eden bu konu üzerinde daha detaylı ve geniş düşünmemiz gerekiyor.

Çocukların beynini yıkayan, küçük yaşta onları hastalıklı bir bağımlılıkla örgüte bağlayan hikayelere uzun zamandır FETÖ, DEAŞ, PKK gibi örgütlerin taktikleri olarak bir hayli alışkınız. Kimler bu konunun aktörü, kimler mağduru, kimler bu acının devam etmesinden bir nüfuz alanı oluşturuyor kimler bu nüfuz alanını kullanıyor, çok net bir şekilde tespit edilmesi gerekir.

 

Beyaz Kürtler ve Beyaz Türkler Arasında Anneler

Diyarbakır’da, HDP il binasının önündeki oturma eylemleri, önceden organize edilmiş, arkasında kurum ve kuruluşların olduğu bir eylem değil. Kendiliğinden gelişiyor. Hacire Akar’ın, daha evvel bir oğlunu PKK’nın elinde kaybetmiş bir annenin, yani kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir insanın her şeyi göze alarak gittiği bir kapı HDP. Diyarbakır gibi bir yerde HDP’yi hem de böyle bir sebepten suçlamak, kapısında oturmak, arzu edilen ama cesaret edilemeyen bir gerçekmiş belli ki. Diyarbakır annelerinden Ayşegül Biçer’in de ifade ettiğine göre daha binlerce anne var o kapıya gitmek isteyen, lakin korkuyorlar.

Bölgede halkın üzerinde bir ağ gibi örülmüş söylem üstünlüğü, yıllarca gösterilen hedefler, anlatılan hikayeler ve bütün bunlardan örülmüş bir duvara karşı durmak demek annelerin protestosu. “Evet, ben bunu protesto ediyorum, senin davana artık inanmıyorum. Beni, ailemi ve soyumun devamı için doğurduğum çocukları artık dava dediğin şey için kullanamazsın” demek aynı zamanda. Artık annelerin açıkça gördüğü bir durum var: Kürt halkının çocuklarını uzlaşmazlık üzerine kurdukları siyasetle bir hiç uğruna harcarken, yoksullukla, bin bir güçlükle büyüttükleri çocuklarını annelerinden koparmayı hak bilirken, partinin ileri gelenlerinin üst düzey yetkililerinin veya kendilerine İstanbul’daki konforlu köşelerinden sürekli gaz verenlerin çocuklarının en iyi okullarda, rahat ve konfor ortamında yaşadıklarını, doğum günü partilerinde, yurt dışı tatillerinde gezdiklerini biliyorlar. Bunları söylemekten, yüzlerine vurmaktan da çekinmiyorlar. 17 yaşında oğlunu PKK’ya kaptıran Celil Begdaş, gazetecilere Pervin Buldan’ın çocuklarının Paris ve Londra’da çekilmiş fotoğraflarını gösteriyor. Begdaş, aslında çocuğunu Paris’te lüks bir kafeye götürmek bile istemiyor, okula gitsin, eli ekmek tutsun, insan gibi yaşasın istiyor. Halk ve kendileri arasında bunca uçurum bulunan beyaz Kürtler, elbette bu acının biteceği siyasi bir çözümü de desteklemiyor.

 

HDP Kürtleri Temsil mi Ediyor, Teslim mi?

Diyarbakır’daki oturma eylemleri elbette sadece kadınlar tarafından yapılmıyor. Babalar da orada, ailelere destek veriyor. Lakin Hacire Akar, arkasından Ayşegül Biçer ve Fevziye Çetinkaya’nın gelmesi ile eylemler bir anda anneler üzerinden şekil aldı. Eğer devlet karşıtı bir eylem yapıyor olsalardı, bugün beyaz Türkleri, sekülerleri, kadın hakları lafları edenleri şartsız koşulsuz yanlarında bulacaklar, oturma eylemlerine her gün yabancı basının biri damlayıp hikayeleri bütün dünya New York Times’tan izleyecekti. Fakat maalesef, YPJ’li çocuk yaşta savaşan kadınları birer zafer kahramanı gibi yansıtanlar, Hacire Akar’ın HDP binasına elindeki balta ile küçük dokunuşlar yaptığını hiç görmediler. Çünkü bizlere anlatılan gösterilmek istenen homojen bir “Kürt kadın hareketi” var. Ve Kürt kadın aktivizmine 90’lardan beri yüklenmiş bir rol var. Ancak bu çerçevede siyasallaşmış bir kadın hareketi olan Kürt kadın hareketini yüceltme, romantik ve nostaljik bir hal kazandırma ve kahramanlaştırma var.

