Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres uzun süredir dünya kamuoyuna İdlib’deki insani dramı göstermek için feryat figan ediyor. Sosyalizmin kökenini hümanizme değil Hz. İsa’nın insan sevgisine dayandıran, bu sebeple de çok eleştirilmiş olan Portekizli eski sosyalist başbakan; belki de bundandır İdlib’deki felaketi başta Batı kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyunun gözüne sokmak için iki yıldan beri elinden geleni yapıyor. Guterres daha geçen yıl Eylül’de Rusya’nın desteğiyle rejim kuvvetlerinin saldırılarıyla tırmanışa geçen çatışma ortamının İdlib’de dehşetengiz bir insani felakete sebep olacağını duyururken, Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Mülteci Hakları Örgütü de manzarayı bütün yönleriyle ortaya koymuştu.
Guterres’in Çağrısı
Sadece Nisan’dan Ağustos’a kadar yüzde 90’ını kadınların oluşturduğu 500’den fazla sivil ölmüş ve bu arada yerlerini terk etmek zorunda kalan siviller Temmuz sonu itibarıyla 500 bini aşmıştı. Ondan bir süre sonra BM’nin İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) Ağustos sonundaki raporunda ise kaçanların çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu sivillerin 600 bine ulaştığı, üstelik bunların neredeyse 5 hatta bazılarının 10 kez yer değiştirmek durumunda kaldığı ortaya koyuldu. Üstelik en temel ihtiyaçları dahi sağlanamayan bu insanların sığındıkları okul ve hastaneler ise uzun süredir havadan bombardıman ve rejimin topçu atışına maruz kalıyor.
Guterres sadece Haziran ve Temmuz’da, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)’in rakamlarına göre 55 okul, yine Nisan’dan Temmuz’a kadar 43 hastane ve sağlık tesisinin saldırıya uğradığını, Uluslararası Hukuk’a göre savaş suçu kapsamına giren bu fiiller için BM bünyesinde soruşturma başlatıldığını da açıkladı. Guterres ilk andan itibaren 2018’deki Soçi Mutabakatı’na da destek vermiş ve BM’nin 73’üncü genel kurulu görüşmeleri öncesinde yaptığı açıklamada da “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki silahlardan arındırılmış tampon bölge oluşturulmasına ilişkin anlaşma tam anlamıyla uygulanırsa 1 milyonu çocuk 3 milyon sivili felaketten kurtarabilir” demişti. BM Genel Sekreteri, Cenevre sürecinin ilerlemesi için de tüm taraflara güçlü bir taahhütte bulunmaları çağrısı yapmıştı.
Peki Avrupa ne yapıyor? Fransa’nın Suriye eski Büyükelçisi Michel Duclos, şahsen tedirginliği ve üzüntüsünü hissettirdiği 13 Şubat’ta Le Monde gazetesinde yayımlanan makalesinde sordu: “Suriye’deki durumla kim ilgileniyor hala?” Emekli büyükelçi bazı asil ruhlar hariç durumun kimsenin umurunda olmadığını ima ettiği yazısında manzarayı şöyle anlattı: “İdlib’in durumu bu açıdan karakteristiktir. Gazetelerden öğreniyoruz, Aralık 2019 ortasından bu yana Şam yönetimi ve Rus bombardımanı çoğunluğu kadınların ve çocukların oluşturduğu 600 bin insanı yollara düşürdü. Başka yerlerde olduğu gibi İdlib de yerle bir edildi. Rus uçakları hastaneleri, sağlık merkezlerini yıktı. Peki ne oldu? Bu artık yeni ‘bir normal oldu.’ Üstelik Şam’ın elinden canını kurtaranlar için artık gidecek yer yok, çünkü Türkiye de sınırını açmayacağını açıkladı.
Duclos’un dediği gibi gazeteler Rusya desteğindeki Esed’in ilerleyişini ve insani dramın boyutlarını her gün yazıyor. Şubat başında İtalyan Corriere della Sera “Esed zaferin kokusunu aldı” başlıklı yazıda “İdlib ve dünyanın hali”ni şöyle özetledi: “Sadece üç günde 200 bombardıman, yollara düşen 700 bin insan, iki haftada yüzlerce ölü, Suriye uçaklarının Rusya’nın desteğinde stratejik açıdan sözde çok önemli iki binaya, acil servis ve fırına yaptığı saldırı. Yani yaralı ve sağlıklı insanlara ve bunların sığındıkları iki yere. Genellikle dünyamızda hep böyle olur; işte dünya korona virüse dikkat kesilmişken çatışmaların şiddetlendiğini öğreniyoruz. Galipler nihai zafere ulaşacaklarını hissettiklerinde çatışmalar daha da hızlanır. Bunlar bir savaşın en korkunç ve genellikle unutulan anlarıdır.
İdlib Avrupa açısından insani değerlerin iflası anlamına geliyor ama kendi menfaati açısından da büyük bir risk taşımıyor mu? Pek çok başka gazete gibi Polonya’da Gazeta Wyborcza da sütunlarına taşıdı: “Türkiye zaten 3,6 milyon sığınmacıyı almış durumda ve daha fazlasını kabul etmeye hazır değil. İdlib’in düşmesi bu insanların Avrupa Birliği’ne sığınmaları demektir ki bu da Brüksel için vahim bir kriz anlamı taşır.” Le Monde’da 13 Şubat’ta yayımlanan “Yeni bir kan banyosu engellenmeli” başlıklı başyazıda Rusya ve rejimin saldırılarının sürmesi halinde İdlib’den göçün kaçınılmaz olduğu vurgulandı: “Zaten gergin durumdaki bölgelerin istikrarsızlaşması ve Ankara’yı yeniden AB’ye göçmenler üzerinden şantaj yapmaya cesaretlendirmesi bir yana, teröristlerin tüm Suriye’ye ama aynı zamanda da Türkiye’ye yayılmasına yol açar.
Kremlin’in Öncelikleri
Gazete ve televizyonların her gün haber ve analizlerinde en başköşelerde yer tutan bu manzara neden Avrupa’da siyasetçilerin gündemine girmiyor? Merkel ve Macron başta destek verdikleri Soçi Mutabakatı üzerinden neden Rusya üzerinde hiç olmazsa söylem düzeyinde baskı oluşturmayı dahi denemiyor. İran’ın Suriye’de rejimin yanındaki rolü neden gündemde tutulmuyor. Mesela France İnter radyosunda Pierre Haski yazdı. Haski, Rusya’sız Esed rejiminin şimdiye kadar çoktan yıkılmış olabileceğini hatırlatarak İdlib’deki insani dramı bitirmenin sadece Putin’in elinde olduğunu ama Kremlin’in patronunun başka öncelikleri olduğunu yazdı: “Gerilimin artmasını engelleyebilecek tek kişi Vladimir Putin. Putin, bölgesel aktörler ve dünyanın geri kalanınca her zaman anlaşılamayan, karmaşık bir oyun oynuyor. Ama bir yandan da Suriye ordusunu bombardımanı durdurmaya çağırabilecek tek kişi o. Rusya olmasaydı Şam rejimi çoktan yıkılmış olurdu. (…) Ama Kremlin’in efendisinin başka öncelikleri var.
Avrupa basınında kimilerinin dile getirdiği gibi “NATO üyesi Türkiye, Rusya’yla iş görmenin ne kadar zor olduğunu görsün” diye Atlantik’in öte yakasında mevzilenenler gibi Avrupa’daki siyasetçiler de mi bekliyor? (Tek tük satır aralarında Türkiye’nin Batı tarafından buna mecbur bırakıldığını ima edenler yok değil) Avrupa’daki aşırı sağı himayesine aldığı yazılıp çizilen, medyası Almanya ve Avrupa’da seçim dönemlerinde manipülasyona girişmesi Brüksel nezdinde şikayet konusu olan Rusya Avrupa’nın seyretmekle yetineceği bir aktör mü Suriye’de? Ki aslında Avrupa başta Fransa olmak üzere YPG hariç Suriye’deki bütün silahlı grupları Rusya ve Suriye’nin “terörist” tanımına da sessiz destek vermiş oldu.
Duclos, nitekim Avrupa’nın ABD’yle birlikte ateşkesin sağlanması için çaba göstermesini ancak aynı zamanda “çok ciddi bir insani yardım operasyonuna” girişmesinin gerekliliğini anlatırken, bu sessizlik içinde hiç konuşulmayan bir noktanın da altını çizdi. Suriye’deki silahlı grupların içinde hem Esed’e hem teröristlere karşı mücadele edenler olduğunu da hatırlatarak bu bombardımanlarla onların da teröristlerin tarafına itilmesinin de ne kadar vahim bir durum olduğunu yazdı.
Avrupa, Suriye Savaşı’nda askeri ve güvenlik boyutunda etkisiz eleman olarak varlığını sürdürürken, her gün yeni savaş suçlarının mağduru haline gelen sivil nüfus konusunda da seyirci kaldı. Avrupa neden Türkiye’nin inisiyatifiyle oluşacak güvenli bölge için seferber olmuyor? Avrupa’da aklı başında tek siyasetçi Alman şansölyesi Merkel mi kaldı? Avrupa Suriye konusunda ve İdlib özelinde Uluslararası İnsan Hakları Hukuku konusunda bütün dünyaya pazarladığı rolüyle propaganda sathında dahi var olamadı!
Yazı tamamlandıktan sonra Avrupa tarafında nihayet bir gelişme oldu. Alman Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert tarafından yapılan yazılı açıklamaya göre Merkel ve Macron, Putin’i arayarak İdlib’deki çatışmaların son bulması çağrısında bulundu. İki lider Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte dörtlü bir görüşme yapmak istediklerini ilettiler. Nitekim daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan bu görüşmenin 5 Mart’ta İstanbul’da yapılacağını açıkladı. Diğer taraftan Brüksel’de olağanüstü toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları da İdlib’deki duruma ilişkin özel bir deklarasyon yayımladı, Soçi’ye uyulsun çağrısı yaptı.