Ama kadınların siyasetin içinde kendilerine verilmiş rollerin dışında, toplumsal olarak görüldükleri yerlerin, kendilerine gösterilen köşelerin dışına ellerinde bir balta ile çıkmaları, kendi sorunlarına kendi yöntemleri ve kendi ajandaları ile çözüm bulmaya çalışmaları, eğer amaç dahilinde değilse önemsenen bir davranış halini almıyor. Hacire Ana’yı o binanın önüne getiren evlat hasreti, “edi bese” demesi, bir kadın aktivizminin parçası olarak görülmüyor. Çünkü pek çok şekilde sol ideoloji ile örtüştürülerek homojenleştirilmiş kadın hareketlerinin genel şablonuna uymuyor.

Kürt kadınları denince genellikle aşırı geleneksel örgülerle hayata tutunmuş, yerel kıyafetleri ile dikkat çekilmiş, eğitimsizlik, imkansızlık ve “namus cinayetleri” ile gündeme gelen, geleneksel değerlerin, Kürt kültürünün taşıyıcısı olan ve eğitimli/öne çıkmış seküler lider Kürt kadınların dışında “homojen bir kitle” muamelesi yapılan kadınlar.

Politika yapan ve göz önünde olan kadınlar ise kıyafetleri ve Marksist-Leninist ideolojileri ile Kürt kültürünün taşıyıcısı değiller, taşıyıcı olanların nasıl konumlanacağına karar verenler. Üstelik, toplumlarının yaşadıkları acılardan devşirdikleri siyasi söylemin de taşıyıcısı değiller. Ancak kırk yıldır acılardan beslenen, bütün dış desteklere, Avrupa kamuoyuna rağmen Türkiye’de yeşerememiş ve daha evvel bu sorunu çözmek, acıları bitirmek için adım atmış bir hükümete karşı şiddetle cevap vermiş, verilen bütün sivil haklara rağmen çatışmadan vazgeçmemiş bir hareketin taşıyıcısı oldular. Aradan geçen bu sürede doğup büyüyen çocuklar artık meşruiyet inşa ettikleri acının değil taşıyıcısı, misafiri bile değiller.

Büyük şehirlerde doğup büyümüş, “beyaz” çocuklarının zihin dünyasında bitmeyen bir Kürtçülük, mutsuzluk, nihilizm ve uzlaşmazlık halindeler. Erken dönemde kendileri de kayıplar veren veya mücadelenin içinden gelen HDP’nin kadınlarının artık Kürt annelere uzlaşmazlık dışında vereceği hiçbir şey kalmadı; kendi hayatlarını kurup yaşarken bu kadınlara yoksulluk, evlatsızlık ve umutsuzluk dışında verecekleri hiçbir şey yok.

 

Kürt Kadınları

90’larda yaşanan hak ihlalleri, kayıplar ve acılar, Kürt kadınlarına hem kendi toplumlarında hem de içinden çıkıp karıştıkları kamusal alanda bir kimlik vermişti. Bu kimlik o dönem için kaçınılmaz bir şekilde devlet karşıtıydı. Bu çerçevede 90’larda Türkiye’de yaşanan her tür hak kaybı, ihlaller, etnik ve dini kimliklere haksızca saldırılar daha sonraki yıllarda o acıları yaşayanlar için, muhatap olan toplulukların doğal üyeleri için, kendiliğinden politik birer araca dönüştü. Bu durum başörtüsü meselesinde ve Kürt meselesinde benzer özellikler gösterebilir.

Artık birer aktör olan Kürt kadınlarının eylemselliği bu yıllarda daha belirginleşti, öne çıktı ve sembolik bir karakter kazandı. Bütün Kürt hareketinin içinde de en çok dikkat çeken konuşulan ve sempati duyulan kısım kadın hareketi oldu. Bu hali ile 2000’lerin başında Kürt siyasi hareketinin en büyük başarılarından birisi Kürt kadınlarını mobilize edip harekete geçirebilmesi, onları yerel kıyafetlerle mitinglere, toplantılara yürüyüşlere götürebilmesi oldu. Evet, “götürebilmesi” diyorum ve bunun da bir “götürme işlemi” olduğunu düşünüyorum. Karşılıklılık ilkesi çerçevesinde, Kürt siyasi hareketinin içinde tabandaki kadınların kendi acıları doğrultusunda siyasi hareketi dönüştürüp değiştirdikleri hakikatli bir öznellikleri hiçbir zaman olmadı.

Genel yapısı itibarıyla katı, ayrılıkçı, Marksist-Leninist ve radikal bir ideolojiden beslenen entelektüel yanı güçlü bu hareket eşit vatandaşlık ve eşit haklar savunduğu bu bireylere karşı en başından beri eşit bir yerde, eşit söz hakkı mesafesinde durmuyordu.

 

HDP Kürtleri Temsil mi Ediyor, Teslim mi?
İstanbul ve Ankara'dan Diyarbakır'a gelen kadın gazeteci ve yazarlar, çocukları PKK tarafından kaçırılan annelere destek verdi, 8 Eylül 2019

90’lar zaten dünyada eş zamanlı olarak kimlik politikalarının güçlendiği, öne çıktığı yıllardı. Küresel olarak insanların kimliklerini, etnik kökenlerini ve dinsel aidiyetlerini ulus devletin baskısından çıkarmak istediği ve kadın hareketinin de paralel olarak güçlendiği dönemlerdi. Türkiye’de kadın hareketi de bu yıllarda hareketlenmişti ve Kürt kadın hareketi de bu akım içinde rahatlıkla bir yer bulabildi. Böylece kamusal alanda bir görünürlük kazandı, partilerde aktif görevler aldı, mitinglerde konuştu ve kendine bir alan açmış oldu.

Peki, bu kamusal alan görünürlüğüne sahip bütün aktörler gerçekten Kürt kadınının gerçek temsilcileri miydi? Böyle bir alan açılırken, Kürt kadınları adına hareket edenler, tabandaki kadınların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hareketi dönüştürebilmişler miydi? Bu can alıcı sorunun cevapsız kaldığını söylemek zorundayım hatta böyle bir sorunun hiç sorulmadığını ve sorulmasının öfke doğurduğunu da belirtmeliyim. Hacire Akar’ın büyük oğlunu yutan hareket, onun ikinci oğlunun da yutulmasını engellemek için bir şey yapmış mıydı? Bu hareket, Hacire Akar’a 40 senedir ne vermişti? Hangi sorununa çare olmuştu, nasıl bir fark yaratmıştı?

Yabancı diller konuşan, eğitimli, seküler, solcu, aktivist Kürt kadınları ile okula gönderilmemiş, Türkçe bilmeyen, kendi başına seyahat edemeyen Hacire Akarlar arasında nasıl bir bağ bulunuyor? Kim gerçek Kürt kimliğini temsil ediyor, kim bu kimlik adına konuşuyor?

Yıllardır bekleyip sabreden, evlatlarını yitiren, nesiller boyu tekrar eden acıları annelerinden miras alan, bekleyen ama hayatlarında hiçbir şey değişmeyen kadınlar. Bu kadınların payına düşen sadece çok sevdikleri oğullarına onlarca yıldır elveda bile diyemeden süren bir bekleyiş. Taraf olmadıkları, çoğu zaman fikirlerinin alınmadığı, razı olup olmadıklarının önemsiz olduğu bir bekleyiş. Paylarına ölüm ve ayrılığın düştüğü bir bekleyiş.

Kürt kültürünün gerçek taşıyıcıları olan bu kadınlar sahneye çıkıp “evlatlarımızı istiyoruz” dediğinde, “hayır siz çatışmaya odun taşımaya devam etmelisiniz” diyen eğitimli vekil kadınlar çıkıyor karşılarına. Varoluşlarını bu kadınların acılarına borçlu başka şanslı kadınlar. Kendi çocuklarını çatışmadan, radikalleşmeden koruyup başkalarının çocuklarını ateşe atan kadınlar. Yıllarca kahramanlaştırılan Kürt kadın hareketinin reva gördüğü budur. Her buldukları fırsatta “edi bese” dedikleri için, evlatlarının peşinden Kandil’e, Mahmur’a kadar gidip geri istedikleri için yok sayılan kadınlar. Bence, siyasi hak taleplerinin, mağduriyetin ve kamusal alanın gerçek muhatabı ve sahibi bu “annelerden” başkası değildir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası